6 Aralık'03
Sayı: 2003 (10)


  Kızıl Bayrak'tan
  Genel "terör" edebiyatı ve temel ayrım noktaları
  Hak ve özgürlüklerimiz için mücadeleyi yükseltelim!
  Semiren burjuvazi, tüketilen insanlık!
  Terör örgütleri ve terör devletleri!
  İnsanca yaşamaya yeterli, vergiden muaf asgari ücret!
  Esenyurt İKE'ye keyfi jandarma baskını
  Kamuda tasfiye saldırısı ve KESK
  Genel kurulların aynasında sendikal hareket
  Direniş emperyalist zorbaları Irak'tan söküp atacaktır!
  İşgal güçlerine moral operasyonu!
  Sınıftan...
  Sermayenin saldırılarına karşı Almanya'da gençliğin mücadelesi büyüyor!
  KADEK'in feshi ve KONGRA-GEL oluşumu...
  Gürcistan: Kitle tepkisi düzenin potasına akıtıldı
  Emperyalist-siyonist zorbalar barışın önünde engeldir!
  AB: Militarizme bir adım daha
  Avrupa'da üniversiteli gençlik sokaklara iniyor!
  Bültenlerden...
  Partimiz 25. kuruluş yıldönümünde de yaşıyor, yaşayacak!..
  Kadın: Kapitalizmde köle!
  Cemal Keser'in anısına...
  Kısa polis tarihi
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
“Terör” edebiyatının rüzgarına kapılanlar,
emperyalizme-emperyalist işgale karşı duramazlar!..

Genel “terör” edebiyatı ve
temel ayrım noktaları

Efendilerin yeni savaş borusu: “Terör”!

15 ve 20 Kasım’da İstanbul’da patlayan bombaların ardından egemenler tüm dünyada “terör”, “terörizm” edebiyatına yeniden hız kazandırdılar. 20 Kasım’daki saldırılardan birkaç saat sonra İngiltere’de basın karşısına çıkan Bush-Blair ikilisi, İstanbul’daki bombalamaların, teröre karşı başlattıkları savaşı sürdürmekte ne kadar da haklı olduklarının yeni bir kanıtı olarak sunmaya çok özel bir ağırlık verdiler. Daha enkazlar bile kaldırılmamışken, bir anda tüm dünyada 11 Eylül sonrası paranoyalar depreştirildi; senaryolar, ağzı salyalı tehditler birbirini izledi. Böylece efendiler, bir kez daha göz yanılsaması ve akıl bulanması yaratarak, kirli işgallerine meşruiyet sağlayacaklarını düşündüler. Fırsat bu fırsat deyip inandırıcılığını gitgide yitirdiği için zamanla hız kesen işgal ve yıkım propagandalarına yeniden gaz verdiler/vereye de devam ediyorlar:

“Irak’ta başlattığımız işi bitirmek istiyoruz” (Bush), “Uluslararası insan avı yapıyoruz, gerekirse tek tek yok edeceğiz!” (Blair), “Onlar (Araplar, müslümanlar) fanatik, onlar terörist, onlar geri kafalı” (İngiliz basını), “İslamcı terörün uygar dünyaya karşı yürütmekte olduğu savaş!”, “Sırada kim var?”, “Terörle mücadele kararlılığımız sürecek!” (ABD basını), “Kimse kendisini güvende hissetmesin” (Avrupa basını), “İslamcı terörün arkasında Suriye ve İran var” (Siyonist İsrail basını), “Terör küreselleşiyor” (Tüm gerici dünya basını), “Bu da bizim 11 Eylül’ümüz olsun” (Emperyalist savaş ve saldırganlığın Türkiye’deki paralı, gönüllü hizmetçileri)...
Hala da devam eden bu kirli propagandadan umduklarını buldular mı peki? Bulabilirler mi? Ya da ellerindeki bu yeni savaş borusu ne kadar etkili olabilir?

Rüzgar halklardan,
direnişlerden yana esiyor!

