02 Kasım '02
Sayı: 43 (83)


  Kızıl Bayrak'tan
  Çakalların uluması boşunadır!
  Faşist saldırılar çalışmamızı ve mücadelemizi engelleyemez!
  Cumhuriyetin 79. yıldönümü, düzenin istikrar beklentisi ve seçimler
  ABD emperyalizmi Irak'a saldırı kararı için BM'yi sıkıştırıyor
  Emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı sınıf savaşını yükseltelim!
  Emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  ABD'de büyük savaş karşıtı hareket
  Çeçenistan, Rus gericiliği ve ikiyüzlülük
  Sosyal yıkıma karşı BDSP saflarında örgütlenelim!
  BDSP çalışmalarından...
  Emperyalist savaş ve güncel görevler
  BDSP çalışmalarından...
  Perinçek'ten inciler...
  El Salvador'da özelleştirmelere karşı kitlesel protestolar
  Bir kez daha KADEK ve Güney üzerine...
  İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
  Selam olsun Partimizin 4. kuruluş yıldönümüne!
  Alman devletinin kirli savaş tarihinde önemli bir sayfa
  İşkence yaygın ve sistematik olarak sürüyor!
  Küçükarmutlu katliamı 1. yılında...
  Pendik İKE'den "Kadın sağlığı" konulu panel
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Bir kez daha KADEK ve Güney üzerine...

Serhat Ararat

TC’nin Güney Kürdistan politikası biliniyor. Bunu birçok yazımızda değerlendirmiştik. Bu politikanın özeti şu: Kürtler’in bugüne kadar elde ettikleri kazanımları yoketmek, uluslaşma, ulusal birlik ve kendi kaderine hakim olma yolunda kaydettikleri mesafeyi yerle bir etmek! Bunun için işgal dahil her türlü yöntem ve aracı kullanmak! ABD’nin Irak saldırısı sürecinde Güney’i işgal etmek ve Kürtler’in örgütlenmelerini dağıtmak, ulusal kurumlaşmalarını ortadan kaldırmak! Bu amaçlara varmak için ileri sürdükleri gerekçeler de bellidir: "Kürtler devletleşiyor, 4-5 bin silahlı KADEK’li sınırlarımızın hemen ötesinde güvenliğimizi tehdit ediyor; ulusal birliğimiz ve güvenliğimiz için her türlü tedbiri almak durumundayız!"

TC’nin bu yaklaşımını daha ayrıntılı ortaya koymak mümkün, ama konumuz bu değil. Konumuz, İmralı Partisi KADEK’in TC’nin bu genel politikası içinde nasıl bir rol oynadığını bir kez daha ortaya koymaktır. İmralı Partisi’nin Güney’deki varlığı, kurdurttuğu partiye yüklenen işlev ve yürütülmeye çalışılan faaliyetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bunun, genel tasfiyeciliğin önemli bir ayağı olduğu rahatlıkla anlaşılır.

Eski gerilla güçlerinin devrimci yurtsever anlamda bir işlevi kalmamıştır. TC ve bölge gerici güçlerine karşı şiddeti reddeden KADEK, Güney güçlerine karşı "silahlı propaganda"yı esas aldığını ilan etmiştir. İlan ettiği "Medya Savunma Bölgeleri" ile TC’nin Güney’i işgal planlarına meşruiyet kazandırma çabalarına zemin sunmuştur. Propaganda düzeyinde ise devletin ve onun en sadık sözcüsü D. Perinçek ile aynı terminolojiyi kullanmakta sakınca görmemiştir. Dolayısıyla Kuzey Kürtleri’nin Güney’deki gelişmeler karşısında ilgisiz ve tavırsız kalmalarını sağlamak için ellerinden gelen herşeyi yapmıştır. A. Öcalan her avukat görüşmesinde bu konuda nasıl bir çizgiye sahip olduğunu ortaya koymakta ve partisini de bu temelde yönlendirmektedir. 9 Ekim 2002 tarihli avukat görüşme notlarında devlet gör&uul;şlerini ve resmi politikayı nasıl bir pervasızlıkla dillendirdiğini ibretle okuyoruz. Öcalan’ın şu sözlerinin resmi bir devlet yetkilisinin sözlerinden bir farkı var mı?

