09 Kasım '02
Sayı: 44 (84)


  Kızıl Bayrak'tan
  3 Kasım seçimleri
  Şimdi sıra AKP hükümetinde...
  3 Kasım seçimleri, AKP ve emperyalistlerin beklentileri
  Yıkımın sahnedeki sorumlularının yıkımı
  Felsefesi serbest piyasacı, programı İMF'ci...
  Yeni hükümete eski program!
  İstanbul'da 6 Kasım eylemleri...
  Ankara'da 6 Kasım eylemleri...
  6 Kasım eylemlerinden...
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  Günü kazanarak geleceğe hazırlanıyoruz!
  Esenyurt BDSP çalışması...
  Anadolu Yakası BDSP çalışması...
  Sefaköy ve İkitelli BDSP çalışması...
  Adana BDSP çalışması...
  Dikmen BDSP çalışması...
  Hüseyingazi BDSP çalışması...
  Mamak BDSP çalışması...
  Seçim sonuçları üzerine...
  Komünistler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri
  Petrol devleri sabırsız
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
3 Kasım seçimleri...

Yıkımın sahnedeki sorumlularının yıkımı

Seçim değerlendirmelerinde halkın yıllardır süren yıkımdan sorumlu tuttuğu partileri cezalandırdığı görüşü öne çıkıyor. Gerçekten de 57. hükümeti oluşturan koalisyon partileri son 3-4 yıllık icraatlarının faturasını sandığa gömülerek ödediler. Ecevit’in DSP’si tümüyle bitme noktasına geldi. Arada kısa kesintiler hariç neredeyse 20 yıldır bir şekilde hükümette yer alan ANAP barajın epey altında kaldı. MHP ise ‘99 yılındaki şovenist rüzgarın kendisine sağladığı oy desteğini neredeyse tümüyle kaybetti, geleneksel faşist tabanın oylarıyla yetinmek durumunda kaldı.

Eski hükümetin ortakları bütün suçu seçimin erkene alınmasına yükseliyorlar. Üçbuçuk yıldır büyük icraatlara imza attıklarını, büyük hizmetler gördüklerini, bu dönemin ceremesini çektiklerini, semeresinin ise önümüzdeki yıllarda alınabileceğini iddia ediyorlar. Erken seçim kararı alarak, önümüzdeki semere toplama dönemini değerlendiremeyerek, intihara sürüklenmişler. Söylenenlere bakılırsa, hükümet tam Türkiye’yi düze çıkarmış, bunun bütün zorluklarını göğüslemişken erken seçime zorlanmış.

Gerçekten de 57. hükümet ‘99 Nisan’ından bu yana yapmadığını bırakmadı. Kabaca bir göz atıldığında bile ortaya eşi benzeri olmayan korkunç bir tablo çıkıyor. Koalisyon kurulur kurulmaz derhal saldırılara başladı. Dördüncü ayında 17 Ağustos depreminin şokunu, “mezarda emeklilik” ve “uluslararası tahkim” yasalarını çıkarmanın olanağına çevirdi. Hükümet bununla da yetinmedi, yaralarını sarmaya çalışan emekçi kitlelere deprem vergisi vb. yeni vergiler çıkararak, mevcut vergileri ağırlaştırarak yeni darbeler vurdu. Hemen ardından programındaki saldırıları gerçekleştirdiğinde karşılaşabileceği toplumsal muhalefeti baştan bertaraf etmek için, muhalefetin en direngen kesimi olan devrimcilere yöneldi. Ulucanlar Cezaevi katliamıyla hücre tipi yaşamın startını verdi. Devlet terörü toplumsal muhalefetin tüm odalarına karşı dizginlerinden boşandı. İMF-TÜSİAD yıkım programının ihtiyaçlarına uygun olarak, sürekli yeni saldırı yasaları çıkartıldı. Gene de “istikrar programı”nın Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleriyle karaya oturması engellenemedi. Aynı dönem içinde F tipi saldırısının yeni evresine de geçildi. F tipi açılmasını engellemek için Ölüm Orucu başlatan devrimci tutsaklara 19 Aralık 2001’de vahşi bir katliamla ve hücrelerin çılmasıyla karşılık verildi. Toplumsal muhalefetin geneline yönelik faşist baskı ve terörün dozu en üst düzeye çıkarıldı.

Ekonomik ve siyasal istikrarda tökezleyen hükümet, ülkeyi tümüyle İMF kölesi haline getirme çabalarını istikrarlı bir şekilde sürdürdü. Küçük esnaf ve tarım yıkıma uğratıldı. İşçi sınıfı ve emekçilerin istemlerine “işsizlik sigortası” aldatmacası, sahte sendika yasası ve “esnek üretim” yasa tasarısını gündeme getirmenin zemini olan göstermelik “İş Güvencesi Yasası” benzeri saldırı yasalarıyla karşılık verildi. Özelleştirmelere hız verilerek büyük KİT’ler sermayeye peşkeş çekildi. İMF kredileri batık bankalar aracılığıyla tekelci sermayeye aktarıldı. Krizin ağırlaşması işçi ve emekçi kitlelere açlık ve sefalet getirirken, sermaye krizden işsizleştirme, örgütsüzleştirme saldırılarını hayata geçirmek için yararlandı.

