Geçen hafta Napolide gerçekleştirilen AB dışişleri bakanlığı toplantısının en önemli kararı, ortak savunma startejisine ilişkin karar oldu. Bu karar, bu hafta içinde Brükselde gerçekleştirilecek olan savaş bakanları toplantısında ayrıntılarıyla ele alınıp kesinleştirilecek.
Napolide alınan karar, Almanya, Fransa ve İngilterenin ortak önerisi çerçevesinde, NATOdan bağımsız olarak ABnin askeri savunma kapasitesinin güçlendirilmesi üzerinedir. Hazırlanan AB Anayasası Taslağında da bir askeri savuma birliği oluşturulması öngürülmekte. Bu savunma birliği çerçevesinde AB devletleri silahlanma ve askeri politiklarını koordine edecekler. Ayrıca, NATOnun şimdiki yapısından bağımsız olarak, ABnin kendi askeri müdahaleleri için bir plan merkezi ile NATO düzeyinde sürekli temsil edilen bir AB askeri kumanda karar mekanizmasının oluşturulması da, alınan kararlar arasında.
Bu kararların hemen ardından, Pantagon şefi Rumsfeld, bunların NATOyu zayıflatacağını ileri sürdü ve karara önayak olan ülkelere saldırmaktan çekinmedi. Ben NATO ile rekabet edecek bir başka şeyin oluşmasına bir neden olduğunu sanmıyorum dedi.
Almanya savaş bakanı Peter Struck ve Dışişleri Bakanı Fischer, Rumsfeldi yatıştırıcı açıklamalar yapmaya çalıştılar. Alınan bağımsız askeri kurumlar kararının NATOyu tamamlayıcı nitelikte olduğunun altını çizdiler. Gelinen yerde emperyalist güçler arasındaki ilişki ve dengelerinin yeniden şekillenmesinin kaçınılmaz olduğu, bunun askeri ve politik kurumların yapısı üzerinden bütün çıplaklığıyla yansıdığı görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasının soğuk savaş ortamında oluşmuş kurumların birçok bakımdan anlamını ve geçmiş dönem işlevini yitirdiği biliniyor.
Saldırgan ABD emperyalizmine karşı barışçıl AB emperyalizmi hayalleri yıkılmaktadır. Adım adım yükselen bir militarist ABnin, dünya barışı için önemli bir tehlike oluşturduğu günden güne daha da açıklık kazanmaktadır. ABD yayılmacılığı ve hegamonyacılığı ile özdeşleşmiş olan NATOnun tartışmalı hale gelmesi, emperyalist güçler dengesinin değişimiyle de sıkı sıkıya bağlantılıdır.
Bu hafta içinde Brükselde toplanacak olan NATO temsilcileri bu gerçeği değiştiremeyecektir. NATO, militarist bir kurum olarak uzun dönemden bu yana bir kriz içindeydi ve dışa da yansımaktaydı. Daha geçen yılın Kasımında Pragda yapılan NATO zirvesinde, kurumun bir dönüşüm sürecine girdiği resmi bir dille açıklanmıştı.
Bu dönüşüme gerekçe olarak kriz engelleme gücü ve yeni üyelerin alınması gösterildi. Tam da bu açıklamaların yapıldığı dönemde, bazı üyelerin ABDnin Irak saldırısına askeri destekten yana olmadıkları gizlenmek isteniyordu. Ayrıca Bushun caydırıcı savaş stratejisinin ittifakın savunma konseptine alınması çabası da boşa çıkmıştı. Yani ABDnin arzuladığı dönüşüm süreci pek de iç açıcı görünmüyordu. Daha da önemlisi, önemli Avrupalı müttefiklerin ABDyi Ortadoğu savaş planında yalnız bırakmasıydı. Türkiyeye muhtemel bir Irak saldırısına karşı lojistik destek kararı dahi zor bir süreç sonunda alınabildi.
ABD emperyalizminin NATOnun askeri potansiyelini geçmişte olduğu gibi kendi amaçları için kullanması artık kolay değil. Emperyalist AB içinse, bağımsız bir askeri stratejinin adım adım oluşturulması artık kaçınılmaz hale gelmiştir. AB uzun yıllardır bağımsız askeri bir müdahale gücünün oluşumu yönünde önemli çaba içindeydi ve Pentagon tarafından kaygıyla ve tepkiyle izleniyordu. Oluşturulan bu 60 bin kişilik güç, kriz bölgelerine müdahale etme kapasitesine sahip olacak.
AB sözcülerinin sakinleştirici açıklamalarına rağmen, yeni askeri oluşumun NATOyu, daha doğrusu ABDnin askeri hegemonyasını zayıflatacağı ise kesin. Nitekim AB, askeri güçlerin planlaması, komuta kurumlarını oluşturması ve görev bölümü işini tamamlamış bulunmaktadır. NATOya benzer bir askeri aygıt haline gelme süreci hızla ilerliyor. ABDnin baskı ve sert açıklamalarına rağmen Almanya ve Fransa, Birliğin kendi askeri aygıtını oluşturma işini tüm hızıyla sürdürdüler.
