02 Kasım '02
Sayı: 43 (83)


  Kızıl Bayrak'tan
  Çakalların uluması boşunadır!
  Faşist saldırılar çalışmamızı ve mücadelemizi engelleyemez!
  Cumhuriyetin 79. yıldönümü, düzenin istikrar beklentisi ve seçimler
  ABD emperyalizmi Irak'a saldırı kararı için BM'yi sıkıştırıyor
  Emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı sınıf savaşını yükseltelim!
  Emperyalist savaş karşıtı eylemler...
  ABD'de büyük savaş karşıtı hareket
  Çeçenistan, Rus gericiliği ve ikiyüzlülük
  Sosyal yıkıma karşı BDSP saflarında örgütlenelim!
  BDSP çalışmalarından...
  Emperyalist savaş ve güncel görevler
  BDSP çalışmalarından...
  Perinçek'ten inciler...
  El Salvador'da özelleştirmelere karşı kitlesel protestolar
  Bir kez daha KADEK ve Güney üzerine...
  İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
  Selam olsun Partimizin 4. kuruluş yıldönümüne!
  Alman devletinin kirli savaş tarihinde önemli bir sayfa
  İşkence yaygın ve sistematik olarak sürüyor!
  Küçükarmutlu katliamı 1. yılında...
  Pendik İKE'den "Kadın sağlığı" konulu panel
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Perinçek’ten inciler...

Militarizme övgü eşliğinde şovenizm hezeyanı

A. Azin

18 Ekim ‘02 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’le yapılan bir röportaj yayınlandı. Perinçek, son zamanlarda düzenin bazı çevreleri tarafından dile getirilen, “Kuzey Irak’ta Türkiye’nin kontrolünde bir Kürt devleti kurulması Türkiye’nin yararına olur” tezine şiddetle karşı çıkıyor. Karşı çıkışını “Kuzey Irak’taki devlet ABD kuklası olmaya mecbur” diyerek gerekçelendirse de, aslında Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını ayrı bir devlet yönünde kullanmasına da karşı çıkıyor.

Güney Kürdistan’daki mevcut statüyü ABD’nin yarattığına, orada halihazırda Kürtleri denetim altında tutan Talabani ve Barzani gibi iki işbirlikçi güç üzerinden kirli hesaplar güttüğüne kuşku yok. Buna karşı tutum almak ve Kürt emekçi halkına gerçek bir özgürlük, eşitlik ve gönüllü birlik için çağrı yapmak ile ulusların kendi kaderini tayin hakkını, ne şekilde olursa olsun, kullanmaya karşı çıkmak arasında kalın bir çizgi var. Perinçek çizginin sosyal-şovenist yanında duruyor. Karşı-devrimci Aydınlık çizgisine yakışan da bu zaten.

Röportajın her satırı, Perinçek’in karşı-devrimci kimliğini yansıtıyor. Güya ABD emperyalizmine karşı çıkıyor ve ABD’nin bölgeye ilişkin emperyalist politikalarının engelleyicisi olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni gösteriyor. Güya Körfez Savaşı’ndan sonra Çekiç Güç, Türk ordusuna rağmen Türkiye’de konuşlandırılmış. Güya TSK “‘95 baharındaki Çelik Harekâtı’ndan beri” ABD’nin tekerine çomak sokuyormuş. “AB ve ABD’nin MGK üzerinden Türk ordusunu sürekli yaylım ateşine tutmasının nedeni bu”ymuş! Hatta ABD Irak saldırısını Türk ordusu direndiği için sürekli erteliyormuş! Kısacası Amerikan emperyalizminin bölgedeki çıkarlarını İsrail’le birlikte koruyan, bölgedeki emperyalist saldırganlıkta ileri bir karakol vazifesi gören, Genelkurmay’ı Pentagon’dan emir lan, komuta kademesi NATO ve ABD üslerinde Amerikancı olarak yetiştirilen Türk ordusu, nasıl oluyorsa, ABD’nin önündeki tek engel! İnsan bir kez arsızlaşmaya görsün, çarpıtmanın ve yalanın arkası gelmiyor. Türkiye’deki her türlü musibetin, ABD uşaklığının dayanağı olan ordu ve generalleri devrimin temel kuvveti olarak sunuluyor.

Peki bütün iktidar iplerini MGK maskesiyle elinde tutan orduya rağmen mi Çekiç Güç’ün konuşlanmasına izin verilmiş? Erbakan’a İsrail ve ABD ile stratejik ortaklık anlaşması imzalatan bu ordu değil miydi? Bu üçlü mihver değil mi, elbirliğiyle Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren?

Türkiye’nin dıştaki saldırganlığının, komşularına beslediği düşmanlığın arkasında ordu var. Amerikan emperyalizminin ve Türk tekelci burjuvazisinin çıkarları neyi gerektiriyorsa, ordu harfiyen yerine getiriyor. Dahası bizzat strateji, politika ve taktikleri belirliyor; düzenin çıkarlarını en tam şekilde bizzat kendisi formüle ediyor. Zira ordu salt bir baskı ve zor aygıtı değil, ekonomide de belli bir ağırlığa sahip. Bu ülkenin sayılı tekelinden olan OYAK vb. kuruluşlar generallerin kasasını dolduruyor. Bu haliyle iktidardaki tekelci burjuvazinin ayrılmaz bir parçası, aynı çıkarların sahibi. Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Ortadoğu’dan Uzak Asya’ya Türkiye’yi çevreleyen bölgeyle ilgili emperyalist hayaller, öncelikle Türk ordusu tarafından kuruluyor. O yüzden hem ABD uşaklığının bir gereği, hem de bu hayallerinin bir sonucu olarak k&airc;h Kosova’ya asker gönderiyor, kâh Afganistan’daki saldırı kuvvetlerinin komutasını alıyor, kâh ABD’ye uzak duran İran, Irak, Suriye gibi ülkelere diş gösteriyor, kâh Azerbaycan’da ABD taşeronluğunu yapıp darbe tezgahlıyor...

