22 Kasım'03
Sayı: 2003 (09)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist, siyonist ve gerici terör ittifakına göğüs gerelim, Ortadoğu halkları ile dayanışmayı yükseltelim!
  "Terör" demagojisine prim vermeyelim, saldırılara karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Talabani Türkiyeli işbirlikçilere moral vermeye geldi...
  Direnişi kırmak için yeni taktikler!
  Kanlı sicillerinin üstünü örtemeyecekler!
  Irak halkının direnişten başka yolu, ABD'nin kaçıştan başka çıkışı yok!
  Londra'da yüzbinler savaşa ve savaş çetesine karşı yürüdüler...
  Türk-İş Genel Kurulu üzerine
  Sınıf hareketinden...
  BEKO taşeron kıskacında!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/6
  Dünden bugüne geleneksel sol hareket
  Sefalet ücretini kabul etmeyelim!
  Annan Planı: Kimin için ve nasıl bir çözüm?
  İlaç tekellerine yeni imkan: İlaçlara reklam
  Kapitalizm ve "sokak çocukları"
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Dominik Cumhuriyet: Genel grev ve devlet terörü
  Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm!
  İstenmeyen Yankee'ler
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Türk-İş Genel Kurulu üzerine

Türk-İş’in 19. Olağan Genel Kurulu 3-7 Aralık tarihlerinde Ankara’da yapılacak. Genel kurulda öncelikli olarak sendikal örgütlenme ile ilgili sorunların ve yakında değiştirilmesi beklenen Sendikalar Yasası’nın tartışılması bekleniyor.

Türk-İş Genel Kurulu sermayenin saldırılarının giderek yoğunlaştığı, sınıf hareketinin bir dizi temel sorunla karşı karşıya olduğu ve işçi sınıfını yakından ilgilendiren siyasal ve toplumsal gelişmelerin baş döndürücü bir hızda yaşandığı koşullarda toplanıyor. Fakat durumu bir parça yakından izleyen hiç kimse Türk-İş Genel Kurulu’ndan sınıf hareketini ilerletecek, sermayeye karşı mücadeleyi geliştirecek sonuçlar üretmesini beklemiyor.

Türk-İş’in misyonu

Ülkenin en büyük işçi konfederasyonu olması itibarıyla Türk-İş’e sınıf hareketine önderlik etme, onun yaşadığı sorunları çözme misyonunu yakıştıranlar elbette ki oluyor.

Ama kuruluşundan bugüne izlediği çizgi ve özellikle son genel kuruldan bu yana geçen dört yıl Türk-İş’in gerçek misyonuna ışık tutacak niteliktedir. Türk-İş sert sınıf mücadelesinin bir ürünü olarak şekillenmedi. Onu oluşturan sendikalardan bir kısmı 1950’den önce kurulan mücadeleci sendikalar olsa da Türk-İş 1952 yılında yeni şekillenen sendikal hareketi denetim altında tutma misyonuyla kuruldu. İlk yıllarında devlet güdümlü Amerikan sendikalarından ve başka emperyalist kuruluşlardan önemli paralar aldı. Hemen tüm kadroları sözünü ettiğimiz Amerikan sendikalarının eğitiminden geçti, komünizme düşmanlık bilinciyle donatıldı.

1952’den bu yana yaşanan süreç ayrıntılarıyla incelendiğinde görülecektir ki, Türk-İş hiçbir zaman sermaye iktidarından bağımsız olmadı, sınıf mücadelesinde işçi sınıfından, onun bağımsız çıkarlarından yana bir tutum almadı. 12 Eylül faşizminin bütün sendikaları, muhalif örgütlenmeleri ezip geçerken Türk-İş’e dokunmaması, hatta kapanan sendikaların üyelerine Türk-İş’e geçmeleri için baskı yapılması, üstüne üstlük Türk-İş başkanına cuntanın kurduğu hükümette Çalışma Bakanlığı görevinin verilmesi bu söylediklerimizi fazlasıyla doğruluyor. Türk-İş, sermaye devletinin sınıf içerisindeki elidir.

