22 Kasım'03
Sayı: 2003 (09)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist, siyonist ve gerici terör ittifakına göğüs gerelim, Ortadoğu halkları ile dayanışmayı yükseltelim!
  "Terör" demagojisine prim vermeyelim, saldırılara karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Talabani Türkiyeli işbirlikçilere moral vermeye geldi...
  Direnişi kırmak için yeni taktikler!
  Kanlı sicillerinin üstünü örtemeyecekler!
  Irak halkının direnişten başka yolu, ABD'nin kaçıştan başka çıkışı yok!
  Londra'da yüzbinler savaşa ve savaş çetesine karşı yürüdüler...
  Türk-İş Genel Kurulu üzerine
  Sınıf hareketinden...
  BEKO taşeron kıskacında!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/6
  Dünden bugüne geleneksel sol hareket
  Sefalet ücretini kabul etmeyelim!
  Annan Planı: Kimin için ve nasıl bir çözüm?
  İlaç tekellerine yeni imkan: İlaçlara reklam
  Kapitalizm ve "sokak çocukları"
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Dominik Cumhuriyet: Genel grev ve devlet terörü
  Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm!
  İstenmeyen Yankee'ler
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Dünden bugüne geleneksel sol hareket

1960’larla birlikte yeniden doğan, hızla kitleselleşen ve toplumun gündemine giren sol hareketimiz, izleyen 20 yılda devrimcileşme ve halk hareketinin devrimci yükselişi ortamında etki ve gücünün en ileri boyutlarına ulaşma olanağı buldu. Son 40 yılın ilk 20 yılında durumu bu olan sol hareket; 12 Eylül faşist darbesini izleyen son 20 yıl içerisinde ise birbirine eklenen yenilgiler, bu yenilgilerin herbirinin her seferinde yeni boyutlar kazandırdığı ideolojik ve örgütsel tasfiye süreçleri sonucunda, denilebilir ki bugün son 40 yıllık tarihinin en zayıf, dağınık ve iddiasız dönemini yaşamaktadır. 12 Eylül yenilgisiyle zaten çok büyük darbeler almış ve önemli ölçüde liberalleşmiş bulunan sol hareket, ‘89 çöküşünün ardından büyük bir bölümüyle devrimci geçmişinden tümden koptu ve düzenin icazet alnına kaydı. Devletin gizli ama gerçek anayasası kabul edilen “Milli Siyaset Belgesi”, ‘90’ların ortasına doğru, bu gelişmeyi solun önemli bir bölümüyle “ılımlı çizgiye kaydığı” saptamasıyla tescil edip kayda geçirdi. Böylece, o güne kadarki deneyimin sonuçlarını da gözönünde tutarak, kendi icazet ve denetim sınırları içinde “ılımlı bir sol” yaratmayı devlet katında bir “illi politika” düzeyine çıkardı.

Solun aynı yenilgi ve tasfiye süreçlerinden önemli yaralar alan ama herşeye rağmen genel anlamda devrimcilikte ısrar eden daha sınırlı bir kesimi ise, temel önemdeki yapısal zaaflarıyla herhangi bir hesaplaşma gücü ve yeteneği gösteremeden, çifte yenilgiyi izleyen yeni dönemde siyasal yaşamını sürdürmeye çalıştı ve bunu başarabileceğini sandı. Dönemsel bazı gelişmelerin (işçi hareketindeki geçici canlanma, Kürt hareketi vb.) etkisi altında güç kazanan bu umut temelsizdi ve ‘90’lı yılların ikinci yarısı bunu somut olarak gösterdi. Bugün bu kesim de önemli bir bölümüyle ve tam da zamanında öngördüğümüz gibi, artık yolun sonuna hızla yaklaşmaktadır.

