22 Kasım'03
Sayı: 2003 (09)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist, siyonist ve gerici terör ittifakına göğüs gerelim, Ortadoğu halkları ile dayanışmayı yükseltelim!
  "Terör" demagojisine prim vermeyelim, saldırılara karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Talabani Türkiyeli işbirlikçilere moral vermeye geldi...
  Direnişi kırmak için yeni taktikler!
  Kanlı sicillerinin üstünü örtemeyecekler!
  Irak halkının direnişten başka yolu, ABD'nin kaçıştan başka çıkışı yok!
  Londra'da yüzbinler savaşa ve savaş çetesine karşı yürüdüler...
  Türk-İş Genel Kurulu üzerine
  Sınıf hareketinden...
  BEKO taşeron kıskacında!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/6
  Dünden bugüne geleneksel sol hareket
  Sefalet ücretini kabul etmeyelim!
  Annan Planı: Kimin için ve nasıl bir çözüm?
  İlaç tekellerine yeni imkan: İlaçlara reklam
  Kapitalizm ve "sokak çocukları"
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Dominik Cumhuriyet: Genel grev ve devlet terörü
  Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm!
  İstenmeyen Yankee'ler
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Annan Planı: Kim için ve nasıl bir çözüm?

Kuzey Kıbrıs’taki göstermelik cumhuriyetin 20. yılı resmi törenlerle kutlandı. Ancak kutlamalar, cumhuriyetin 20 yılının şan ve şerefinden dem vuran konuşmalarla ve geleceğe dair çizilen pembe tablolarla değil, bir cenaze merasimi havasında geçti. Zaten bugün adada Denktaş ve avanesi dışında hiç kimse bu cumhuriyetin meşruluğuna inanmadığı gibi, ona herhangi bir gelecek de biçemiyor.

Kuzey Kıbrıs’ı işgal altında bulunduran Türk sermaye devleti, bu işgalci egemenliğini sürdürmekte zorlanırken, emperyalistlerle girdiği kölece ilişkiler ile ekonomik-siyasal bakımdan içerisine düştüğü ağır sorunların bir sonucu olarak, kendisi için olanaklı olan en az kayıp-en fazla kazanımla bu defteri nasıl kapatabileceğini hesaplıyor.

Bu bakımdan düzen cephesinden farklı sesler yükselse de, bunun işgalci egemenliğin sürdürülmesini isteyenlerle istemeyenler arasında bir çatlak olmadığı bellidir. Düzenin iktidar odakları, somutta ordu ile tekelci burjuvazinin örgütü TÜSİAD ve hükümeti arasında zaman zaman, daha çok da ordunun siyasal vesayetini aşma çabasının ürünü bir takım girişimler ve mücadeleler yaşansa da, bunun sınırları emperyalistlerin çıkarları ve düzenin temel dengelerinin hassasiyetiyle belirleniyor. Böyle olduğu ölçüde Kuzey Kıbrıs’ta görünürde farklı tutumlar suları bulandırsa da, artan emperyalist baskı karşısında sermaye iktidarının bir bütün olarak başka türlü davranmasına imkan yoktur. Bu yönde sayısız emare bulunmaktadır.

Mevcut tabloda sadece emperyalist baskı değil, bu baskının kurulmasına da önemli ölçüde malzeme yapılan işgal karşıtı halk muhalefeti de sermaye iktidarını zorlayan önemli bir etken durumundadır. Ancak bu muhalefet büyük ölçüde sermaye iktidarının işgalci egemenliğine yöneliyor ise de, soruna yaklaşımı ve çözüm platformuyla kullanıma açık ve yer yer uzlaşmacı bir çizgide bulunuyor.

Muhalefet cephesindeki bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri geçen hafta içerisinde yaşandı. Muhalefetteki sosyal-demokrat CTP’nin seçimlerle ilgili usulsüzlükleri bizzat Tayyip’e şikayet ederek, AKP hükümetinden Denktaş yönetimine müdahalede bulunmasını istedi. Bununla birlikte 20. yıl vesilesiyle düzenlenen törenler için Kıbrıs’a giden Tayyip’in göstereceği işaretin çeşitli muhalefet gruplarınca merakla beklenmesi ve işaretin kendileri lehine verilmesi için hükümet nezdinde girişimlerde bulunulması bunun uç örneği oldu.

Kuzey Kıbrıs muhalefetinin CTP’ye yakın önemli bir bölümü Kuzey Kıbrıs sorununu Denktaş’ın katı ve uzlaşmaz kişiliği ile özdeşleştirmiş bulunuyor. Bu yaklaşım öylesine büyük bir perde işlevi görebiliyor ki, sermaye iktidarı bir hedef olmaktan çıkarılarak hedefin başı sonu Denktaş’tan ibaret tutulabiliyor. Ayrıca CTP ile birlikte muhalif grupların önemli bir bölümü, Türk sermaye devletinin işgalci egemenliğine karşı olmakla birlikte, çözümü emperyalist AB’de görmektedir.