Türk-İş’in son dört yılı

Sermaye iktidarı “koruculuk” kurumunu Kürt halkına karşı mücadele için geliştirmişti. Korucular, bizzat Kürt halkının içinden çıkan, ama alacağı üç-beş kuruş için kendi halkının özgürlük savaşçılarına silah doğrultmaktan çekinmeyen hainlerdi. Sınıf devrimcileri olarak, bundan yıllar önce, sendikal ihanet çetelerini “sendikal korucular” olarak nitelendirmiştik. Bununla onların kim adına davrandıklarını, kime hizmet ettiklerini ve gerçekte işçi sınıfının düşmanı olduklarını vurgulamıştık.

Sendikal ihanetin yakın dönemdeki öyküsü aslında sınıf hareketinin kırıldığı Mengen barikatlarına kadar gider. Ama Türk-İş’in tepesindeki çetenin son dört yıllık icraaatı dahi “sendikal korucular” suçlamasının ne kadar yerinde olduğunu kanıtlar niteliktedir. ‘99 yazında sermayenin saldırılarına karşı sınıf hareketi gözle görülür bir hareketlenme içindedir. Sınıfın eylemi sendika yönetimlerini önüne katıp sürüklemeye başlamıştır. Eylemlere önderlik etmedikleri, gerçekten de önünde sürüklendikleri Ağustos ayında yaşanan deprem yıkımıyla ortaya çıkar. Deprem bahane edilerek Türk-İş yönetiminin inisiyatifiyle eylemlere ara verilir. Sonrasında da bir daha başlanmaz. Mezarda emeklilik yasası bu koşullarda meclisten geçer. Bunu emek düşmanı başka yasalar, başka saldırılar takip eder. Türk-İş yönetimi ise artık ktlesel eylemlerden kaçınmaktadır. Göstermelik eylemlerle, yüksekten atıp tutmalarla, hükümete dönük genel grev tehditleriyle sınıf kitleleri oyalanır.

Türk-İş yönetimi bu dönemde içinde yer aldığı Emek Platformu üzerinden liberal reformistlere ilham, tabandaki işçilere ise sahte umutlar dağıtır. Fakat öte yandan bütün gücüyle sermayenin çıkarları için çalışır. Konfederasyon başkanı Bayram Meral toplu sözleşme görüşmelerinde göstermelik restleşmelerin ardından İMF’nin izin verdiği rakamlara imza atmaktan kaçınmaz. Özelleştirmeler ve başka nedenlerle yaşanan toplu tensikatlara derin bir hoşgörüyle yaklaşır, soran olursa bu konuyu bakanlarla, başbakanla mutlaka konuşacağını, sorunu mutlaka çözeceğini vb. söyler. İMF’ye ve hükümete söylemediğini bırakmaz, ama “ Türk işçisi bu memleketin selameti için elindeki iki zeytinden birini vermeye hazırdır” demekten de çekinmez.

Kuşkusuz ki Türk-İş yönetiminin son büyük icraatı kölelik yasasının çıkartılması konusunda sermayeye sunduğu destektir. Diğer konfederasyon yönetimlerinin sütten çıkmış ak kaşık oldukları anlamına gelmiyor söylediklerimiz. Ama gene de Türk-İş’in kölelik yasasının sermayeye kazandırılmasındaki belirleyici rolü tartışılamaz. Sahte “bilim kurulu”nun kurulması, bu kurulun çıkardığı taslağın işçilerden gizli tutulmak istenmesi, sahte iş güvencesi yasasının öne çıkarılarak kölelik yasasının el altından kotarılması ve nihayet kölelik yasasına karşı mücadele konusunda işçilerin tepkisini boşa akıtacak göstermelik bölge toplantıları dışında hiçbir şey yapılmaması...

Elbette ki bütün bunlar ve hatta çok daha fazlası çok yakın zaman önce ve bütün sınıfın gözleri önünde yaşandı. Sermayenin saldırılarının başarıya ulaşmasında; sınıfın büyük bir yıkımla, hak gasplarıyla, işsizlik ve yoksullukla yüzyüze kalmasında bu sendikal korucuların izlediği sınıf işbirlikçisi çizginin çok özel bir rolü oldu.

