Ortadoğu halkları emperyalist güçlerin, siyonist ırkçılığın, gerici bölge devletlerinin zorba rejimlerinin egemenliği altında yaşam mücadelesi veriyor. Ekonomik, sosyal, siyasal saldırılar emekçi kitlelere soluk aldırmıyor.
En demokratik müslüman ülke ünvanıyla taltif edilen Türkiyede sendikal mücadele veren işçi bile polis copu-jandarma dipçiği ile sindirilmeye çalışılıyor, sokağa atılarak sefaletin pençesine teslim ediliyor. İşkenceler, cezaevi katliamları, Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş, sokak gösterilerinde estirilen devlet terörü vb. artık herkesin malumudur.
Kapitalist-emperyalist düzenin egemenleri siyonist İsraile de Ortadoğunun en demokratik devleti payesi biçiyorlar. Bu devlet ırkçılıkta eski Güney Afrika Cumhuriyeti rejiminden farklı olmayan icraatları ile Filistin halkının yaşamını cehenneme çeviriyor. Sadece sivil halk üzerinde değil, Filistinli çocuklara karşı da azgın bir devlet terörü uygulayan, ikinci intifadanın başladığı son üç yılda yüzlerce çocuğu katleden siyonistler, dünyada eşi zor bulunur zorbalık sergiliyorlar.
Bu iki rejim ABD emperyalizminin Ortadoğudaki en sağlam dayanaklarıdır.
Halkların katili ABD ise, emperyalist-kapitalist sistemin özgürlük timsali kabul edilir. Dünya halkları için bunun ne anlam ifade ettiği -geçmiş örnekler bir yana- sadece Iraka bakılarak anlaşılabilir. Bu tablo; yakılıp yıkılan bir ülke, yağmalanmış bir tarih, işsizliğe-açlığa mahkum edilmiş bir halk, Amerikan tanklarının paletleri altında ezilen topraklar, en yeni teknoloji ürünü füze ve bombalarla yerlebir edilmiş kentler... Kapitalist özgürlüğün öncüsü Amerika, Irakta katlettiği onbinlerce sivilin hesabını tutma gereği bile duymuyor.
ABD emperyalizmi sadece gerici Türk devleti ile siyonist İsrailin değil, Ortadoğudaki tüm gerici, Ortaçağ kalıntısı krallık, şeyhlik türünden monarşilerin de baş hamisidir. Aralarındaki samimiyet öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, CİAnin kimi kanlı icraatları bizzat Suudi Arabistan kralı Fahd Bin Abdülazizin imzaladığı çeklerle finanse edilmektedir. Suudi Arabistan şeriat yönetiminin en berbat örneğidir. Dahası, ABD uzun yıllar Usame Bin Ladin ile örgütü El Kaidenin baş destekçisi idi. 91deki Körfez Savaşına kadar aralarından su sızmıyordu. Amerikalıların S. Arabistanda yaptıkları işlerin çoğu müteahhitlik şirketi olan Bin Ladinlere veriliyordu. Ve Taliban rejimini iktidara taşıyıp Afgan halklarını Ortaçağ karanlığında boğduran da Amerikan emperyalizminden başkası değildir.
Efendilerinden geri kalmayan Türkiye ve İsrail devletleri de islami gericiliği ilerici-devrimci güçlere karşı alternatif olarak öne sürmüş ve desteklemişlerdir. İşçi sınıfı ve emekçilerin devrimci mücadeleye katılmasının önü hem devlet terörü, hem de din afyonuyla kesilmek istenmiştir Türkiyede imam hatipleri yaygınlaştıran, tarikatları palazlandıran devlet, Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı da Hizbullah örgütünü kurdu. Bu örgütün militanları uzun yıllar kirli savaşın tetikçileri olarak devlet tarafından istihdam edildiler.
