Polisin hayatımızdaki yeri üstüne hâlâ açıkça konuşamadığımız bir kez daha anlaşılmış bulunuyor. Bombaların ertesinde uzman rütbesiyle gazetelerde sunulan gelmiş geçmiş emniyet müdürleri, şanlı OHAL valileri sanki hiç susmamışlar, emeklilikleri bir tevatürmüş ve hepsinin birer birer yaşattığı kâbus ebediymiş duygusuyla sizi de sarsmadı mı? Mehmet Ağar, Son zamanlarda teröre karşı alınan yumuşak tavır değişmeli derken, Ünal Erkan, Terör bitti diyenler bir kez daha düşünmeli buyuruyordu.
İkinci çift bomba felaketinin üstüne İstanbul Emniyet Müdürünün basını suçlu ilan edip Başbakanına şikâyet eden konuşması basın organları tarafından öfkeyle karşılandı. Lakin Murat Belgenin geçen haftaki Emniyet Müdürü başlıklı yazısında altını çizdiği gibi basının tepkileri hayli meslekiydi. Gerçekten de ... müdürün böyle konuşabilmesinin (ve günün başbakanı tarafından onaylanmasının), Türkiyenin yapısı ve bu ülkede demokrasinin encamı açısından -yeterince ele alınmadığı... kimseyi fazlaca rahatsız etmedi. Basının, genel olarak incitmemek için çırpındığı Emniyet güçleri karşısında apansız şahlanarak Cerrahı haddini bilmeye çağırması besbelli kimilerine yeterli geldi. Oysa asıl mesele, Cerrahın, haddini gayet iyi bildiği, ülkemizdebir emniyet müdürünün haddinin ne kadar geniş olduğunu, yeri gelmişken hatırlatmadan duramayışıydı. Başbakanı tarafından dünya âlemin gözü önünde sırtının sıvazlanması da haklı olduğunu gösteriyordu. Kimi basın kuruluşlarının müdüre karşı kullandıkları dil açık bir tehdit, neredeyse şantaj parfümlü bir mesajla harmanlanmıştı. Kendisine, Biz de şöyle böyle yapmayı biliriz, ayağını denk al. deniyordu. Cerrah da bir adım geri çekildi. Basın, müdürün siciline bir çentik atmış olsa da, iki taraf buz gibi bir anlaşmaya vardı.
Türkiyenin emniyet müdürleri tarafından yönetildiği günler uzak geçmişin âdetleri farklı dünyasından silik anılar değil. Bu değerli vatan evlatlarından Mehmet Ağar, devleti en çok borçlandırmak suretiyle edindiği olağanüstü dokunulmazlığın üstüne, yılmadan bir iktidar kurma mücadelesinde. Bu mücadeleden bir an vazgeçerse dokunulmazlık kalkanında kimi delikler açılabileceğini düşünüyor olabilir. Bir zamanlar milat sanıp çocuklar gibi sevindiğimiz Susurluk kazasının üstüne oturmuş, devran döner, sıra yine bana gelir duygusuyla göz önünden hiç çekilmiyor. Basın karşısında da, Hospro şirketi tarafından Türkiyeye hibe edilen ve Türkiyeye girişinin ardından 3 kolisinin kaybolduğu belirtilen silahlar konusunda verdiği, Türkiyeye zarr verir bu yaptığınız işler. Bunlar konuşulmaz... Üç-beş tane kayıp varsa vardır, çok önemli değil. Çıkmamıştır nakliyede... Türkiye burası, 50 bin tane örtülü, açık gizli iş olur demecini verdiği günlerdeki kadar rahat ve buyurgan. Emniyet Genel Müdürlüğünden Adalet Bakanlığına, oradan İçişleri Bakanlığına yükselen, şimdinin gelenekten şanlı polis artisi DYPnin genel başkanı Mehmet Ağarın varlığı hâlâ emniyetimizi, adaletimizi ve içişlerimizi anlatmaya devam ediyor.
Pekiyi Manisadan Diyarbakıra, Denizliden Kocaeline ve sonunda İstanbula emniyet müdürü olmuş Necdet Menziri unuttunuz mu? Her dem kuafe gümüşi saçlarıyla yüzünden hiçbir ifade geçmeyen o sert adam tarafından defalarca azarlanmış olduğunuzu hatırlamıyor musunuz? Bizzat başında bulunduğu kanlı operasyonlarla yargısız infaz tamlamasının hayatımızın baş köşesine oturmasına önayak olmuş olan sayın Menzir de mi haddini bilmezlerdendi? Kendi payıma Sibel Yalçının öldürüldüğü operasyon sonrasında televizyonlara aynı tehditkâr suratsızlığıyla durmadan ölü ele geçirilen bayandan söz edişini asla unutmadım. Mehmet Ağarla aklımızın ermeyeceği karmaşıklıktaki post mücadelesi sonucu hak ettiği yere gelememişti.