Ne son bombalamalar ne de bunu vesile eden mesaj bombardımanı ve kirli terör kampanyası, aynı saatlerde Londra sokaklarını dolduran 200 bin göstericiyi terörün ve savaşın gerçek faillerinden hesap sormaktan alıkoymadı. Keza, Irak’ta işgal karşıtı direniş, bu aynı süreçte bir parça olsun hız kesmediği gibi, daha da yoğunlaşarak sürüyor. Onca çabaya -savaş borusunu öttürmek için dağıttıkları milyarlarca dolara- rağmen barbarca saldırılarına bir meşruiyet kazandıramadıkları, kazandıramayacakları da bir kez daha ortaya çıkıyor.

Bunun son örneği Türkiye’de yaşandı. Terörist saldırıların yeni hedefi diye özel bir tarzda öne çıkarılan Türkiye’de, devlet ve medya destekli protesto gösterileri tam bir hezimetle sonuçlandı. Türkiye’de de, dünyada da “Kitle imal silahı: Terör” (kavramsallaştırma Mustafa Balbay’a aittir ve son derece isabetlidir. Bkz. Cumhuriyet, 24 Kasım) amacına ulaşamadı. Tıpkı 11 Eylül sonrasında olduğu gibi.

Kısaca, rüzgar emperyalist barbarlardan, onların kanlı işgallerinden değil, inadına haklı direnişlerden yana esiyor. Tersine esen rüzgarlar, kanlı terör kusmuklarını gerisin geri sahiplerinin suratlarına yapıştırıyor.

“Terör” terör edebiyatına sağdan yanaşan
“sol”un hal-i pür melali!

Fakat, bu kirli “terör” propagandasının bütünüyle etkisiz kaldığı da söylenemez.

Terör ve terörizm edebiyatı, nesnel dayanağını emperyalist savaş, saldırı ve işgal ile buna karşı direniş gerçekliğinde buluyor. Ve savaş rüzgarlarını ensesinde hisseden herkes kendi sınıfsal, politik-ideolojik konumuna uygun bir “taraf”ta saf tutuyor. Bugüne kadar durdukları yerin zorluklarına katlanamayanlar durumlarını yeniden müzakere ediyor vs.

Düzen ve devlet gerçekliği karşısında sağlam bir zeminde konumlanmayan reformist sol, bu rüzgarın önünde eğilerek bir kez hangi safta yer aldığına açıklık kazandırdı. Her eğilmenin, aynı zamanda karşısındakini selamlama, onaylama anlamına geldiği unutulmamalı. Efendilerin üflediği terörizm rüzgarına kapılan reformist solun ve bir takım sivil toplum örgütlerinin estirdiği rüzgar ise, bekleneceği gibi, ara konumda olan bazı çevreleri de yanına çekti. Ve sonuçta ortaya “terörü lanetleme” başlığı altına yazılan, çelenk bırakma türünden “masum” görünümlü eylemler, medyanın ve devletin can-ı gönülden destek sunduğu protesto gösterileri çıktı.

Dizginlerini emperyalist haydutların ve işbirlikçi sermaye devletinin tuttuğu, tekelci medyanın tam destek verdiği miting ve gösterilerin ne anlama geldiği yeterince açıktır. Terörü lanetleme adına çelenk koyma gibi masum ve makul gibi görünen bir eylemin kitlelere verdiği mesaj ve taşıdığı siyasal anlam da. Saldırılarda onlarca masum insanın hayatını kaybetmiş olması ve bir yanıyla ortaya çıkan trajik manzara, böyle bir tutum almak, bu tür eylemleri mazur ve makul görmek-göstermek için bir neden olamaz. Bu ve benzeri tutumların hepsi birden, sonuç olarak emperyalist haydutların hanesine yazılıyor, savaş borazanlarının üflediği terör-terörizm progandasına güç katıyor.

