21 Kasım'03
Sayı: 2003 (09)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist, siyonist ve gerici terör ittifakına göğüs gerelim, Ortadoğu halkları ile dayanışmayı yükseltelim!
  "Terör" demagojisine prim vermeyelim, saldırılara karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Talabani Türkiyeli işbirlikçilere moral vermeye geldi...
  Direnişi kırmak için yeni taktikler!
  Kanlı sicillerinin üstünü örtemeyecekler!
  Irak halkının direnişten başka yolu, ABD'nin kaçıştan başka çıkışı yok!
  Londra'da yüzbinler savaşa ve savaş çetesine karşı yürüdüler...
  Türk-İş Genel Kurulu üzerine
  Sınıf hareketinden...
  BEKO taşeron kıskacında!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/6
  Dünden bugüne geleneksel sol hareket
  Sefalet ücretini kabul etmeyelim!
  Annan Planı: Kimin için ve nasıl bir çözüm?
  İlaç tekellerine yeni imkan: İlaçlara reklam
  Kapitalizm ve "sokak çocukları"
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Dominik Cumhuriyet: Genel grev ve devlet terörü
  Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm!
  İstenmeyen Yankee'ler
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Bombalı saldırıların sorumluları ve “derin”deki kaynakları bizzat emperyalist-terörist devletlerdir...

Emperyalist, siyonist ve
gerici terör ittifakına göğüs gerelim,
Ortadoğu halkları ile dayanışmayı yükseltelim!..

İstanbul’daki bombalı saldırıları kınamayan kalmadı. İslami terör vurgusuna ağırlık verilmesine ve bundan yarar umulmasına karşın, Türkiye’nin İslamcı parti hükümetinin yetkilileri, adeta, bu kınama korosunun solistliğine soyundular. Ve elbette, ilk kınayanlardan biri dünyanın terörist başı Bush oldu. Saldırılar Yahudi mabetlerine yönelik olduğu halde, Bush İsrail’den bile erken davrandı. Fakat İsrail’in iyi düşünülmüş ve özellikle de AB’yi hedef alan demagojik açıklamaları, bu saldırıların oluşturacağı atmosferden yararlanmaya adeta önden hazırlıklı olduğuna ilişkin olarak yarattığı dikkat çekici izlenim, saldırıların bir siyonist provokasyon olabileceği şüphelerini artırarak terörün gerçek adresi konusunda da ipuçları vermiş oldu. Tetiğin kime çektirildiği, bombaların kime patlattırıldığı çok önemli değil. Eylemin yol açtığı siyasal sonuçlar, onun kaynağının ne olduğu konusunda çok daha açıklayıcı ve aydınlatıcıdır. Sonuçta tüm siyasal sonuçlarıyla olduğu gibi Filistin halkına kan kusturan siyonist terör şebekesine ve Irak’a çullanmış savaş çetesine yarayan eylemlerle yüzyüzeyiz.

Gerek Türkiye-İsrail-ABD tarafından yapılan açıklamalar, gerekse medya tekelleri eliyle, yine “teröre karşı mücadele” teması ekseninde bir gericilik/saldırganlık kampanyası şiddetlendirilmiş bulunuyor. Bu fırsatçılık bile, bu üç terörist devletin Ortadoğu eksenli kanlı ittifaklarını güçlendirmek amacına yönelik bir provokasyonla yüzyüze olduğumuzu akla getiriyor. Bu, eylemin üçlünün mü yoksa aynı amaca yönelik olarak onlardan birinin mi ürünü olduğu gerçeğini önemsizleştiriyor. Sonuçta eylemin yarattığı atmosfer, Ortadoğu halklarına karşı bu üçlü “şer itifakı”nı güçlendirmiş bulunuyor.

Özellikle Türkiye’nin faşist-gerici-işbirlikçi örgüt ve odaklarının, ABD emperyalizminin dünya üzerinde estirdiği teröre maşalık yapılması zorunluluğu üzerine bildik teranelerini hemen okumaya başlaması; Bush’un ilk iş olarak “uluslararası teröre karşı” verdikleri mücadelenin haklılığını vurgulaması ve buna ilişkin ittifakların daha da güçlendirilmesini istemesi, bu kuşkuları artırıcı kanıtlar sayılmalıdır.

Şüpheleri bir provokasyon ihtimaline yönelten en temel etkenlerin başında, emperyalist-siyonist terör makinesinin bu konuda son derece kirli bir sicile sahip olması geliyor. Sırf dünya hegemonyasını pekiştirmek uğruna Ortadoğu’da taş üstünde taş bırakmamaya azmetmiş görünen ABD, siyasal hedeflerine hizmet edecekse eğer, niçin bombaların pimini İstanbul için de çektirmesin ki! Ve, Filistin’de hiç gözünü kırpmadan sivil katliamını sürdüren ve bu arada kendi sivil halkının saldırıya uğramasını önemsemeyip çatışmayı azdıran siyonist İsrail, yayılmacı politikalarına hizmet edecekse eğer, niçin aynı şeyi İstanbul’da yapmasın ki? Bu soruya olumsuz yanıt vermek için, sinagoglardan dolayı kendi ırkdaşı gibi bir gerekçenin kullanılması abesle iştigalden başka bir anlam taşımaz. Çünkü İsrail’in (ve faşistinden “demokrati” olanlarına kadar tüm burjuva devletlerin), düzenin bekası adına kendi yurttaşlarına ya da ırkdaşlarına nasıl kıyabildikleri, tarihte ve günümüzde sayısız örnekler üzerinden izlenebilmektedir.