NATO, ABD açısından müttefiklerini kendi askeri stratejisi doğrultusunda kullanmak bakmından hayati bir öneme sahip olmuştur. Büyümekte olan AB emperyalizminin kendi militarizmini yaratması ise ne iyi niyetle, ne de ABDye öfkeli tepkilerle engellenebilir. Avrupa militarizmi yeni bir savaş potansiyeli taşıdığını önümüzdeki dönemde bütün çıplaklığıyla ortaya koyacaktır. Emperyalizmin militarist karakteri hiçbir zaman değişmeyecektir. Bu Avrupai olsa da.
Arjantinin kuzey bölgesi Misiones bugünlerde yoğun olaylara sahne oluyor.
Tam 15 yıl önce 6 bin yoksul köylü ailesi, ipotek altındaki küçük ölçekli topraklarını bankalara kaptırdıktan sonra tek ağacı bulunmayan boş bir araziye yerleşirler. 150 bin hektar üzerinde olan bu saha daha önce özel ağaçların yeşerdiği balta girmemiş bir ormanlık alandır. Kanada tekeli Pathfinder ve Şili-Arjantin tekeli Alto Panane bu ormanlık alanı talan ettikten sonra terkederler. Esas gelişme bundan sonra yaşanır. Açlıkla yüzyüze olan bu 6 bin aile, vahşi tekellerin doğayı kârları için tahrip etmesine karşın bu kıraç toprağı yeniden yeşertirler. Her aile 25 hektar alan üzerinde kendisine geçim kaynağı sağlar. Bu emekçilerin elinde toprak adeta yeniden doğar. Başta tütün, buğday olmak üzere değişik bitkiler yeşerip boy verir.
15 yıl aradan sonra bu vahşi tekeller toprakların kendilerine ait olduğu iddiasıyla köylüleri yerinden söküp atmak istiyor. Toprak ekenindir. Bu toprakları biz üretken duruma getirdik! diyor, köylü örgütünün sözcüsü Ruben Cunla. Tekellerin bu geriye dönüş istemleri yeni hükümet tarafından da teşvik ediliyor.
Arjantinde son iki yıldır, Brezilyadaki topraksız köylü hareketine benzer, ekilmeyen topraklara el koyma, işgal etme türünden yaygın bir sosyal hareketlilik yaşanıyor. Büyük toprak sahipleri kötü örnek olmaları nedeniyle, bu duruma bir an önce son vermek istiyor. Zira Toprak eknindir! sloganı pratikte topraksız köylülerin sosyal davranışına dönüşüyor. Bölge genelinde yaygınlık kazanan bu köylü hareketi, örgütlenme ve dayanışma pratikleri egemen sınıfları korkutuyor.
Arjantinde tekellerle köylüleri karşı karşıya getiren bu durum yeni bir sosyal çatışmanın habercisi. Şimdiden değişik toplumsal kesimler tarafından bölgeyle dayanışma gösterileri yapılıyor. Tekellerin mülk sahipliği iddialarının bu kararlılık karşısında dayanması pek kolay görünmüyor.
Bolivyanın topraksız köylüleri yaygın bir şekilde büyük toprak sahiplerinin arazilerini işgal ediyorlar. Bir aydan bu yana kitlesel bir boyut kazanan bu eylemler yeni yönetimi korkutuyor. Zira toprak işgalleri bir köylü örgütlenmesiyle paralel gelişiyor.
ABDye kaçmaktan başka çare bulamayan devlet başkanı Sanchez de Lozada ve onun Savunma Bakanı Carlos Sonches Barzainnin topraklarını yoksul köylüler zorla işgal etti. Son işgal eylemleri sırasında kolluk güçleriyle çıkan çatışmalarda bir kişi yaşamını yitirdi, yirmiden fazla köylü yaralandı.
17 Ekim günü kaçan devlet başkanının arazileri ikinci gün köylüler tarafından işgal edildi. Collara bölgesinde birçok köylü grubu kaçan devlet başkanının arazilerine el koydu. Bunlar hırsız ve kan emici. Bizim olan topraklara geri dönüyoruz diyor bir köylü temsilcisi. Topraksız köylülerin kararlılığı karşısında geri adım atmak zorunda kalan yeni yönetim, mülkiyeti koruma, anarşiyi engelleme adına köylü temsilcileriyle görüşmelere başlayarak, eylemlerin hızını kesmeyi amaçlıyor. Oyalama taktikleriyle sürecin önüne geçilmeye çalışılsa da, yoksul köylüler işgallere hız veriyorlar. Kasım ayı içinde Mallasilla ve Sorata bölgelerinde de yoğun toprak işgalleri gerçekleştirildi. Son işgal eylemleri topraksız köylü sendikaları tarafından planlanarak yapıldı. Eylemlerin kentler de yansıması hükümeti zor duruma düşürüyor.
Bu koşullarda özellikle toprak reformu vaadleri ile bazı reformcu kesimler ikna edilmeye çalışılıyor. Eylemlerin kontrolden çıkmaması gerçekçesiyle hükümet bazı muhalefet kesimleriyle görüşmelere başlamış bulunuyor. Ancak bu önlemlerin sonuç vermesi pek kolay gözükmüyor. Yoksul köylülerin temel talebi toprak ve bunu eylemlerinin gücüyle söküp alıyorlar.