Siyonist İsrail devleti de ilerici, devrimci, Marksizmin etkisinde olan akımlardan oluşan Filistin Kurtuluş Örgütüne (FKÖ) karşı bir dönem Hamas, İslami Cihad gibi örgütlere alan açmış, işgal altındaki bölgelerde (Özellikle Gazze Şeridinde) güçlenmelerine göz yummuştur (bu örgütler, sonraları İsrailin denetiminden çıkıp işgale karşı direnmeye başladılar). Ayrıca İsrail devleti Yahudi şeriatçıları el üstünde tutmaktadır. Filistinlilerden gaspettikleri topraklarda yerleşim yerlerini bu gerici-ırkçı güruha tahsis ediyor ve onları askerlikten muaf tutuyorlar.
ABD tüm gerici rejimlerin destekçisi ve hamisidir. Başta ABD emperyalizmi olmak üzere Ortadoğudaki tüm gerici rejimlere karşı mücadele ertelenemez bir görevdir.
ABD-İsrail-Türkiye rejimlerinin oluşturduğu üçlü şer ittifakı Ortadoğuda demokratik gelişmenin önündeki en büyük engeldir. İşçi sınıfı, emekçiler ile ezilen halkların özgürlük uğruna verdiği mücadele gerici ittifak tarafından bastırılmakta, böylece islami akımlara alan açılmaktadır. Birçok ülkede radikal dinci akımların gelişimi ancak ilerici ve devrimci akımların devlet terörü ve katliamlarla güçten düşürüldüğü dönemlerden sonra mümkün olmuştur. Demek oluyor ki, emperyalist siyonist cephe ile Ankaradaki suç ortakları, bölge halklarının emperyalist-kapitalist barbarlığın kokmuş karanlığından kurtulma mücadelesini iki yönden baltalamaktadırlar. Hem azgın bir zorbalıkla mücadele dinamiklerini ezmeye çalışıyorlar, hem de islami akımların ön&uul;nü açıp toplumların gelişimine sekte vurarak geriye savrulmalarına neden oluyorlar. Denetimlerinden çıkan radikal islamcılara karşı savaş açan bu gerici cephe, AKP türünden sistemle uzlaşan islami çizgiyi Ortadoğu halklarına model diye sunuyorlar. ABD-İsrailin istediği model budur: Hem islamcı, hem Amerikancı!...
Suç dosyalarının bu kadar kabarık olmasına rağmen utanmadan teröre karşı mücadeleden söz edebiliyorlar. Sık sık karşılaştığımız ikiyüzlü mizansenler kanlı sicillerinin üstünü örtmek ve yeni saldırılara zemin hazırlamak amacıyla sahneleniyor. Kimi zaman mizansenlere timsah gözyaşlarıda eşlik edebiliyor. İstanbulda gerçekleşen bombalı saldırılardan sonra yapılan açıklamalar bu türden ifadelerle dolu. Timsah gözyaşı dökenler, kirli niyetlerini yansıtan açıklamalar yapmaktan da geri durmuyorlar. Hiçbir şekilde kabul edilmeyecek olan ve tümüyle emperyalist-siyonist gerici cephenin işine yarayan bu saldırılarda onlarca insanın ölmesi, yüzlercesinin yaralanması şer ittifakının umurunda bile değil. Tümüyle karanlık olan, provokasyon olma ihtimali hiç de zayıf olmayan bu saldırıları kanlı sicillerine yeni sayfalar eklemekiçin tam bir arsızlıkla kullanıyorlar. Olaydan çıkardıkları sonuçlar; ABD saldırganlığına daha çok destek vermek, siyonist terörle işbirliğini pekiştirmek, ilerici, devrimci akımlara karşı saldırıları yoğunlaştırmak şeklinde. Filistinde ve Irakta her gün katliam yapanların ve onlara destek verenlerin insan hayatına değer vermeleri mümkün mü?
Emperyalist-kapitalist barbarlık düzeni ayakta kaldığı sürece, halkların güven içinde ve gerçek bir barış ortamında yaşamaları mümkün olmayacaktır. Hangi ulusal, dinsel, mezhepsel kökenden gelirse gelsin, işçilerin, emekçilerin ve tüm bölge halklarının özgürlüğe kavuşması, Ortadoğu halklarına musallat olan emperyalist, siyonist, gerici cepheye karşı mücadele ile mümkündür. Bölgeye hakim olan karanlıktan kurtulabilmek için halklar arası enternasyonal dayanışma en acil ihtiyaçtır.