Türkiye’ye gelince, Susurluk vakası üzerine üst düzey bir devlet yetkilisinin itirafları, kirli savaş suçlusu Mehmet Ağar’ın “bin operasyon” itirafı bile, Türk devletinin katliamcı kimliği konusunda en küçük bir tereddüt dahi bırakmayacak açıklıktaydı. Mehmet Ağar’ın itirafının ne anlama geldiğini ise, en güdük şekliyle hazırlanan “Susurluk raporu” bile, birçok kirli operasyonu kayda geçirerek teyid etmiş bulunmaktadır.

Susurlukçular’ın aklanmasından şimdilerde valilerin çetebaşı atanmasına ilişkin genelgelerin yayınlanmasına kadarki tüm gelişmeler ise, Türk devletinin terörist kimliğini kıskançlıkla korumaktan ne kadar büyük bir yarar umduğunu gösterdi. Türk devleti, Türkiye halklarına karşı savaşı, zaman zaman düşük seviyelere indirmek zorunda kalsa da, asla terketmedi. Kirli savaş örgütünü asla gevşetmedi. Dolayısıyla, eğer sonuçları itibarıyla yarar umarsa, kanlı ortaklarıyla işbirliği halinde bombaları patlattırmış olması neden mümkün olmasın! MİT’in CİA’nın bir alt kolu gibi çalıştığı, neredeyse elli yıldır CİA ve MOSSAD’la içiçe olduğu, bunlarla ortaklaşa birçok kirli operasyon tezgahladığı, konuya ilişkin incelemelerde ayrıntılarıyla var.

Büyük bölümü Amerika’ın doğrudan ya da dolaylı çabalarının ürünü islami örgütlerin fanatizmlerinden de kaynaklanabilen kör terör eylemleri bir vakıadır. Ama ortadaki işaretler, İstanbul’daki saldırıların öyle pek de “kör terör” işi olmadığını gösteriyor.

Komünistler olarak sivil hedefleri ve insanları hedef alan eylemleri hiçbir koşulda onaylamıyor ve desteklemiyoruz. Filistinli direniş örgütlerini buna yönelmek durumunda bırakan tümüyle özel koşulları gözden kaçırmamakla ve bu konuda onları anlamakla birlikte, buna rağmen bu yol ve yöntemleri kendimize tümüyle yabancı görüyoruz. Kökeni itibarıyla CİA beslemesi El Kaide türü gerici İslami örgütlerin sivil hedeflere ve insanlara yönelik saldırılarını ise ne anlıyoruz ne de hiçbir biçimde onaylıyoruz.

Ama İstanbul’daki terör olayları nedeniyle, bu tür örgütlerden çok, başta ABD olmak üzere tüm emperyalist güç ve terör odaklarını, siyonist-terörist İsrail devletini ve bu iki haydutla suç ortaklığı içindeki Türk devletini itham ediyoruz. İddia ettikleri gibi bombaları El-Kaide patlatmış dahi olsa sonuçta ve işin aslında sorumluları kendileridir. El-Kaide ve bağlantılı örgütler, doğuşuyla olduğu kadar bugün de CİA ve MOSSAD başta olmak üzere emperyalist istihbarat örgütlerinin kanlı eli olmayı sürdürmektedirler.

Saldırı konusunda resmen açık adresi verilen El-Kaide’nin bu kirli şeceresinden öteye, bu devletler, böylesine acı bir olaydan medet ummak ve çıkar sağlamak gayretlerinden dolayı da suçludurlar. Daha ilk günden gericilik korosunun berbat nağmeleri ortalığı kapladı. Kimi dolaylı kimi açıktan açığa, ABD emperyalizmi ve İsrail siyonizminin kanlı icraatlarını haklı göstermeye kalktılar. Afganistan ve Irak’ta tümüyle sivil hedefleri yerle bir eden, savaş bitti denildikten sonra bile her gün onlarca sivili katletmeyi sürdüren emperyalist terörü; nerdeyse tümüyle savunmasız durumdaki Filistin halkına yönelik olarak dünyanın en donanımlı savaş makinelerinden biri tarafından 30 yılı aşkın zamandır sürdürülen siyonist devlet terörünü haklı gören ve gösteren bir zihniyetin, İstanbul’daki patlamalarda ölen insanlar içinüzüntü duyması beklenemez kuşkusuz. Onlar, hiç şüphe yok ki, bu gelişmelerden çıkar sağlamanın yollarını arayacaklardır. Ancak sorun kişilerin ne hissettiği ve ne yaptığı da değildir. Sorun, bu üç devletin olaydan çıkardığı/çıkaracağı siyasal sonuçlar ve yararlardır, ki, böyle kişilerin yorumları ve faaliyetleri bu devletlerin yeni kanlı maceralarına yaraması, zemin düzlemesi bakımından biranlam ve önem taşımaktadır.