Böyle bir eylemi örgütlemek ve katılmak için uydurulan “terörün gücüne de, gücün terörüne de” (ÖDP) karşı olmak biçimindeki sözde formülasyonun emperyalist haydutlara dokunan hiçbir yanı yok. “Ne Sam ne Saddam”, “Ne ABD füzesi, ne yobaz bombası” (TKP) türünden, ancak suya sabuna dokunmayanları ifade eden şiarlar (elbette tamı tamına kendilerini ifade ediyor), direnişe bir nebze de olsa fayda sağlamadığı gibi, saldırganları güçlendirir. Bu tür eylemlere katılmayı “emperyalist savaşı lanetlemek, ABD terörünü teşhir etmek, halklara barış istemek” için bir fırsat olarak gören-gösterenlere (EMEP), sormak gerekir: Bağımsız bir eylem düzenleyerek bu aynı şeyleri yapmanın önünde bir engel mi vardı? Gerçekten, üç-beş slogan atarak hedef ve niyetlerinize ulaşabildiniz mi? Gzetenizin manşetine taşıdığınız böyle bir eyleme katılım çağrısı niçin karşılık bulmadı?

Sarıldığı mazeretler ve öne çıkardığı şiarlarla bir blok olarak reformizm, -28 Şubat sürecinde, 19 Aralık katliamında, Ankara’daki esnaf eylemlerinde olduğu gibi- hem bu rüzgara kapıldı, hem de bu rüzgardan bir takım düzen içi kazanımlar elde etmeyi umdu. Başını çektikleri eylemlere kitle katılımı tam bir fiyasko da olsa, devlet nezdinde daha itibarlı bir yer edindikleri açık. Olsun, onlar için bu da az bir başarı ve kazanım değil. Olanlar ne şaşırtıcı ne de tasadüf. Pusulasını yitirenlerin yarın nerelere kadar savrulabileceğini görmek için daha sert rüzgarların esmesini beklemeye gerek var mı?

Komplocu yaklaşımlar:
Sefalet mi, komedi mi?

Daha da ilginç olanı, bir taraftan işin içinde provakosyon var, bombalamaların arkasında emperyalist devletler olabilir diyen ve kendilerini komplo teorilerine kaptıranların bir komploya kurban gittiklerinin farkına varmamasıdır. Gerçekten de işin içinde bir komplo olabilir, eylemlerin özellikle MOSSAD tarafından tezgahlanan bir provokasyon olması ihtimali de güçlüdür. Ama mesele bu değil, buna karşı sağlam bir tutum almasını bilmektir.

Evrensel gazetesinin önde gelen yazarları günlerce meseleye böyle bir “hafiye” uyanıklığıyla bakmaya çalıştılar. Ama bu kadar uyanıklık yeterli olmadı demek ki. Bakışlarıyla da, pratikleriyle bu kirli tezgaha düştüler. “Ülkemiz, mal ve can güvenliğinin olmadığı, halkımızın her an ölüm korkusu içinde yaşadığı bir atmosferin içine itiliyor. Türkiye, adım adım terörün açık satış yaptığı bir pazara çekiliyor” (Ender İmrek, Evrensel, 22 Kasım).

Bu ülkede mal güvenliği sorunu kimin sorunudur? İşçi ve emekçilerin “mal derdi” edinecek kadar malları olmuş mudur? Bu ülkede can güvenliği, korkusuzca yaşama güvencesi ne zaman vardı da şimdi bozuluyor? Kimdir bunu bozmaya çalışanlar? Bu, can havliyle, bunun verdiği telaşla yazılmış bir “panik” yazısıdır işin aslında.

Tarihsel ve güncel bir soru:
Kime karşı, hangi safta, kiminle nasıl bir mücadele!

Eğer savaş ve şiddet yeryüzünden eksik olmuyorsa; eğer kıyımlar, katliamlar, ölümler, yıkımlar yaşanıyorsa, bunun biricik ve temel nedeni bir avuç asalaktan oluşan tekelci sermayedir, onların sınıf iktidarıdır. Eğer bir gericilik aranıyorsa, bunun kalesi bizzat emperyalist-kapitalist sistemdir.

Bir kan emici sermayedarın onlarca ülkenin yıllık gelirinden ve milyonlarca emekçinin kazandığından daha fazla bir serveti elinde tutmasından daha büyük bir terör ve şiddet olabilir mi? Bir devlet ve bir sistem olarak örgütlenmiş bu haydutlar şiddet uygulanmaksızın nasıl devrilebilir?