Genel kuruldan beklentiler

Sendika yönetimleri ile tabandaki işçiler arasında son yıllarda ciddi ölçüde bir kopuş, bir yabancılaşma yaşanıyor. Bunda sözünü ettiğimiz sınıf işbirlikçisi çizginin, bunun olmadığı durumlarda bile sendika yönetimlerinin sınıfın taleplerine, mücadele eğilimlerine yanıt verememesinin belirleyici bir payı var. Yabancılaşma örneğin bir DİSK’e göre Türk-İş’te çok daha belirgin durumda. Tabandaki işçiler Türk-İş’in ne yaptığına, ne söylediğine o ölçüde yabancılaşmışlar ki, dört yılın ardından yapılan genel kuruldan pek çoğunun haberi dahi yok. Haberi olanların ise bir beklentisi yok. Bir anlamda taban Türk-İş’ten umudunu kesmiş. Fakat bilincinde ve pratiğinde onun yerine başka bir şey koyamadığı için de sendikacılar cephesindeki gelişmeleri kayıtsızlıkla izliyor.

Türk-İş’e bağlı sendikalardan ve şube yönetimlerinden de konfederasyonun gidişatına dair göze çarpan bir müdahale çabası yok. Bir parça mücadeleci olan, ilerici kimlikleriyle tanınan şubeler ve yöneticiler açısından da bu böyle. Söylenenler yakınmalardan ve eğer mevcut yönetime karşı genel kurulda muhalif bir liste çıkarsa bunu destekleme vaadinden ibaret.

Önceleyen süreçte yapılan sendika genel kurullarına bakıldığında, bunlardan bir-ikisinde Türk-İş Genel Kurulu’na dair şeyler söylendiğini görmek mümkün. Örneğin Basın-İş ve Harb-İş genel kurullarında Türk-İş şahsında sendikacılığın sorunlarının tartışmaya açıldığı görülüyor. Fakat söylenenlere bakıldığında, sendikal hareketin ve Türk-İş’in problemini doğru tanımlamaktan uzak, yerde yatan cesetten “bilgi çağının gereklerine ayak uydurabilen çağdaş sendikacılık” yaratma çabasından başka bir şey görmek mümkün değil.

Çözüm devrimci bir sınıf hareketinin
örülmesinde!

Dünyada ve Türkiye’de emekle sermayeyi barış içinde birarada yaşatmaya, mücadele yerine uzlaşmaya dayalı sendikacılık can çekişiyor. Kapitalist sistem emekçilere hiçbir şey veremiyor. Üstelik çözemediği yapısal sorunlarının giderek ağırlaşan faturasını emekçi yığınlara kesmeye devam ediyor, onları kitlesel yoksulluğa, açlık ve sefalete mahkum ediyor. Bu da işçi ve emekçiler ile sermaye arasında sert mücadeleler için önemli bir zemin oluşturuyor. Çelişkiler keskinleştikçe, emekçilere sınıflar arasında uzlaşmayı vaazedenlerin sözleri havada kalıyor, gerçek misyonları ve hangi safta yer aldıkları ortaya çıkıyor. Türk-İş’in yaşadıkları da bir yönüyle bu.

Dolayısıyla, gelecek hafta yapılacak genel kurul büyük ihtimalle havanda su dövmekle, durumu kurtarmaya, olduğundan iyi göstermeye çalışan tartışma ve nutuklarla geçecek. Böyle olmaması mücadeleci sınıf güçlerinin ortaya bir inisiyatif koymalarına bağlı. Fakat nesnel duruma bakıldığında bunun çok zayıf bir ihtimal olduğunu da eklemek gerekli. Sınıf devrimcilerinin ve onların dışındaki devrimci, ilerici güçlerin Türk-İş tabanı içerisindeki örgütlenmelerinin cılızlığı bu ihtimali iyiden iyiye zayıflatıyor.

Fakat çözüm de burada yatıyor. Sınıfın Türk-İş’te örgütlü bölümünün önünün açılması, sınıf içerisindeki devrimci çalışmanın güçlendirilmesine, sınıf hareketinin devrimci temellerde yeniden örgütlenmesine bağlı.