Ama 1995 seçimlerinde DYP Ankara milletvekili olarak Meclise giren Ünal Erkan, Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlerinden sonra Edirne Valiliğine, oradan da 1991de Emniyet Genel Müdürlüğüne atanmıştı. 1992 yılında da Olağanüstü Hal Bölge Valisi olmuştu. Şimdi, terör bitmedi, bitmesi benim sonum olur açıklaması yapan değerli polis, vatanperver katillerin şahı Yeşili çok iyi tanıyor olmasıyla sivrilmişti. Gerçi kendisi inkâr ediyordu ama Hizbullahın ikinci adamı Edip Gümüşün, Her hafta JİTEMde toplantı yapar, Cem Erseverle siyasi meseleleri görüşürdük iddiası karşısında da aynı soğukkanlılığı koruyor, JİTEMin varlığını bile kabule yanaşmıyordu. OHAL valiliği döneminde bölgede işlenen faili meçhul cinayetler kendisine orulduğunda, Ben mi soruşturacağım. 13 tane vilayet var cevabı da onundu. Ama zaten o posta oturana kadar epeyi palazlanmıştı. Tuncay Özkanın bir kitabına aldığı MİT raporunda Esasen, Ünal Erkan başkanlığındaki İstanbul Emniyet Müdürlüğünün üst düzey kadrosu, İstanbuldaki yeraltı dünyasıyla yakın ilişki içerisindedir. Bu ilişkinin en büyük koordinatörü emekli ciayet masası şefi Ahmet Ateşli ve müdür yardımcısı Mehmet Ağardır deniyordu. Aynı kitapta, dönemin hayali ihracat furyasında adı geçen Banker Bako olayının ardındaki güçlerin Ünal Erkan, Mehmet Ağar, Cevdet Saral ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünün diğer üst düzey yöneticileri olduğu da iddia ediliyordu.
Erkan ve Ağarın pek anlaşamadığı, hatta yükselmesine izin vermediği Kemal Yazıcıoğlu da zamanında basına ve basına ulaşamayanlara çok zengin malzeme sunmuş bir komiserimizdi. Yazıcıoğlu, 12 Eylül sonrası Ankara Siyasi Şubede oluşturulan DAL grubuna başkomiser olarak atanmış, işkencecilerin en ünlülerinden biri olarak demokrasi tarihimizde yerini almıştı. Kendisinin bizzat işkencelere katıldığı, bu zevkten mahrum kalmadığı hep anlatılageldi. İşkencede ölümler konusunda hakkında açılan davalarda, Şerefli bir Türk polisi olduğunu, Kenan Evren tarafından 5 ikramiyeyle taltif edildiğini bordrolarıyla birlikte sunuyordu. Çillerin polisleriyle anlaşamadığı için hayli zorlu bir serüven sonucunda 1996 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilmişti.
OHAL valilerinin ilki, süper vali Hayri Kozakçıoğlu da 80li yılların başında İstanbul Emniyet Müdürü olduktan sonra hızla yükselmişlerdendi.
OHAL valisiyken ilticacı Kürtlere yardım için yollanan 2 milyarı görevi bitince cebine koyup İstanbula getirmiş, özel hesabına geçirmişti. Serveti, inanılmazdı. Antika düşkünlüğüyle övünen aile, sedefli kakmalı kristalli evlerinde ikide bir toplu fotograf çektirir, kendilerince kraliyet geleneği sürdürürlerdi. Gerçi bu pek saygın ailenin, oğlun usulsüz silah satışı, damadın tecavüzcülüğü gibi küçük sıkıntılarla ağzının tadı kaçıyordu ama DYPli Hayri bey de saygın bir devlet adamı olarak tarihe yazıldı.
Celalettin Cerrahtan önceki Emniyet Müdürü Hasan Özdemire doğrusu fazla bir şey kalmamıştı. Acemi banka soyguncularına arkalarından ateş açıp beyinlerinden vurup öldüren koruma görevlisi hakkında, Alnından öpeceğim açıklaması karşısında barodan bir suç fiilini övmekle suçlanıp zılgıtı yemişti. Küçükarmutluda ölüm orucuna destek orucundaki dört kişinin katledilmesi konusunda da son derece gururluydu. Ama selefleriyle karşılaştırılamayacak küçük hesaplara fit oldu. 2002de bir Fenerbahçe maçını izlemek için gittiği Hollandada sokakta üç kişinin saldırısına uğramış, Uğur Dündarın gaspçı olarak yazdığı saldırganları terörist ilan etmiş, buna dayanarak devletten tazminat istemişti. Üstelik de reddedilmişti. Ter&oml;rden nemalanmak konusunda belki de Emniyet tarihimizin en yüz kızartıcı girişimiydi.
Şimdiye dek bütün hükümetler, bütün siyasi liderler öncelikle kendilerine bir polis seçtiler.
Cerrah, gördüğünüz gibi, münferit bir vaka değil. O, böylesine güçlü bir zincirin halkası. Kendinize gelin.