"Kurtuluş savaşında Kürtler ve Türkler birlikte savaştı, sonra isyan gelişti. 15 yıl savaşıldı, onca kan döküldü, İngiliz oyunudur, tavşana kaç tazıya tut. Barzani, Talabani hala bu oyunun içinde, Federal devleti tartışıyorlar, böyle bir federal devlet Kürtler’e felaket getirir. İngiltere'nin parmağı var bu işte. ‘20'lerde oynanan oyun yine oynanmak isteniyor. Türkler’in çoğu tazı, Kürtler de tavşan yine bunu yapmaya çalışıyorlar. Bu oyun bozulmalı. Kürt-Türk birlikteliği önemlidir."

Kuşkusuz biçimde belli bir farklılık var: Devlet, Kürtler’in en sıradan ulusal demokratik kazanımını kanla bastıracağını söylerken, Öcalan, Kürtler’den biri olarak konuşmakta, Kürtler’in tarihini, direniş tarihini İngilizler’in oyunu olarak tanımlamakta ve Kürtler’in Güney’deki kazanımlarını federe devlet düzeyinde kurumlaştırmalarını "felaket" olarak tanımlamakta ve çok daha uğursuz, tahripkar bir rol oynamaktadır. Böylece TC’nin veya başka bir yabancı gücün Kürdistan üzerindeki saldırgan politikalarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Türk devletinin rolü de "tazı" biçiminde değerlendirilerek çarpıtılmakta ve bir yönüyle "masum" gösterilmeye çalışılmaktadır.

"Federe devlet Kürtler için felaket" demek! Peki, o zaman, Kürt halkı ne yapmalı, nasıl bir çözüme "evet" demeli? (Bu sorularımız, kuşkusuz, henüz gelişmelerin tam bilincinde olmayan Kürtlere’dir! Yoksa Öcalan ve tayfasına değildir!) TC’nin çizdiği sınırların dışında Öcalan’ın ve KADEK’in bir yaklaşımı var mı? Kuzey Kürdistan halkı için sömürge köleliğinden başka istedikleri bir şey var mı? Bütün kazanım ve değerleri tasfiye etme ve sömürge köleliği "Barış", "Demokratik Cumhuriyet" adına meşrulaştırma ve bilinçlere kazıma işlevinden başka bir rolleri ve duruşları var mı? Bunca laf yığını altında bunun dışında başka bir şey yaptıkları var mı?

Yukarıya aldığımız paragrafın TC’nin resmi tezi olduğundan kuşku yok. Bu, çok açık. Aslında Öcalan yeni bir şey söylemiş olmuyor. Savunmalarında ortaya koyduğu TC’nin resmi tezlerini tekrarlıyor ve "Yüce devlete bağlılığını" ve "hizmetinin" gereğini yapıyor. Burada Öcalan, bir kez daha 15 yıllık savaşı "çok kan döküldü, İngiliz oyunudur" diyerek mahkum ediyor. Mahkum ediyor çünkü, 15 yıllık savaşın bilinçlerde ve belleklerde yarattığı değerler silinmeden sömürge köleliğini beyinlere yeniden yerleştirmenin, eski Kürdü yeniden geri getirmenin olanaksız olduğunu çok iyi biliyor.

Unutmamak gerekiyor ki, bilinçleri, bellekleri ve ruhları teslim alma, katletme operasyonu epey mesafe almış bulunuyor. Bunu önlemek gerekir. "Ama nasıl" sorusunun da yanıtı besbellidir:

Sürece örgütlü bir tarzda müdahale etmek!

Görev budur! Devrimci yurtseverlikte samimi olup olmamanın ölçüsü budur!