6 Aralık'03
Sayı: 2003 (10)


  Kızıl Bayrak'tan
  Genel "terör" edebiyatı ve temel ayrım noktaları
  Hak ve özgürlüklerimiz için mücadeleyi yükseltelim!
  Semiren burjuvazi, tüketilen insanlık!
  Terör örgütleri ve terör devletleri!
  İnsanca yaşamaya yeterli, vergiden muaf asgari ücret!
  Esenyurt İKE'ye keyfi jandarma baskını
  Kamuda tasfiye saldırısı ve KESK
  Genel kurulların aynasında sendikal hareket
  Direniş emperyalist zorbaları Irak'tan söküp atacaktır!
  İşgal güçlerine moral operasyonu!
  Sınıftan...
  Sermayenin saldırılarına karşı Almanya'da gençliğin mücadelesi büyüyor!
  KADEK'in feshi ve KONGRA-GEL oluşumu...
  Gürcistan: Kitle tepkisi düzenin potasına akıtıldı
  Emperyalist-siyonist zorbalar barışın önünde engeldir!
  AB: Militarizme bir adım daha
  Avrupa'da üniversiteli gençlik sokaklara iniyor!
  Bültenlerden...
  Partimiz 25. kuruluş yıldönümünde de yaşıyor, yaşayacak!..
  Kadın: Kapitalizmde köle!
  Cemal Keser'in anısına...
  Kısa polis tarihi
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Genel kurulların aynasında
sendikal hareket

Şu sıralar sendikaların gündeminde genel kurullardan başka bir şey yok. Genel kurullar ise sendikal hareketin nereden gelip nereye gittiğini gösteren ibretlik gelişmelere sahne oluyor.

Türk-İş ve Hak-İş şu günlerde genel kurullarını yapıyorlar. Bu konfederasyonlara bağlı sendikaların genel kurulları geçtiğimiz aylarda tamamlandı. DİSK Genel Kurulu ise önümüzdeki Şubat ayında yapılacak. DİSK’e bağlı sendikaların genel kurulları sürüyor.

Şimdiye kadar yapılan genel kurullar sendikal hareketin genel durumu hakkında şimdiden önemli açıklıklar sağlamış durumda. Bunlara kabaca değinmek gerekiyor.

Sendika genel kurulları neyi gösterdi?

Şimdiye kadar gerçekleştirilen sendika ya da şube genel kurullarının en göze çarpan ortak özelliği havanda su dövmekten başka hiçbir ciddi tartışmaya sahne olmamalarıydı. Pek az istisna dışında işçi sınıfının karşı karşıya olduğu sorunlar genel kurul salonlarına taşınmadı. Sorunlar ve çözüm yolları tartışma konusu yapılmadı. Sendikacıları asıl meşgul eden, koltuklarını nasıl koruyacakları, ya da kimin yerine kimin geçeceği gibi hesaplar, ittifak ve pazarlık çabaları oldu. Yer yer kürsülerden sınıfın ve sendikal hareketin gerçek sorunlarına değinenler ve kendince çözüm önerileri dile getirenler de oldu elbette. Ama bunlar ruhsuz genel kurul salonlarında hiçbir ciddi yankı bırakmadan kaybolup gitti.

Az sayıda sendikanın genel kurulları ise koltuk kavgalarının yanı sıra tabandan delegelerin ve sermayenin saldırılarının doğrudan hedefindeki işyerlerinden işçilerin sendikal bürokrasiyle hesaplaşma çabalarına tanıklık etti. Özellikle Petrol-İş, Tek Gıda-İş ve Tez Koop-İş genel kurulları ile kimi şube genel kurullarını bu çerçevede örnek gösterebiliriz.

Fakat ne kimi zaman yükselen aykırı sesler, ne de sendika bürokrasisiyle hesaplaşmaya çalışan girişimler sonuç alıcı olabildi. Tepkiler sınıf sendikacılığını esas alan devrimci bir politik bakıştan, örgütlü bir hazırlıktan ve koordinasyondan yoksun olduğu ölçüde tabandaki ve sendika bünyelerindeki hoşnutsuzluğu göz önüne sermenin ötesine geçemedi.

Genel kurullar sendikalarla taban arasındaki bağların hemen tümüyle koptuğunu, örgütlü sınıf kesimlerinin önemli bir kısmının artık sendika yönetimlerinden bir beklentilerinin kalmadığını da gösteriyordu. Öyle ki birçok sendikanın genel kuruluna delege olanlar dışında doğru düzgün katılan işçi olmadı. Yönetimler tarafından mümkün olduğunca seçilip ayıklanarak oraya taşınmış olan delegelerin ruh hali de tabanın sendikaların tepesinde olan bitenlere ilgisizliğini yansıtıyordu. Birçok genel kurulda prosedür gereği yapılması gerekli konuşmalar dışında delegelerin, işyeri temsilcilerinin vb. söz almaya bile yeltenmediği, yöneticilerin konuşmalarını ise çoğunlukla dinlemediği, bunun yerine yanındaki arkadaşlarıyla sohbete etmeyi tercih ettiği gözlenebiliyordu. Canlılık ve coşkudan eser yoktu. Konfederasyon genel kurularına böylesi bir ön sürecin ardından gelindi.

