22 Kasım'03
Sayı: 2003 (09)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist, siyonist ve gerici terör ittifakına göğüs gerelim, Ortadoğu halkları ile dayanışmayı yükseltelim!
  "Terör" demagojisine prim vermeyelim, saldırılara karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Talabani Türkiyeli işbirlikçilere moral vermeye geldi...
  Direnişi kırmak için yeni taktikler!
  Kanlı sicillerinin üstünü örtemeyecekler!
  Irak halkının direnişten başka yolu, ABD'nin kaçıştan başka çıkışı yok!
  Londra'da yüzbinler savaşa ve savaş çetesine karşı yürüdüler...
  Türk-İş Genel Kurulu üzerine
  Sınıf hareketinden...
  BEKO taşeron kıskacında!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/6
  Dünden bugüne geleneksel sol hareket
  Sefalet ücretini kabul etmeyelim!
  Annan Planı: Kimin için ve nasıl bir çözüm?
  İlaç tekellerine yeni imkan: İlaçlara reklam
  Kapitalizm ve "sokak çocukları"
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Dominik Cumhuriyet: Genel grev ve devlet terörü
  Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm!
  İstenmeyen Yankee'ler
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Öncü işçiler görev başına!

Arkadaşlar! Sermayenin saldırılarının giderek yoğunlaştığı, bunun sonucunda çalışma ve yaşam koşullarımızın gün geçtikçe kötüleştiği, işsizliğin, açlık ve sefaletin büyüdüğü bir dönemden geçiyoruz.

Emperyalist işgal ve sömürü politikaları bütün dünyada işçi ve emekçileri, halkları yeni yıkımlarla, yeni acılarla yüzyüze bırakıyor. Türkiye’de ise işbaşındaki AKP hükümeti, emperyalizme uşaklığı, işçi ve emekçilere düşmanlığı kendine iş edinmiş durumda. İMF-TÜSİAD dayatması sömürü ve yıkım politikalarını büyük bir kararlılıkla hayata geçiriyor. Hükümetin uygulamaya çalıştığı sömürü ve yıkım politikalarının neler olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok; çünkü hepimiz bunları yaşayarak görüyoruz, biliyoruz.

Bütün bu saldırılara karşı işçi ve emekçiler cephesinden kayda değer bir mücadele örgütlenemedi. Ne yazık ki gerçek bu. Kölece koşullarda çalışmaya mahkum edildik, işten atıldık, aç bırakıldık fakat bütün bunlara karşı neredeyse hiçbir şey yapamadık. Milyonlarca işçi ve emekçinin sahip olduğu muazzam gücü, sermayenin sömürü ve savaş politikalarına karşı seferber edemedik. Tüm öfkemize ve tepkimize rağmen, elimiz kolumuz bağlı bir şekilde olanları seyretmekle yetindik. Meydanı tümüyle sermayeye, emperyalizme uşaklığı iş edinenlere bıraktık.

Arkadaşlar! Meydanı sermayeye bırakmış olmamızın değişik nedenleri var. Fakat bunlardan belki de en önemlisi, işçi sınıfın mücadele örgütleri olması gereken sendikaların son yıllarda içinde bulundukları durumdur. Belki eskiden de böyleydi, ama şu son 4-5 yıllık dönemde sendikalarımız sınıfın mücadele örgütleri olma özelliğini önemli ölçüde yitirdiler. Konfederasyon yönetimleri birçok konuda sermaye ve hükümetle açık işbirliğine girmekten dahi çekinmemiş, işçi sınıfına ihanet etmiştir. Sendikaların ve şubelerin bir kısmı için de aynı şey geçerlidir. Bunlar bütünüyle sınıftan kopmuş, patronların elinde oyuncağa dönüşmüştür. Sınıftan yana olduğunu iddia eden, sınıfın çıkarlarını savunduğunu söyleyenlerin bir çoğu ise sınıfın mücadelesine önderlik eden kurumlar lmaktan çıkmış “avukatlık bürosuna, toplu sözleşme makinesi”ne dönüşmüştür. Aynı şey, belki daha farklı ölçülerde, Birleşik Metal için de geçerlidir. Birleşik Metal de sermayenin saldırılarına karşı üzerine düşen sorumlulukları gerektiğince yerine getirebilmiş değildir. Tarihsel önemde bir saldırı olan kölelik yasasına ya da bugün yaşanan diğer hak gasplarına karşı tek yapılan şey, onula bununla görüşmek, mahkemelerin kapısını aşındırmaktır. Sendikalaştığı için işten atılan işçiler için sendikanın tek yaptığı İş Güvencesi Yasası’na dayanarak mahkemelerde dava açmaktır. İşçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanmaktan kaçınan, onun yerine uzlaşmacılığı ve diplomasiyi esas alan bir sendikacılık pratiği sergilenmektedir.