Hangi çağdışı kalmış kurum, iktidar biçimi ve ilişki, bu gerici iktidardan bağımsızdır ve ondan bağımsız olarak ayakta kalabilmektedir? Öncelikli ve belirleyici olan hangisidir?

Bugün de canlı örneklerini gördüğümüz ve daha uzun bir süre göreceğimiz gibi, ezilen ve sömürülen emekçi sınıfların, işgal ve saldırı altındaki halkların geri ve gerici bir takım ideolojilerin etkisinde de olsa emperyalist-kapitalist düzenin kaba dayatmalarına karşı verdiği mücadele meşruiyetinden ve haklılığından bir şey kaybettirebilir mi? Böylesi somut tarihsel durumlarda, böylesi kritik momentlerde tartışılması gereken öncelikli sorun, kimi direnişlere bugün için yön veren dini ideoloji midir? Bu aslında tam da emperyalist ABD’nin sizin gibileri yanına çekmek ve halkları yanıltmak için kullandığı bir tuzak değil midir? Peki öyleyse, asıl mesele ortada duruyorken, niçin günlerdir aynı tınıda ve aynı formatlarda (“din ve terör”, “islam ve terör”) yazılara ağırlık veriyorsunuz? “İslam ve erör, din ve terör bağlantısı var mı” yönündeki her sahte tartışma, onların “medeniyetler çatışması”, “radikal islamla mücadele” diyerek gerekçelendirmeye çalıştıkları emperyalist saldırılara dolaylı olarak hizmet etmiyor mu?

Kaba bir takım gerçekleri, henüz bütünüyle ruhunu teslim etmemiş bir takım reformist anlayışlar da bir dereceye kadar görebilir ve ifade edebilirler. Ama gerçekler her zaman bu kadar basit değil. Tutum almak da! Niyet ve isteklerden bağımsız olarak; emperyalizme, kapitalizme karşı olmanın her dönemde sınandığı-sınanacağı politik ve pratik bir dizi karmaşık olay yaşanıyor. O anda aldığınız tutum, belirlenen hedefler ve lafta benimsenen doğrularla ne ölçüde bir tutarlılık içinde olduğunuzu gösteriyor. O karmaşa içinde her zaman temel bir soru(n) tüm diğer soru(n)lar üzerinde belirleyici oluyor: Kime karşı, kiminle, nasıl bir tutum, mücadele ve hedef! Tarih, yargısını daima bu temel ölçüte göre veriyor. Bu temel ve bu kaba ayrım çizgilerinin unutulması ya da bir takım mazeretler hilafina ihlal edilmesinin sonu, çoğunluklasaf değiştirmeye kadar varıyor. Çoğunlukla da buna bir takım ince politikalar, hassasiyetler yol açıyor. Ya da bunlar savrulmanın mazereti oluyor.

Reformistlerin asıl mesajı
ve çağrısı düzene!

Özet olarak, reformizmi düzenin ve emperyalizmin yedeğine düşüren bu ve benzeri tutumlar, basit bir hatanın, bir yanılgının ürünü değil. Bu, bir sınıfsal-sosyal konuma, bir programa dayanan, politik deneyimlerle varılan bilinçli bir tercihtir. Reformistler, emperyalist haydutların, büyük bir ikiyüzlülük ve çok bilinçli bir şekilde “terör”, “terörizm” diyerek her türlü direnişi, devrimci şiddeti karalamayı hedef aldıklarını bilmiyor olamazlar. Emperyalizmin “dini terör” diyerek hedef saptırdığını göremediği de söylenemez.

Ama, siz barış, demokrasi, parlamenter mücadele vs. diyerek şiddete dayalı mücadeleyi mahkum etmişseniz, tabii ki bir adım daha atıp, “kimden gelirse gelsin, her türlü teröre karşıyız” diyerek düzenin kucağına oturur, emperyalist haydutların değirmenine durmadan su taşırsınız. Canını dişine takmış direnen işçilere, emekçi halklara da “elinizdeki silahları bırakın” demek dışında bir öneriniz, bir politikanız da olamaz. Söyleyemeseniz de politikanız bu anlama geliyor zaten. Bundan da rahatsız olmaz, teslimiyet bayrağını can-ı gönülden daha da yukarı çekersiniz.