Türkiye’nin iç toplumsal yaşamında da ordunun belirleyici bir payı var. Hatta demokratik hak ve özgürlüklerin güdüklüğünün başlıca sorumlusu cunta geleneğine sahip Türk ordusudur. Toplumsal muhalefetin her yükselişinde ordu devreye giriyor. Geçmişte bunu 12 Mart, 12 Eylül gibi açık faşist darbelerle yapıyordu, bugün ise “balans ayarları”yla, fiziki hedefini dar tuttuğu operasyonlarla yapıyor. Örneğin 19 Aralık katliamıyla yapıyor. Ama, 12 Eylül anayasasının yapıcısı ve bugüne kadar ki koruyucusu Türk ordusu, Perinçek tarafından “devrimin temel kuvvetlerinden biri”ne dönüşüveriyor.

Perinçek emperyalist hayallere, geleneksel saldırganlığa karşı çıkmıyor. O ABD yerine “Rusya, Çin ve Asya’nın derinlikleri” ile işbirliğine gidilmesini, burjuvazinin çıkarlarının böyle bir emperyalist kutuplaşmaya yaslanarak savunulmasını istiyor.

Perinçek ne kadar çırpınsa da nafile. Ordu harıl harıl Irak savaşına hazırlanıyor, kendisine verilen görev için daha şimdiden onbinlerce askerini Kuzey Irak’a yığıyor. Buna rağmen Perinçek hala “Irak saldırısını engelleyen güç Türk ordusu”dur; “Türkiye’nin Güney sınırı, Kıbrıs-Kuzey Irak hattı, yalnız Türkiye’nin değil, bütün insanlığın emperyalizme karşı ortak cephesi haline geldi” diyor

Sen kalk Türk ordusunun Kıbrıs’taki ve Kuzey Irak’taki sömürgeci işgalini “emperyalizme karşı insanlığın ortak cephesi” ilan et, sonra da devrimden, sosyalizmden, bölge barışını sağlamaktan bahset!

Perinçek ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, ABD’nin Irak saldırısına başından beri destek veren devletlerin başında Türkiye ve İsrail’in geldiğini dünya alem biliyor. Savaşa destek konusunda bir tartışma yok. Genelkurmay, savaşa aktif olarak katılma, yani asker kanı karşılığında ABD’den alacaklarının pazarlığını bile sonlandırdı. Şimdiden 6 milyar dolar askeri yardım konusunda anlaşma sağlanmış durumda. Kürt devleti meselesi de bizzat derin devlete, demek oluyor ki Genelkurmay’a bağlı kalemşörler tarafından dile getirildi. Ordu, Perinçek’in söylediklerinin tam aksine, ABD ve Türkiye’nin Kuzey Irak politikalarında tümüyle örtüştüğünü dillendiriyor. Perinçek de bunun farkında. Ama o gene de orduyu kazanmak çabasında. Önce onu “tehlike” konusunda uyarıyor, sonra da başka hedefler gösteriyor.
İP Başkanı “Milli Direnme Programı”nın uygulanabilmesi için “topyekûn seferberlik” çağrısı da yapıyor. Askeri harekât mı öneriyorsunuz sorusuna verdiği yanıt aynen şöyle; “... Yalnız askeri değil, her alanda gereken girişimi yapmak. Öncelikle bir iradenin ortaya konması gerekiyor: Türkiye, o kukla devleti kesinlikle bozacak! Ve milletin bütün imkânları bu hedefe yöneltilecek. Bir jandarma operasyonu yapmıyorsunuz, emperyalist bir planı komşularınız ve bütün dünya ile birlikte bozuyorsunuz. Yönteme gelince, ekonomik, askeri, örtülü örtüsüz, her yöntem...”

Bu, İP-Aydınlık çizgisinin özüdür işte. Bu, Perinçek’in öve öve bitiremediği o kirli savaş ordusunun çizgisidir. Genelkurmay da Kürt ulusal direnişini bastırmak için her türlü kirli yöntemi kullanmıştı. Zamanında devrimcileri devlete ihbar eden, bizzat avlamaya kalkan Aydınlık şefinden de başka türlüsü beklenemez: “Yönteme gelince, ekonomik, askeri, örtülü örtüsüz, her yöntem”!

Perinçek röportajı “2003 yılında Türkiye’yi yönetecek olan milli hükümetin merkezinde İşçi Partisi olacak” sözleriyle noktalıyor. O her seçim öncesinde böyle ipe sapa gelmez kesinlemeler yapıyor. Bugüne kadar bir kez olsun görmedik ki, seçimlerden önce İP barajı aşmasın. Ama her defasında Perinçek ve avanesi sandığın en dibine gömülüyor. İP bir kez bile olsun %1 oy oranına dahi ulaşabilmiş değil. Onca iddiaya rağmen, alabildiği oy hep bindeli oranlarda kaldı. Buna ve toplumdaki genel atmosfere rağmen Perinçek barajı aştıkları iddiasını sürdürecektir; zira bu da onun kitlesini idare etmede kullanageldiği “yöntem”lerden biridir.

Perinçek’in “örtülü örtüsüz, her yöntemi” kullanmakta iflah olmayacağı şüphe götürmez. Ya, sosyalist olmak iddiasıyla gidip Aydınlık çizgisine kapaklananlara ne demeli? Onlar da herhalde bile bile “aldatılmak” istiyor olmalılar. “Biliyor, Geliyor, Çözecek” demeleri, başka türlü nasıl anlaşılabilir ki!