57. hükümetin belli başlı icraat alanlarından biri de demokratik hak ve özgürlüklere ilişkindi. 11 Eylül rüzgarından etkin bir şekilde yararlanmaya çabalayan hükümet, “AB’ye uyum” adı altında “demokrasi paketleri” hazırladı, bir dizi anayasal ve yasal düzenleme yaptı. “Demokratikleşme” yalanıyla güdük haklarıda ortadan kaldırdı.

Dış politikada da saldırgan geleneğe bağlı kalındı. 11 Eylül’le birlikte saldırganlığın dozu arttırıldı. ABD ve İsrail’le kurulan üçlü mihver politikaları sadakatle uygulandı. Filistin’de katliamlarını rutinleştiren İsrail’e ekonomik ve askeri ihaleler üzerinden açık destek verildi. Afganistan saldırısına alkış tutulmakla kalınmadı, buradaki saldırı gücünün komutası alındı. Türkiye Irak’ı düzenli olarak bombalayan ABD-İngiliz uçaklarının öncelikli üssü olmayı sürdürdü. Nihayet Irak’a yönelik olası savaşa aktif olarak katılma kararı da bu hükümet döneminde alındı. Her ne kadar “Irak’ta savaş istemiyoruz” denilse de, savaşa katılma konusunda pazarlıklar yapılmış, paranın bir kısmı İMF kredileri üzerinden peşin olarak alınmıştır. Türk ordusu Güney Kürdistan’daki işgal güçlerini tahkim ederek savaşn son hazırlıklarını fiilen de yerine getirmiş bulunmaktadır.

57. hükümetin 3-4 yıllık icraatları üzerinden Türkiye bugün, iç ve dış borç batağı içinde yüzen; ekonomisi iflas edip borç çevrimine endekslenen; maliyesi İMF tarafından yönetilen; servet ve sefalet uçurumu muazzam boyutlara ulaşan; işsizlik, örgütsüzlük ve açlığın kol gezdiği; faşist terörün gemi azıya aldığı; demokratik hak ve özgürlüklerin biçildiği; kültürel ve ahlaki dejenerasyonun had safhaya vardığı, son hızla ABD’nin savaş arabasına koşulan bir ülke haline getirildi.

Seçimde nefesleri tükenenlerin “büyük hizmet” dedikleri işte budur. Ceremesini çekmekle övündükleri, semeresini yiyememekten ötürü kahrettikleri işte böyle bir Türkiye tablosudur.

Fakat herkesin hakkını teslim etmek gerekir. Bu sadece 3-4 yılın işi değildir. Halk iktidar-muhalefet ayrımı gözetmeden, bu tablonun sorumlusu olarak gördüğü tüm sermaye partilerini cezalandırmıştır. CHP ve AKP’nin ödüllendirilenler içinde olması bu gerçeği değiştirmez. Kaldı ki ‘99’dan beri meclis dışında olan, Cumhuriyetin kurucu partisi ve Kemalizm’in önde gelen temsilcisi olduğunu savunan, ordudan sendika bürokrasisine, medyadan tekelci burjuvaziye kadar sermaye iktidarının tüm desteğini arkasına alan CHP’nin %19 gibi bir oy oranında kalması da bir hezimettir. Kendisine verilen oyların önemli bir kısmının “şeriatçıların gelmesini engellemek” amacı taşıdığına kuşku yoktur.

AKP gerçekten ödüllendirilmiştir. Başarısının temelinde “yeni” olduğu, Türkiye’nin bu hale gelmesinde payı bulunmadığı propagandasına bir kesimi inandırması yatıyor. İkincisi, bilinçsiz yığınlar içinde önemli bir kesim, sırf barajı geçeceği inancıyla oy vermiştir. Üçüncüsü, AKP’nin iktidar güçlerinin karşısında oynadığı mazlum rolü, sermaye iktidarına karşı tepkili olan dinin etkisindeki kesimin desteğini sağlamıştır. Dördüncüsü, gene bilinçsiz yığınlar içinde “bir de bunu deneyelim” düşüncesiyle hareket edenlerin verdiği destek vardır. Kısacası AKP’ye yönelen oyların önemli bir kısmı gerçekten tepki oylarıdır.

Yukarıda da belirtildiği gibi, bu tepki sağı ve soluyla yıkımın sorumlusu olarak görülen tüm düzen partilerine yönelik bir tepkidir. Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz’a olduğu kadar Saadet Partisi ve DYP’ye de yönelen bir tepkidir bu.