İstanbul’da beş gün arayla patlayan dört bombanın pratik sonucu, 50’yi aşkın sivilin yaşamını yitirmesi ve yüzlerce masum insanın da yaralanması olmuştur. Bu elbette son derece üzücü ve trajik bir tablodur. Ancak yolaçtığı ve açacağı siyasal sonuçlar bundan çok daha önemlidir. Bu olaylarla tetiklenen siyasal adımlar ve ilişkiler, dünya halklarına çok daha büyük acılar yaşatacak denli barbar planlara zemin oluşturacak, masum insanlara bin kat daha fazla acı getirecektir.

Amerikan emperyalizmi, Irak ve Afganistan’daki sıkışmışlığını, bu gelişmeleri yeni saldırılara vesile ederek aşmak yönünde bir niyeti, mesajlarının satır aralarına yerleştirerek açıklamış durumda. İsrail devletinin siyonist terör makinesi ise zaten hiç durmaksızın vurup-kırmayı, yakıp-yıkmayı sürdürdürüyor.

Türkiye cephesinde ise öncelikle Amerikancılara gün doğmuş görünüyor. Bu leş kargaları adeta Amerikan kuzgununun çevresinde dolaşıp leş artıklarından yararlanmak gerektiği anlamına gelecek propagandalarına hız vermiş durumdalar. Diyorlar ki, bu saldırılar, ABD’nin “terörle mücadele” çağrısı konusunda ne kadar haklı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Sadece bu kadar da değil, Türkiye’nin de terörden korunamayacağını gösterdiğine göre, Türkiye Amerika’nın politikalarına artık daha çok destek vermelidir. Bunlar dün de Irak’ta Amerikan jandarmalığı yapılmasını; Kerkük, Musul, daha olmadı iki litre petrol için komşu halklarının çocuklarının öldürülmesini savunuyorlardı. Bugünkü propagandaları da aynı kapıya çıkıyor; Irak’ta ya da başka yerde Amerikan jandarmalığı yapılması Amerika’nın dünya halklarına karşı işlettiği terör makinasının kanlı dişlileri haline gelinmesi...

Özellikle medyanın üstlendiği propaganda görevi dışında, devlet katında bu yönde planlar, girişimler şimdiden başlatılmış bulunuyor. Türk devleti bu gelişmelerden Amerika ve İsrail’le kanlı ortaklığını pekiştirme fırsatı yakaladığını düşünüp bu fırsatı sonuna kadar kullanmayı hesaplıyor. Bununla da kalmıyor; aynı gelişmeleri içeride azgın bir devlet terörü estirmenin, bu yolla demokratik hak ve özgürlüklerin son kırıntılarını da ortadan kaldırmanın imkanına dönüştürmeye çalışıyor. Bizzat Başbakan Erdoğan’ın Amerika’nın 11 Eylül sonrası uygulamalarına atıfta bulunan konuşması, devletin bu yönlü niyetlerini açığa vurmuş bulunuyor. Hatırlatılan uygulamalar ise, temel hak ve özgürlüklerin tümden ortadan kaldırılması, bazı Amerikan aydınlarının deyimiyle, cumhuriyetin bir güvenlik devletine dönüştürülmesidi. Bu Amerika’da iç terörün öncelikle Asya ve Latin Amerika kökenli yurttaşlara yöneltilmesi şeklinde uygulamaya konuldu. Türkiye’deki öncelikli hedefler ise ortada; Kürtler, ilericiler, devrimciler, komünistler...

Şimdi bu yeni saldırı furyasını göğüslemek ve püskürtmek gibi bir sorumlulukla karşı karşıya bulunuyoruz. Emperyalist-siyonist-faşist saldırganlığa ve teröre karşı daha güçlü, daha örgütlü bir mücadelenin geliştirilmesi, bu amaçla kitlelerin aydınlatılması ve uyarılması gerekmektedir. Buna yönelik görevlere daha sıkı ve kararlı bir biçimde sarılmanın zamanıdır. Faşist terör dalgası hak ve özgürlük mücadelemizi ezmeden önce göğüslenip püskürtülmelidir.

Bu ise bölge halklarıyla dayanışmayı daha da yükseltmeyi gerektiriyor. İşbirlikçi Türk sermaye devletinin Amerika ve İsrail ile kirli ittifakı ve işçi-emekçi çocuklarının Amerikan ordusuna piyon olmak üzere sınır dışına sürülmesi engellenemezse, terörün içeriye yönelik uygulamalarını engellemek de hiç kolay olmayacaktır. Şimdi, terör saldırıları üzerinden estirilen gericilik rüzgarına karşı olduğu kadar, aynı gericiliğin dışa dönük yüzü anlamına gelen kardeş halklara karşı düşmanlık tohumları saçılmasına da göğüs germek zamanıdır.