Tüm bunlar, gerek Kıbrıs’ta gerekse ülkemizde işçi ve emekçiler cephesinden büyük bir kafa karışıklığına yol açmaktadır. Bu kafa karışıklığını gidermek, Kıbrıs’ta çözüm olarak öne sürülen planların arkasındaki sınıfsal çıkar ve beklentiler ile, Kıbrıslı işçiler ve emekçiler için gerçek bir çözümün ne olduğu konusunu aydınlatmak gereklidir. Bunu ise, öncelikle Kıbrıs tarihi üzerinden, ikinci olaraksa günümüzde emperyalist-kapitalist düzenin güç dengeleri ve bölgemize ilişkin oluşturdukları stratejik planlamalardaki yerini ortaya koyarak yapmak gerekir.

Kıbrıs’ın tarihi emperyalist müdahale ve
provokasyonlar tarihidir!

Kıbrıs’ın tarihi bugüne kadar hep sömürgecilik ve emperyalist müdahalelerle belirlenmiştir. Ada 1571’de Osmanlılar’ın eline geçmiş, 1878 Berlin Anlaşması ile Rusya’ya kaptırılan toprakların geri alınması için yapılacak yardım karşılığı İngiltere’ye kiralanmıştır. Daha sonra İngiltere Osmanlılar’ın birinci emperyalist paylaşım savaşı sırasında karşı cephede yer alması üzerine Kıbrıs’ı ilhak ettiğini ilan etmiştir. Bu durum 1925 yılında imzalanan Lozan Anlaşması ile de tescil edilmiştir.

Ancak İngiliz egemenliği, 1931’de Rum halkının ayaklanma düzeyine ulaşan sömürge karşıtı hareketi tarafından tehdit edilmekteydi. Bu dönemde ada nüfusunun ağırlıklı bölümünü Rumlar oluşturuyordu. Türkler ise küçük bir azınlık durumundaydı. İngiliz emperyalizmi, sömürge karşıtı hareketi kırmak amacıyla klasik “böl-yönet” taktiğine başvurarak Türkleri ayaklanmanın bastırılmasında kullandı. Türkler daha örgütlü biçimde Rum direnişini bastırmak için silahlı eylemlere yönlendirildiler. Buna paralel olarak milliyetçi temelde örgütlenen Rum örgütleri de eylemlerini yoğunlaştırdılar. Karşılıklı olarak büyüyen bu çatışma kısa sürede bir etnik savaş görünümü kazandı.

1950’li yıllarda Süveyş gibi Ortadoğu’daki önemli egemenlik alanlarını büyük ölçüde ABD’ye kaptıran İngiltere için Kıbrıs’taki varlığını korumak büyük bir önem taşıyordu. Ancak bu egemenliğin eski biçimiyle sürdürülmesi artık mümkün görünmüyordu. Bu nedenle adada mevcut çatışma durumunu da bir süreliğine askıya alacak biçimde Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile İngiltere’nin sömürgeci yönetimi ortadan kalkmış, ancak adadaki üsleri ve askeri varlığı korunmuştur. Adanın geleceği emperyalistler tarafından belirlenmeye devam etmiştir.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Makarios yönetiminde Sovyetler Birliği’ni yakın ve Bağlantısızlar Hareketi içerisinde yer alması yeni emperyalist müdahaleleri gündeme getirdi. Bu dönemde Rum ve Türk milliyetçi çeteleri karşılıklı olarak harekete geçirildi, sonrasında Samson tarafından faşist bir darbe ile Makarios devrildi. Bu darbeyi ve Türklere yönelik katliamlar gerçekleştirildiğini bahane eden Türkiye adaya askeri müdahalede bulundu ve adanın Kuzeyi işgal edildi. Bu işgal ABD ve İngiltere’nin çıkarları ile uyuşsa da işgalin sürdürülmesi Türk sermaye devletinin bu emperyalistleri karşısına almasına neden oldu. Kıbrıs’taki süreç, adanın ikiye bölünmüşlüğü temelinde gelişerek bugüne vardı.

Görülmektedir ki, Kıbrıs üzerinde emperyalist müdahaleler hiç eksik olmamış, halkların kendi kaderini belirleme çabası emperyalistler ve bölgesel gerici devletler tarafından bastırılmıştır. Bugün de Kıbrıs’ın birleştirilmesi eksenindeki girişimlerin arkasında emperyalist amaçlar bulunmaktadır.