5 Nisan ‘94 Kararları’nda, özelleştirme, işçi tensikatları, sendikasızlaştırma saldırılarının hızlandırılmasında Çiller’in imzası vardı. Kirli savaşın en vahşi biçimlerini, toplumsal muhalefeti ezmenin en kanlı yöntemlerini, ev ve sokak infazlarını, gözaltında kayıpları vb.’ni Çiller ve Karayalçın başkanlığındaki DYP-SHP hükümeti tırmandırıp uyguladı. Susurluk skandalında önde gelen çetenin başında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’la birlikte Çiller yer alıyordu. Nitekim ‘95 seçimlerinde Güreş, Ağar, Sedat Bucak gibi belli başlı çete mensupları Çiller tarafından meclise taşındı.

Erbakan-Çiller hükümeti de ekonomik sosyal-alandaki saldırıları aralıksız sürdürdü. Yolsuzluk, hırsızlık, hortumculuk boyutlandı. Ortadoğu’daki saldırgan üçlü mihver bu hükümet üzerinden kuruldu. Gözaltından kayıplara, katletmelere devam edildi. Devrimci hareketi ezmenin önemli bir adımı olarak devrimci tutsaklara daha pervasız saldırılar yöneltildi vb. Erbakan’ın partisinin sandığın dibine gömülmesi, Çillerin barajda boğulması hükümet ettikleri dönemdeki bu icraatlarından bağımsız değil.

Fakat düzen partilerini bu hale düşüren asıl etken, 57. hükümet döneminde meclisteki tüm partilerin İMF programı etrafında tekleşmeleri, tek bir parti gibi hareket etmeleridir. Erken seçim startı verilene dek, hiçbiri 400 civarında saldırı yasası çıkarılmasına, İMF talimatlarına, emperyalist saldırganlığa ortak olmaya demagojik de olsa muhalefet etmedi. SP’nin ya da Erbakan’ın son zamanlardaki açık muhalefeti ise dinci gericiliğin etkisindeki seçmen kitlesinde bile etki yaratmadı. Zira SP’nin barajı aşamayacağı düşüncesi ve 28 Şubat ‘97 sürecinde ve sonrasındaki ürkek tutumunun yarattığı tepki, bu kesimin oylarını, “ılımlı islam” söylemi üzerinden rejim tarafından hükümet olması kabul edilebilecek AKP’ye yöneltti.

En geri bilinçli ve umutsuz yığınlarda İMF’ye muhalefetin ne denli etki yarattığını anlamak için ise Uzanlar’ın Genç Partisi’ne bakmak gerekir. Cem Uzan’ın şovenizm-faşizm sosuna bulanmış tümüyle demagojik söylemleri %7’nin üzerinde bir destek bulabildi. Bu oranın parayla satın alınmışlar dışındaki büyük bölümünü, sermaye medyası tarafından sürekli sersemletilen, yoksulluk içinde yozlaştırılan en geri bilinçli kesimleri oluşturuyor. Bu kesimin bir bölümü verilen vaatlere kansa da, önemli bir bölümü Uzan’ın İMF’yi kovmaya “namusu ve şerefi” üzerine yemin etmesine oy vermiştir.

Seçim sonuçlarının bir tarafında da sandık başına gitmeyen % 22 civarında bir kayıtlı seçmen oranı var. Kayıtlı olmayanlar ve boş oy kullananlarla birlikte düşünüldüğünde, bu 15 milyona yakın seçmen demek. Yukarıda belirtilen olgular da gözönüne alındığında, seçim sonuçları, kitlelerin önemli bir bölümünün sermaye düzeninden beklenti ve umudunun kalmadığını göstermiştir. “Laikliğin ve demokrasinin yılmaz bekçisi” ordu, Cumhurbaşkanı ve diğer iktidar kurumlarının toplumsal desteği hep %80’ler civarında gösteriliyordu. Aslında AKP’nin aldığı %34.5 (tüm seçmen kitlesi içinde %25) oy desteği, bunun apaçık bir yalan olduğunu gösteriyor. Kitlelerin önemli bir bölümünün meclise ve düzen partilerine olduğu kadar, sermaye iktidarına da güeni kalmamıştır.

İşçi ve emekçi kitleler bugün belki bütün sorunların sermaye iktidarından, verili düzenden kaynaklandığını göremiyor. Kendilerine yaşatılan yıkım ve sefaletin sorumlusu olarak sahneye sürülmüş olanları cezalandırmaktan öteye geçemiyorlar. Egemenler yeni piyonlar öne sürerek kitlelerde biriken öfke ve tepkiyi dizginlemeye çalışacaklardır. Ama burjuvazinin barutu çoktan tükenmiştir. Yeni piyon AKP’nin yapabileceği hiçbir şey yok; İMF programını harfiyen uygulamak, borçları yeni borçlarla büyüterek çevirmek, yıkımı derinleştirmek, ABD’nin savaş arabasına son sürat koşulmak dışında. Dolayısıyla çok sürmeyecek, Sabancılar’ın sevinci kursaklarında kalacaktır.