Radikal İslamcı örgütlerin İstanbuldaki terör eylemlerinden sonra, Türkiyede terörizme karşı küresel savaşın yeni bir cephesinin açıldığı açıklandı. Türkiyeyi yönetenler bu söylemi hemen benimseyip kendilerini terörle küresel savaşın kucağına atmaya karar verdiler; böylece de ülkenin geleceğini ABDnin imparatorluk projesine endekslemiş oldular. Bu proje ABDnin planladığı gibi giderse onunla işbirliği içinde olanların da ödüllendirileceği varsayılıyor. Bu varsayımdaki doğruluk payını şimdilik bir kenara bırakıp projenin, şu günlerde ne durumda olduğuna bir bakalım.
Başarının göstergeleri
Proje eğer başarıyla ilerliyorsa, Afganistanın ve Irakın işgali, hem ABD ve müttefiklerini hem de ABDde bu projenin dümeninde oturanları, askeri, diplomatik ve kültürel etkileri açısından güçlendiriyor olması gerekir. Acaba gerçekten öyle mi? Afganistan tam anlamıyla bir bataklık. Taliban toparlandı ve yeniden savaşmaya başladı. Afyon ekimi yeniden başladı, ABD Kabil dışında denetim kuramadı. Diğer bir deyişle yeniden inşa sürecinin bir yere gittiği yok. Ama bunlar dünyanın gözlerinden uzak tutuluyor. Bir bilançosunu çıkaracak olsak, durumu betimleyebilmek için çok fazla ayrıntı aktarmamız gerekecek. Bu yüzden, en iyisi biz, gelişme raporumuzda, Bush ve Blair efendilerin artık terörle küresel savaşın odak noktası olduğunu söyledikleri Irakın üzerinde yoğunlaşalım.
Bumerang etkisi
İmparatorluk projesi, 11 Eylül sonrasında, terörizme karşı küresel savaş ilanıyla başlatıldı. Arkasından Afganistan ve Irak hamleleri geldi. Bu gelişmelerin terörist saldırılara, terörist örgütlerin varlığına bir son vermesi beklenmez mi, projenin başarısı açısından, akıtılan kanların haklı çıkarılması için? Aksine, sürecin bir bumerang gibi dönüp, sürece yol açtığı ileri sürülen etkenleri güçlendirdiği görülüyor.
Beyaz Sarayın açıklamalarına göre El Kaide liderlerinin önemli bir kısmı öldürüldü ya da yakalandı ya da kaçmaktan eylem yapacak halde değiller. Yine Beyaz Saraya göre 100 ülkede 3400 terörist zanlısı tutuklandı ve 200 milyon dolardan fazla paraya el konuldu.
Ancak, Bushun Irak savaşının resmen bittiğini açıkladığı tarih olan 1 Mayıstan bu yana Iraktaki günlük direnişin dışında, Müslüman intihar eylemcilerinin bombalı saldırılarında, mayıs ayında Riyad da 35, Kazablankada 45, ağustosta Cakartada 10, Bağdatta (BM saldırısı) 22, ekimde Bağdatta (Kızıl Haç saldırısı) 12, kasımda yine Riyadda 30, Nasıriyede (İtalyanlara yönelik) 26, kasımda İstanbuldaki dört saldırıda 50, toplam olarak da 227 kişi yaşamını yitirdi, binlerce insan yaralandı, sakat kaldı. Diğer bir deyişle terör eylemlerinde bir azalma değil yayılma var.
Beyaz Saray, CIA ve Pentagonda üst düzeylerde görev yapmış çeşitli uzmanlar iki tür gelişmeye dikkat çekiyorlar. Birincisi, Kongre Terörizm Araştırma Servisinde görevli Kenneth Kazmana göre, El Kaide çeşitli ülkelerde yerel grupçuklar kurarak yayılıyor. Buna ek olarak çeşitli ülkelerde El Kaidenin ideolojisinden, mitolojisinden ve başarılarından etkilenen, El Kaidenin amaçlarını benimseyen küçük bağımsız grupçuklar oluşuyor. İkincisi el Kaide daha önce hiç var olmadığı bölgelere sızmaya başlıyor. İskoçya St. Andrews Üniversitesinde terörizmle mücadele uzmanı Magnus Ranstrop, kısa süre önce Latin Amerikada yaptığı bir gezide Arjantin, Brezilya, Paraguay sınırlarının kesiştiği, devletsiz bölgede Müslüman militanların yeni kamplar kurduğunu, eğitm yaptığını, mali kaynaklarını ve silahlarını sakladıklarını saptadığını aktarıyor. Beyaz Saray eski görevlilerinden Daniel Benjamin ve Steve Simon da The Age of Sacred Terror kitabında, Kafkaslardaki ve Filipinlerdeki kamplardan söz ediyorlar. Bin Ladin ve Zevahiri gibi en üst düzey liderler de hala serbest. ABDde üst düzey istihbarat görevlilerine göre El Kaide örgütü hala emir komuta zincirini, ana yaısını ve 11 Eylül tipi saldırılar örgütleme kapasitesini koruyor (USA TODAY 29/11). Geçen ay, Rumsfeldin basına sızan bir notu da savaşın başarılı olamadığını itiraf etmiyor muydu?
Pazartesiye Irak savaşını, diplomasi, demokrasi cephelerini ve neoconların yönetim içindeki konumunu değerlendirerek devam ediyoruz...