22 Kasım'03
Sayı: 2003 (09)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist, siyonist ve gerici terör ittifakına göğüs gerelim, Ortadoğu halkları ile dayanışmayı yükseltelim!
  "Terör" demagojisine prim vermeyelim, saldırılara karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Talabani Türkiyeli işbirlikçilere moral vermeye geldi...
  Direnişi kırmak için yeni taktikler!
  Kanlı sicillerinin üstünü örtemeyecekler!
  Irak halkının direnişten başka yolu, ABD'nin kaçıştan başka çıkışı yok!
  Londra'da yüzbinler savaşa ve savaş çetesine karşı yürüdüler...
  Türk-İş Genel Kurulu üzerine
  Sınıf hareketinden...
  BEKO taşeron kıskacında!
  Dünya, Türkiye ve sol hareket/6
  Dünden bugüne geleneksel sol hareket
  Sefalet ücretini kabul etmeyelim!
  Annan Planı: Kimin için ve nasıl bir çözüm?
  İlaç tekellerine yeni imkan: İlaçlara reklam
  Kapitalizm ve "sokak çocukları"
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Dominik Cumhuriyet: Genel grev ve devlet terörü
  Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm!
  İstenmeyen Yankee'ler
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
İlaç tekellerine yeni imkan: İlaçlara reklam

Burjuvazi sağlığa zararlıdır!

23 Ekim tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak ile yürürlüğe giren bir yönetmelik ile artık ilaç reklamı yapılabilecek. 1928’de çıkarılan bir yasa ile reklamı yasaklanan ilaçlar, bu yeni yönetmelik ile artık gazetelerde, TV’lerde boy boy resimleri ile kendine “hasta” arayacak. Yönetmelik reçeteye tabi olmayan ilaçların reklamının yapılabilmesine izin veriyor. Böylelikle vitamin, başağrısı ve grip için kullanılan ilaçlar ve çok daha farklı alanlarda etkili olan ancak reçeteye bağlı olmayan ilaçlar, hastalara kendilerini beğendirebilmek için kırk takla atacaklar. Sağlık Bakanlığı şimdilerde ilaçları reçeteli ve reçetesiz kullanımlarına göre sınıflandırmaya çalışıyor. Bu sınıflandırma için oluşturulan komisyon çalışmalarını bitirdiklerinde ilaç reklamları da başlayacak. Bu uygulama iledaha fazla ilaç tüketilmesi hedefleniyor. Peki, durup dururken neden ilaç tüketimi artırılmak isteniyor.

Dünya Bankası istiyor!

Uzun bir süredir Dünya Bankası Türkiye’ye sağlık alanında bir dizi “reform” dayatıyor. Bu “reform” aynı zamanda, GATS gibi uluslararası anlaşmalarla özel bir sektöre dönüştürülmek istenen, giderek de böyle bir değişimi yaşayan sağlık hizmetlerinin liberalizasyonunun, yani sağlığın piyasaya açılması sürecinin bir parçasıdır. SSK ve Emekli Sandığı gibi sosyal güvenlik kurumları, gerek ellerindeki kaynaklar, gerekse bu kurumlara bağlı işçi ve emekçilerin sayısı ile, uluslararası ve yerli şirketler için tatlı kârların elde edilebileceği kolay kazanç kapıları olarak algılanıyor. Bu anlayış ile özel sektöre açılacak sağlık alanı emekçi halkın sağlığını büsbütün bozacaktır. SSK ve Emekli Sandığı gibi kurumlar, her ne kadar bu kurumlara bağlı işçi ve eekçilerin sağlık sorunlarını çözmek için ciddi hiçbir çaba harcamasalar da, süründürerek de olsa hastaların sorunlarına kısmi çözüm bulabiliyordu. Ancak geçtiğimiz hafta faaliyet göstermeye başlayan özel emeklilik fonları ve sigorta şirketleri, işçi ve emekçileri böylesi bir olanaktan bile yoksun bırakmaya dönük ciddi çabalar.

SSK ilaç tekellerini besliyor

Kendisine ait ilaç fabrikası olmasına karşın SSK gerekli ilaçları ısrarla yerli ve yabancı ilaç tekellerinden satın alıyor. Petrol-İş’in hazırladığı “İlaç Sanayi, SSK İlaç Fabrikası ve SSK ilaç tüketimi” başlıklı raporda konuyla ilgili çarpıcı rakamlar mevcut. SSK ilaç tekellerine 2000 yılında aktardığı 572 trilyon ile onlarca ilaç fabrikası kurabiliyor. SSK kullandığı ilaçların %99.4’ünü özel sektörden sağlıyor. Bu miktarın yarısı da yabancı ilaç tekellerinden alınan ilaçlardan oluşuyor. Bunların yanı sıra SSK’nın Türkiye’nin en büyük 17 ilaç firmasının başlıca tüketicisi olduğu, bu firmaların satışının 2000 yılında 904.5 trilyon lira olduğu, gelirlerinin ortalama yüzde 23’ünü SSK’dan karşıladığı belirtiliyor. Raporda, Hoecth Marion şirketinin gelirlerinin yüzde 40ını, Novartis’in yüzde 33’ünü, Eczacıbaşı Baxter’in yüzde 33’ünü, Bayer’in yüzde 28’ini, Roche’nin yüzde 28’ini SSK’dan kazandığı ortaya konuluyor.