Arkadaşlar! Derdimiz suçlu aramak değil. Zira bu saydıklarımız sadece Birleşik Metal’de yaşanan şeyler değil. Söz konusu olan durum, sınıf hareketinin genel bir sorunu. Ve bu durumun asıl sorumlusu, en az sendikacılar kadar bizleriz.

Metalde ya da başka sektörlerde çalışan işçiler sendikaların bugünkü duruma gelmesinde en az sendikacılar kadar pay sahibidirler. Tabandaki işçinin örgütlülüğü sendikaya üye olmaktan ibaret gördüğü, sınıfının ve ülkenin sorunlarına sahip çıkmaktan ve elini taşın altına sokmaktan kaçındığı koşullarda başka ne beklenebilirdi ki? Tabandaki öncü işçilerin sahip çıkmadığı, içinde çalışmadığı, denetlemediği sendikaların başka türlü olması mümkün mü?

O yüzden iğneyi kendimize, çuvaldızı sendika yönetimlerine batıracağız. Elbette ki sendika yönetimlerindeki uzlaşmacı, bürokratik anlayışlara karşı en sert biçimde mücadele etmeliyiz. Hatta şimdiden şube ve sendika yönetimlerine talip olmalı, sendikalara bağımsız sınıf çizgisini hakim kılmak için çaba sarfetmeliyiz. Ama eğer asıl derdimiz sınıf mücadelesini güçlendirmekse dönüp kendi sorumluluklarımıza da sahip çıkmalıyız. En başta kendimize ve arkadaşlarımıza güvenmeliyiz. Bunlardan bir şey çıkmaz, bunlar adam olmaz bakışını yıkmalıyız. İşyerlerimizde sendikadan ve patrondan bağımsız güçlü taban örgütlenmeleri oluşturmalı, arkadaşlarımızı sınıf bilinciyle donatmak için zaman ve emek harcamalıyız. Onları sınıfın ve ülkenin sorunlarına duyarlı bilinçli işçiler haline getirmeliyiz. Bunu yapabildiğimiz ölccedil;üde sendikalarımızdaki bürokratik uzlaşmacı yönetimlerden hesap sorabilir, yola gelmediklerinde de onları sendikalarımızdan kovabiliriz.

Bugünkü koşullarda sermayenin saldırılarını püskürtmenin tek yolu devrimci bir sınıf hareketi inşa etmektir. Devrimci bir sınıf hareketi ise işyerlerinde bilinçlenme ve örgütlenme çalışmalarını büyük bir azimle yürütmekle, saldırılara ve hak gasplarına karşı eylemli bir mücadele tarzını hayata geçirmekle yaratılacaktır.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun (BDSP) politikalarını benimseyen metal işçileri olarak tüm sınıf kardeşlerimize çağrımızdır. Gelin sendikalı, sendikasız tüm fabrikalarda örgütlenme ve bilinçlenme seferberliğine girelim! Gelin sermayenin sömürü ve işgal politikalarına karşı bağımsız devrimci sınıf hareketini birlikte yaratalım! Gelin sermayeye milyonların gerçek gücünü gösterelim, saldırıları militan bir mücadeleyle göğüsleyelim! Gelin yarınlarımızı kendi ellerimize alalım!

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!

BDSP’li metal işçileri

(Esenyurt İşçi Bülteni’nin
Kasım ‘03 tarihli son sayısından...)



Dünyanın dört bir yanında
barbar sömürücüler saldırıyor,
işçi sınıfı ve emekçi halklar direniyor!