“Ama bunlar kör terör eylemleri”, “biz şiddete dayalı mücadeleyi reddetmiyoruz” demek kimseyi kurtarmaz. Geminizi düzenin dümen suyunda yüzdürmenizi, onların terör demagojisine üflemenizi bununla açıklamanız inandırıcı da olmaz. Geçmişte, PKK ile devlet arasındaki çatışmalarda da benzer olaylar oldu, aynı trajediler yaşandı. Ama yeminli düzen yanlıları dışında kimse de bunu, devletin düzenlediği “terörü protesto” gösterilerine katılma gerekçesi yapmadı. Siz de yapmamıştınız, değil mi?

Bu sorunların ne kadar hassas bir şekilde ele alınması gerektiğinin farkındayız. Her deneyimden dersler çıkarıp bu hassasiyetle tutum geliştirmek gerekir. Ve biz henüz, en kaba ayrımlar üzerinde durduk. Zira asıl mesele, öncelikli sorun budur. Sınıf mücadelesi son derece kaba sınıfsal gerçekler, kaba hatlar üzerinden biçimlenir. Bir takım hassasiyetler öne çıkarıldı mı, varılacak yer, adım adım saflardan düşmek olabilir ancak. Yaşanan olaylar bu kaba hatırlatmanın gerekli olduğunu gösterdi.

Erdoğan’ın kanına dokunduğunu söylediği eylemcilerin müslüman kimliği, çok özel bir yarayı kaşıyor, adeta birilerinin de kanını coşturuyor. Bu da bir hassasiyet, ama adam en temelde nerde duracağını, nasıl bir tutum alacağını biliyor. Cumhuriyet gazetesi, günlerdir Erdoğan’a bu terörün adını koyması yönünde baskı yapıyor. Bunu neredeyse en önemli iş olarak önüne koymuş bulunuyor. Elbette bu egemen klik içinde kalan bir mesele ve Cumhuriyet burada ordu cenahının sözcülüğünü yapıyor.

Peki ya diğerleri? TKP’nin ibretlik tutumunun Cumhuriyet’ten, İP’ten aşağı kalır yanı yok. Çünkü o da hassas dengelere oynayarak, kendine düzen içinde daha ayrıcalıklı bir yer edinmeye çalışıyor. 28 Şubat’ta da benzer biçimde “ne o, ne bu” diyerek mevcut sorunun üstünden atlamayı başaranlar, bu “kıvrak” politika çok şey kazandırmış olacak ki, aynı biçimde “Ne Bush, Ne Saddam” diyerek devam ettiriyorlar. Sözüm ona böylece, “hassasiyete dayalı ince bir politika” yapıyorlar. Son bombalama eylemleri ve bu nedenle artan hassasiyet, şimdi onlara açılan bu kanaldan daha da ileri gitmelerinin de vesilesi olacak gibi görünüyor. Orta sınıfların, küçük burjuva aydınların çok özel bir hassasiyet taşıdığı meselenin bu yanıyla uğraşmak, emperyalist savaş karşıtı mücadeleye, direnen halklara bir şey kaandırmaz. Devletin vereceği destek ve bu arada, bu vesileyle orta sınıftan TKP’ye kaydolacak birkaç üye az şey değil tabii.

Yaşadığımız güncel olayların, hassasiyetler, mazeretler ve niyetlerin ötesinde somut bir karşılığı var: Bu ülkede, devlet terörünün ne olduğunu acı biçimde yaşayarak gören, TV’lerde emperyalist-siyonist vahşeti izleyen halka, “terörün her türlüsü” diyerek yaklaştığınızda alacağınız karşılık, çağrısını yaptığınız miting meydanlarındaki hayal kırıklığının üstüne, bir de tarihsel utancınızla başbaşa kalmanız olabilir ancak!

Ve bu emekçi halk, bu çağrı vesilesiyle henüz yalnızca eğilimini ortaya koydu. Yarın öfkesini, devrimci şiddetini de ortaya koyacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Bir takım ince hassasiyetlere sahip olanlar, varlıklarını ve politikalarını buna dayandıranlar, reddetseler de bunu hesaba katmak zorundadırlar.