İlaç üretimi açısından bütünüyle dışa bağımlılığı anlatan bu tablo “neden böyle bir değişiklik ihtiyacı duyuluyor?” sorusuna açık bir yanıttır. İlaç tekellerinin istekleri doğrultusunda hazırlanan bu yönetmelik, tekellerin cebine daha fazla kâr, emekçilere ise daha fazla yıkım anlamına geliyor.

Reklam giderleri ilaç fiyatlarına eklenecek

Bundan sonra reklamlarla görücüye çıkacak olan ilaçların fiyatları da yükselecek. Büyük reklam giderleri ilaç fiyatlarına eklenerek fatura yine işçi ve emekçilere çıkarılacak. Yanı sıra reklamlar yolu ile teşvik edilecek ilaç tüketimi halk sağlığı için ciddi sorunlara neden olacak. İnsanların ilaç tüketimi konusunda yeterince bilinçli olmaması, yanlış ilaç kullanımları sonucu ek rahatsızlıkları artıracak. İstanbul Eczacılar Odası Başkanı Zafer Kaplan’ın söyledikleri, yaşanacak sorunların boyutlarını ortaya koyuyor: “İlaca bağlı reaksiyonlar nedeniyle, dünya genelinde her yıl 100 binlere varan ölüm vakaları yaşanmaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre, hastanelere yapılan her 100 başvurunun 6’sını ilaç kullanımına bağlı şikâyetler oluşturuyor. Ülkemizde tüm zehirlenmelerin yaklaşık yarısı yanlış ilaçkullanmaktan kaynaklanmaktadır.”

Kapitalizm öldürür!

Burjuvazinin bitmek tükenmek bilmeyen kâr hırsı, insanlığın varlığını tehdit ediyor. Sağlık alanında dünya çapında sürdürülen neo-liberal politikalar, sermayenin halkın sağlığını zerre kadar değer vermediğini ortaya koyuyor. Onun tek derdi hizmet alanlarını piyasaya açarak pazar sorununa bir çözüm getirmek. Tüm hizmet alanlarını hızlı bir biçimde piyasaya açan burjuvazi, işçi ve emekçiler için giderek daha fazla ölüm ve yıkım getirmektedir. Burjuvazinin işçi ve emekçilere hazırladığı kefeni kendisine giydirmek dışında bir çözüm yolu yoktur.



YÖK’ten demokratı var!

Geçtiğimiz günlerde Meclis’in Milli Eğitim Komisyonu’nda oldukça ilginç bir tartışma yaşandı. Kısa süren bu tartışmanın tarafları bu kez şaşırtıcı bir biçimde YÖK ve ordu oldu. Tartışmanın konusu, ordu temsilcisinin, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nden atılan öğrencilerin diğer üniversitelere geçiş yapma hakkını sınırlayan maddenin kaldırılmasına yönelik önerisi. Milli Savunma Bakanlığı temsilcisi Tuğgeneral Yılmaz Hızlı, bir süredir böyle bir değişiklik hazırlığı içerisinde olduklarını ve YÖK’ten görüş istediklerini, ancak herhangi bir yanıt alamadıklarını savundu.

Tartışmanın bir yerinde MSB temsilcisi Tuğgeneral Hızlı, yapmak istedikleri düzenleme ile YÖK’ten daha demokrat davrandıklarını ifade etme gereği duydu. Askerin neden böyle bir şey söyleme ihtiyacı duyduğu bir yana, ortaya çıkan durumun kendisi gerçekten garip. Ancak bu ülkenin gerçekleri düşünüldüğünde son derece olağan denebilecek bir tablo sunuyor bize. Faşist ordunun bir temsilcisi, bir düzenleme konusunda itiraz bildiren sözümona sivil bir kuruma (YÖK’e), “sizden daha demokratız!” diyebiliyor.

MSB’nin önerisi ile, GATA’dan evlenme ve bazı disiplin suçları nedeniyle atılmış öğrencilerin diğer üniversitelere geçişi öngörülüyor. Ancak YÖK temsilcisi Naime Sümer buna karşı çıkarak şunları söylüyor: “İdeolojik ve devlete karşı suç işleyenlerin bizim kurumlarımızda değerlendirilmesine karşıyız. Bizim de öğrenci kabul şartlarımız var. Baştan olmayacak şeylerin başvurusunun yapılmasını yanlış buluyoruz.”

Bu ses YÖK’e ve onun misyonuna ne kadar da uygun. YÖK’ün böylesi bir konuda bu kadar rahat gerici bir tutum sergilemesi, üstelik bunu bu ülkede gericiliğin baştemsilcisi olan ordunun karşısında yapabilmesi, gerçekten dikkate değer. Nitekim bu söze karşılık MSB temsilcisi, “Bizim getirdiğimiz açılımın YÖK’ten daha demokratik olduğunu belirtmek isterim” deme ihtiyacını duyuyor.

Bu tartışma vesilesi ile YÖK denen kurumun nasıl bir düşünce tarzına sahip olduğu bir kez daha ortaya serilmiş oldu. Uzun bir süredir YÖK’ün yapısında bir dizi değişiklik yapma yönünde tartışmalar sürüyor. Bu tartışmanın taraflarından biri olan ordunun yaklaşımının gerisinde AKP’ye karşı mücadelesi var. Onun ötesinde ordu, YÖK’ün yapısında herhangi bir değişikliğe ihtiyaç olduğuna ilişkin bir şey söylemiş değil. Ordu temsilcisi söyledikleri ile, yalnızca kendi kurdukları gerici düzeni teşhir ediyor.