Bolivya’da, Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Güney Kore’de Kolombiya’da ve ABD’de ve daha pek çok yerde emekçiler aynı düşmana karşı seslerini yükseltiyorlar. Henüz istenilen düzeyde olmasa da Türkiye’de sömürü politikalarına ve Amerika’nın Irak’ı işgal etmesine karşı eylem ve tepkiler yaşanıyor. Savaşa, sefalete ve sömürüye dayalı barbar kapitalizm varoldukça emekçiler ve ezilen halklar da direnmeye devam edecekler.

İşte Bolivya halkı, İMF reçetelerine ve ABD’nin çıkarlarına karşı canı pahasına direndi. Günler süren grev ve gösteriler sonucu istediğini kazandı, Amerikan uşağı devlet başkanı istifa edip Amerika’ya kaçtı. 80’den fazla emekçinin ölümü pahasına kazanılan bu başarı, henüz başlangıçtır.

Filistin halkı Hitler’i aratmayan Kasap Şaronlar’ın iktidarındaki İsrail’e karşı yıllardır kahramanca direniyor. İsrail siyonizmi her gün, her saat ölüm kusuyor ama yine de direnişi bitirmeyi, halkın mücadelesini ezmeyi başaramıyorlar-başaramayacaklar.

Irak halkı özgürlüğü, onuru ve geleceği için işgalci güçlere karşı direniş bayrağını her geçen gün daha da yükseltiyor. Ne katliamlar, ne baskılar ne de pervasız şiddet ırak halkının direnişini teslim almaya yetmiyor. Çünkü onlar özgürlüğe giden yolun direnişten geçtiğini biliyorlar. Boyun eğmektense direnerek ölmeyi tercih ediyorlar.

Bizler ise işçiyi, emekçiyi ezen sömürü ve soygun politikalarına karşı doğru düzgün sesimizi çıkartmıyoruz. Ve suskunluğumuzun bedelini çok ağır bir biçimde ödüyoruz. Mesela son 6 ayda ihracatta, sanayide bir büyümeden bahsediliyor. Yani, son 6 aydır biz daha çok üretmiş, daha çok çalışmışız. Ama son 6 aydaki bu büyümeden payımıza düşen ücretlerin daha da düşmesi, tensikatlar, yeni zamlar ve vergiler olmuş. Baskıların artması, hak alma mücadelesine daha fazla saldırı olmuş.

Bundan bir süre önce İzmit’te hakları için direnen Pirelli-Ekolaks işçilerinin direniş çadırları polis tarafından yıkıldı. İşçiler gözaltına alındı, dövülüp hastanelik edildi. Bayrampaşa’da çorap işçileri haklarını istedikleri için polisin vahşi saldırısına maruz kaldılar. Eskişehir’de Paşabahçe Cam Fabrikası işçilerinin direnişleri de polis baskısı altında devam ediyor. Çorlu ve Çerkezköy’de çeşitli fabrikalarda sendikalaşma mücadelesi veren işçilerin direnişleri de patron-polis saldırılarından nasibini aldı. Yanı başımızda Kıraç’ta kurulu olan Teknik Empirme işçileri de direnişlerini jandarmanın saldırı ve gözaltı tehditleri altında sürdürüyorlar.

Ama ne kadar saldırsalar da nafile. Direnişler arttıkça haramilerin saltanatı sarsılıyor, kanlı yüzleri daha da açığa çıkıyor. Direnişler yaygınlaşıp güçlendikçe, işçi ve emekçiler, emperyalist işgal altındaki halklar daha bir güvenle, daha bir cesaretle karşı koyuyorlar.

Zafer bu direnişlerin açtığı yoldan gelecek. Zafer, özgürlükleri, hakları için bedel ödemeyi göze alan milyonlarca emekçinin ortak eseri olacak. Türkiyeli işçi ve emekçilerin işgal ortaklığına, artan kapitalist saldırılara karşı daha kararlı ve militan bir şekilde örgütlü mücadeleye atılmak dışında bir seçeneği yoktur.

(Esenyurt İşçi Bülteni’nin
Kasım ‘03 tarihli son sayısından...)