Annan Planı çözüm olabilir mi!

Bugün Kıbrıs sorununun çözümü için BM tarafından gündeme getirilen, ABD ile AB’nin destekledikleri, taraflara baskı yaptıkları Annan Planı Kıbrıs muhalefetinin önemli bir bölümü tarafından desteklenmektedir. Oysa bu plan ile ilk olarak ada üzerindeki İngiliz üsleri ve askeri varlığı ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye tanınmış olan garantörlük-müdahale hakkının korunması güvence altına alınmaktadır. Böylece Annan planı Kıbrıs halkının iradesini ve kendi geleceği üzerinde söz söyleme hakkını hiçe saymaktadır. Emperyalist müdahaleyi ve Kıbrıs’ta tuttukları mevzileri sözde ortak bir devlet çatısında altında meşrulaştırmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Ayrıca Annan Planı, “parça devlet”lerden oluşacak bir ortak devlet oluşumunu öngördüğünden, mevcut bölünmüşlüğ¨ korumakta ve güçlendirmektedir.

Annan Planı emperyalist bir çözüm planıdır. Emperyalist çıkarları esas almakta, halkın talep ve istemlerini karşılamamaktadır. ABD ve AB emperyalistleri (somutta İngiliz emperyalizmi) Kıbrıs’ı Ortadoğu’ya yönelik bir saldırı ve savaş üssü olarak düşünmektedirler. Bununla birlikte Kıbrıs’taki bölünmüşlük ve Kuzey üzerindeki işgalci egemenlik nedeniyle Kıbrıs bir bütün olarak emperyalist-kapitalist sisteme ileri düzeyde entegre edilememektedir. Kuzey Kıbrıs’ın ortak devlet altına alınmasıyla birlikte adanın kuzeyi de emperyalist tekellerin sınırsız yağma alanı haline getirilecektir.

Annan planı temelindeki bir çözüm yeni bir Rum-Türk çatışmasının tohumlarını da beraberinde ekecektir. Çünkü, Kuzey’in Rum burjuvazisinin hareket alanı haline getirilmesi, öncelikle Kuzeydeki işçilerin ucuz işgücü olarak kullanımı, Rum işçileri ve emekçilerinin sosyal-ekonomik durumunda ciddi bozulmalar yaratacaktır. Sadece bu bile Rum ve Türk halkları arasında ciddi milliyetçi gerilimin doğmasına zemin oluşturabilecektir. Bu ise, emperyalistler ile Yunan ve Türk sermaye devletleri tarafından yeni bir çatışma için gerektiğinde kullanılabilecek bir imkan demektir. Dolayısıyla adaya emperyalist çözüm temelinde getirilmiş bir barış geçici olmaya mahkumdur.

Annan Planı’nın Kuzey Kıbrıs cephesinden gördüğü destek büyük ölçüde ekonomik nedenlere dayanmaktadır. İşçi ve emekçiler cephesinden bu, iş bulma ve insanca yaşamanın AB üyeliğiyle geleceği beklentisine dayalıdır. Güney Kıbrıs’ın ekonomik gelişme düzeyi ve halkın yaşam standartı ayrıca somut bir örnek durumundadır.

Kıbrıs işçi ve emekçilerinin çözümü
birleşik mücadelededir!

Ancak Annan Planı’yla Kuzey Kıbrıs’ın işçi ve emekçilerinin üzerindeki sömürü daha da artacaktır. Rum burjuvazisi tarafından ucuz işgücü olarak kullanılması vb. nedenlerde Kuzey Kıbrıs’ın emekçilerinin yaşamında herhangi bir değişiklik olmayacaktır. İki Almanya’nın birleşmesi bu bakımdan yeterince açıklayıcı bir örnektir.

Kıbrıs işçi sınıfı ve emekçilerinin kurtuluşu, emperyalistler ile Yunan ve Türk egemenlerinin halklar arasında yarattıkları düşmanlığa son vererek birleşik bir mücadelenin yükseltilmesine bağlıdır. Bunun için çıkarların ortak olduğu bilinciyle hareket etmek zorunludur. Böylesi bir bilincin en olanaklı ve sağlam zemini Kıbrıs’ın her iki milliyetten işçilerinin tek örgüt çatısı altında örgütlenmeleridir. Bu, ortak çıkarlar temelinde emperyalistleri, bölgesel gerici devletleri ve adadaki dayanaklarını temizleyecek örgütlü savaşımın yolu açılabilir. Ancak böyle bir savaşımın sonucunda emperyalistler ve işbirlikçiler adadan kovularak birleşik ve özgür bir Kıbrıs yaratılabilir.