Bir yandan sürekli bir biçimde kemirici, zayıflatıcı ve tüketici etkiler yaratan yapısal zaaflar, öte yandan devletin çok yönlü ve sistematik ezme, yıldırma, yoketme, hiç değilse düzenin icazet alanına sürme operasyonları, ‘96 yılından itibaren bu akımlarda sürekli bir gerileme, gerilemeden de öteye bir tasfiyeci çözülme sürecine yolaçmış bulunmaktaydı. 28 Şubat süreciyle gündeme getirilen müdahale ve manevralar solun bu kesiminin adım adım tecridine, kendi hatalarının da belirgin katkısıyla hızla marjinalleşmesine, giderek devrimci iddiasını ve özgüvenini yitirmesine yolaçtı. Bunun üzerine daha bir de ‘99 yılındaki PKK teslimiyeti, yani Kürt hareketinin büyük tarihi yenilgisi bindi. Bunun yapısal olarak zaten zayıf ve çözülme sürecindeki bu akımlar üzerindeki siyasal ve moral etkisi, denebilir ki son 20 yılın ü&ccedl;üncü büyük yenilgisi sayılabilecek boyutlarda oldu.

Küçük-burjuva bir çizgi ve kültür içinde şekillenmenin getirdiği çok yönlü sorunların ve zaafların tüketici etkisini zaten yaşayan bu akımlar, PKK’nın utanç verici teslimiyetinin ardından siyasal iddialarını ve özgüvenlerini tümden yitirdiler. Belirgin bir tıkanma süreci içerisinde adım adım güçten düştüler. İçlerinden bazıları hızla siyasal yaşamın dışına düştüler ve artık örgütsel tasfiye noktasına gelmiş gibi görünmektedirler. Öteki bazıları, çok yönlü tıkanmanın etkisi altında büyük bir ideolojik ve moral erozyon içerisindedirler ve çözümü reformist açılımlarda, bunun bir uzantısı olarak liberal solla kader birliğinde görmektedirler.

Öte yandan, bu sürecin toplamı içinde gerçekte kendi de sürekli gerilemesine, belirgin biçimde güç ve itibar kaybetmesine rağmen, yine de reformist sol, geleneksel küçük-burjuva devrimci akımların genel durumuyla kıyaslandığında, göreli olarak güçlü kaldı ve “sosyalist sol” adına siyaset sahnesinde devrimci akımları gölgede bırakan bir konum kazandı. Bu ise mücadeleye akan yeni güçlerin reformist akımlar tarafından bloke edilmesini, icazetçi reformist çizgide ve eylemsizlik içinde heba edilmesini kolaylaştırdı. Reformizmin bu sürekli tahribatı halihazırda üstesinden gelinmesi gereken en önemli sorunlardan biri olarak duruyor karşımızda.

Bugünün Türkiye’sinde reformist sol akımların herhangi bir bağımsız çizgileri/stratejileri yoktur. ÖDP ve EMEP’ten SİP-TKP’ye kadar tümü de düzenin icazet sınırları içinde ve düzen içi çatlaklarda politika yapar, bu çatlağı oluşturan taraflarının dümen suyunda hareket eder bir konumdadırlar. Burjuva liberal çizgide bir sözde demokrasi mücadelesini (ÖDP, HADEP-KADEK) ya da burjuva milliyetçi çizgide bir sözde bağımsızlık mücadelesini (İP) kendilerine eksen alan bu akımlar devrimci sınıf mücadelesinin önünde yıkılması gereken engeller olarak durmaktadırlar. Bu iki ana reformist akım arasında ise herbirinden belli çizgiler taşıyan ara reformist akımlar (EMEP, SDP ve SİP-TKP) yer almaktadır. Bunların toplumsal muhalefete belli sınırlar içinde ilerici sayılabilecek bazı katkıları hala da söz konusu olabilir. Bu nedenle onara belli durumlarda nispeten esnek bir tutumla yaklaşmak da gerekebilir. Fakat bu onların gerçekliği konusunda herhangi bir hayale yol açmamalıdır. Gerçekte onların da ötekiler gibi sınıf mücadelesinin devrimci bir çizgide sürdürülmesinin önünde aşılması gereken engeller olarak durdukları gerçeğini bir an bile unutturmamalıdır.

(Partiyi Her Alanda ve Her Açıdan Güçlendirmek İçin!..,
Ekim, Sayı: 131, Ocak 2003, Başyazı)