Teslimiyetin ve sınıf işbirlikçiliğinin
zirvesi: Türk-İş Genel Kurulu

Türk-İş Genel Kurulu 3 Aralık’ta toplandı ve 7 Aralık’a kadar sürmesi planlanıyor. Türk-İş Genel Kurulu daha ilk gününde sendikal hareketin gelip dayandığı yeri gösteren olaylara sahne oldu. Bunların içinde kamuoyuna en çok yansıyan ve önemi itibarıyla en çok tartışılacak olan şey Başbakan Tayyip Erdoğan’ın genel kurul kürsüsünden yaptığı konuşmaydı. Tayyip Erdoğan kürsüye çıkıp delegelere, “yan gelip yatarak para kazanma devrinin bittiğini”, eğer sendikalarını güçlendirmek istiyorlarsa sadece kamuda örgütlenmenin yeterli olmadığını söyledi ve “gidin özel sektörde de örgülenin” diye öğüt verdi. Kendisine tepki gösteren ve örgütlenmenin önündeki engelleri hatırlatan delegeleri ise azarlamaya kalkıştı.

Tescilli bir sermaye uşağı ve işçi düşmanı olan Tayyip Erdoğan’ın o kürsüden söyledikleri elbette tartışılacaktır. Fakat burada asıl önemli olan şey, onu genel kurul salonuna çağıran ve kürsüye çıkartıp konuşturan konfederasyon yöneticilerinin tutumudur. İktidara gediğinden beri her fırsatta emekçilere kin kusan, işçi ve emekçilere dönük ağır saldırıların uygulayıcısı durumunda olan bir düzen politikacısının o kürsüden konuşturulması bir şeylerin artık tükendiğini göstermektedir. Tükenen devlet sendikacılığıdır. Tanıklık ettiğimiz şey; sınıf işbirlikçiliği ile göstermelik işçi savunuculuğunu artık bir arada yürütemeyen sendikal korucuların gizleyip saklamaya gerek duymaksızın gerçek efendilerinin ayaklarına kapanması, koltuklarını koruyabilmek için onlardan medet umacak durma gelmesidir. Yıllardır Türk-İş içerisinde sendikacılık yapan Cumhuriyet yazarı Şükran Soner, genel kurul izlenimlerini aktarırken bu duruma da değiniyor:

“Türk-İş’in en kötü dönemlerinde bile bu boyutlarda havlu atılmış bir genel kurulun yaşanmadığı görüş birliği var. Örgütlülükte, kazanımlarda yaşanmış kayıplar ne yazık ki Türk-iş delegelerini, sendika başkanlarını çözüm üretmek üzere arayışlara yöneltmemiş. Uzun bir gelecekte işçi, sendikal haklarda kazanım olamayacağı yolunda genel bir moral bozukluğu, teslimiyet süreci yaşanmakta.

Bu da profesyonel sendika yöneticisi, delege kimliğine, kendi iktidar, yöneticilik sürecinde sonuç alınamayacak, zorlu işçi hakları savaşımı yerine, iktidarla iyi ilişkiler, uyum içinde ayakta kalma arayışı olarak yansımakta. Türk-İş genel kurulunda çöken sendikacılığı toparlama değil, AKP ile iyi ilişkilerde koltuk koruyacak arayışlar öne çıkmış gözüküyor.” (Cumhuriyet, 4 Aralık 2003)

Şükran Soner, bunların sadece kendi izlenimleri olmadığını, genel kurula katılan birçok kişinin ortak görüşü olduğunu da yazısında vurguluyor. Son 4 yıldır yaşanan ön süreçle birlikte değerlendirildiğinde bütün bunlardan şu sonuç çıkıyor. Türkiye’de esas olarak Türk-İş tarafından temsil edilen sendikacılık anlayışı bugün gelip bir duvara dayanmış bulunmaktadır. Halen korunan üye tabanıyla sendikalar arasındaki bağlar büyük ölçüde kopmuş, konfederasyon yönetimleri ise neredeyse tümüyle sermayenin ve hükümetin dümen suyuna girmiş durumdadır.

Söylenecek çok şey yok; cenaze ortada. Kimileri onu diriltmeye, hatta diriltmeden ayağa kaldırmaya çalışıyor. Ama onu diriltmek değil gömmek gerekiyor. Bu işi ise ancak devrimci temellerde örgütlenen bağımsız, militan bir sınıf hareketi yapabilir. Sınıfın ihtiyaçlarına yanıt veren bir sendikacılık yeşertilecekse eğer, bu siyasal bir sınıf hareketi yaratarak olacaktır. Türk-İş’i dirilterek değil.