28 Temmuz'01
Sayı: 19


Kızıl Bayrak'tan
Yeni İMF programı iflas etti

Katillerin G-8 zirvesi ve yüzbenlerin görkemli militan eylemi

G-8 zirvesinin gündemi ve sonuç bildirisi

Gösterilerin içinden Cenova tanıklığı
Sistem aynı sistem, polis aynı polis!
Cenova'da 300 bin kişi yürüdü...
"7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası"
Sınıf hareketi
"İyiye gidiyoruz" demogojsinin arkasına gizlenenler
Kapitalizmde eğitim
G-8 zirvesi ve Cenovalar'ın tarihsel anlamı
Kapitalizm ve çevre sorunu
İnksanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret
Uluslararasi politika
Şehitlerimizle zafere yürüyoruz!
Bir yoldaşından Hatice Yürekli yoldaşa mektup
Ölüm Orucu direnişçisi Fatime Akalın'ndan mektup
"Bir yanılsamanın sonu"

Basından

Mücadele Postası

 Tüm yazılar

Bu sayının PDF formatııi download etmek için tıklayın



 

Çukurova Üniversitesi
sosyal tesislerinde yolsuzluk

Merhabalar...

Ben Adanadan bir SY Kızıl Bayrak okuruyum. Şu an Çukurova Üniversitesinin sosyal tesislerinde çalışıyorum. Size yazmamın sebebi, çevremde yaşanan bir yolsuzluğu aktarmak. Ben biliyorum ki SY Kızıl Bayrak gazetesi emekçi yığınlara seslenen bir gazete. Biz de bu üniversitenin emekçileri olduğumuza göre bu hepimizin meselesidir diye düşünüyorum. Size yazacaklarımı isterseniz araştırabilirsiniz.

Benim çalıştığım yer üniversitenin sosyal tesislerinin restorant bölümü. Buraya gelip yemek yiyenler genelde Çukurova Üniversitesinin öğretim elemanlarıdır. Hergün yaklaşık 150 kişi, akşam 19.00 ile 01.00 arasında yemek yer. Yemek yiyenler genelde gelen hesabın yarısı kadar ya da hesap miktarı kadar bahşiş bırakırlar. Bu bahşiş bazen öyle çok olur ki, günlük 100-150 milyonu bulur. İşte burada ilk yolsuzluk çıkıyor ortaya. Bahşiş paralarını restorantın müdürü Tülin Şeyhzadeoğlu, şef garson Ganimet Tosun, şef yardımcısı Birol Demirci aralarında paylaşmaktadır. Çok az bir miktarda onların sağ kolu olan garson Nadir de bu paradan pay almaktadır. Bunların dışında hiç kimseye bu paradan pay verilmemektedir. Verilmediği gibi, bunun lafını edenleri kapı dışarı etmektedirler. Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü ise bu paranın restorantın tüm çalışanları arasında eşit olarak paylaşıldığını sanmaktadır. Oysa komiler ve diğer garsonlardan oluşan yaklaşık 30 kadar çalışan -yani bu parada hakkı olan gerçek kişiler- bu paradan hiçbir şekilde yararlanamamaktadır. Her ne kadar küçük bahşişler gibi görünse de, aylık 3-4 milyarı bulmaktadır bu bahşişlerin toplamı. Ve paylaşan da 3-4 kişi olunca, bunun küçük bir yolsuzluk olmadığı ortaya çıkmaktadır.

İkinci yolsuzluk ise restoranta alınan yiyecek ve içeceklerle ilgilidir. Büyük gıda firmalarının temsilcileri buraya gelmekte ve restorantın müdürü Tülün Şeyhzadeoğluna çeşitli hediyeler vermektedir. Tülin hanım ucuza aldığı malzemeleri üniversite yönetimine daha pahalı göstermektedir. Böylelikle Tülin hanım ve yandaşları için bir gelir kapısı daha aralanmıştır. Araştırıldığında, bu olaydan da çok büyük miktarda paralar çıkacağından eminim.

Bunun yanısıra bir de üniversitenin başvurduğu bir politika var. Üniversitede çalışan işçiler çıkarılıp yerlerine öğrenciler alınmaktadır. Böylelikle hem daha az para vermekte, hem de daha kolay sömürebilmektedirler. Bu şekilde 30 üniversiteden 120 kadar işçi çıkarılmıştır. Bunların çoğu 35-40 yaşlarında insanlardır ve dışarda iş bulma imkanları oldukça sınırlıdır. Yani bu insanlar açlığa terk edilmişlerdir.

Bu yazdıklarımı SY Kızıl Bayrak gazetesine güvenerek yazdım. Buranın bir emekçisi olarak ve gazetenize kendimi yakın hissettim için bunları anlatma ihtiyacı duydum.

Çukurova Üniversitesinden bir emekçi

 


 

Üç haberin düşündürdükleri

'Sultanbeyli satılık ilçe; ormanlık araziler üzerine inşa edilen tüm semt ve ilçeler satışa çıkarılacak' (Milliyet, 14 Temmuz).
'Çatıya çıktılar paraları ödendi' (Milliyet, 14 Temmuz)
'Topraktan Ôülkücü fışkıracak' (Milliyet, 15 Temmuz)

Birbirinden farklı bu üç haber, Türkiyenin güncel tablosunu gözler önüne sermesi açısından dikkate değerdir.

Birinci haberden başlayalım. Haber, hazine arazileri (bununla Sultanbeyli kastedilmekte) ve orman vasfını yitirmiş alanlar üzerine kurulmuş olan semtlerdeki yapı sahiplerine arsaların satılması ve tapu verilmesini içeriyor. Bunun bir imar affı olmayacağı, hükümetin iç kaynak paketinin önemli bir bölümünün bu uygulama yolu ile sağlanacağı bakanlar tarafından dile getiriliyor.

Bu haberin emekçiler açısından anlamı şu: Dış borç yükünü karşılama dışında bir işlevi kalmamış olan devlet bütçesinin oluşumunda, artık işçi ve emekçilerden dolaylı ve dolaysız vergiler yoluyla yapılan soygunla yetinilmeyip bir de sağlıksız derme çatma evlerde yaşadıkları yerler için de para alınacaktır. Yani sermaye devleti açığını, işçi ve emekçilerin barınma ihtiyacı üzerinden karşılayacaktır. Varoşlardaki işçi ve emekçiler değil bu arsaları almak en temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumdayken, sermaye devleti bu arsaları kime satarak iç paketini oluşturmayı düşünüyor olabilir ki? Tabii ki yıkılacak konduların yerine inşa edilecek villaların sahiplerine, özel üniversite kurabilecek maddi imkana sahip kişilere. Derme çatma kondularından da kovulan işçi ve emekçilerin nerede kalacağı ise sadece 'kendilerini ilgilendiren' bir sorun olacak. İşçi, emekçilerin sofrasındaki herşeye elini uzatan sermaye devleti bununla yetinmiyor, şimdi de onların kaldığı derme çatma evlere göz dikmiş durumda.

İkinci haberde ise, Gölcükte kalıcı konut inşaatında çalışan işçilerin 5 aydır alacaklarını alamaması sonucunda çatıya çıkıp intihar girişiminde bulunduktan sonra paralarını alabildikleri söyleniyor. Bu haber işsizlik nedeniyle işçilerin bugün düşürüldükleri duruma çarpıcı bir örnek. İşsizlik işçi ve emekçilerin yaşamında maddi ve manevi bir yıkıma yolaçmaktadır. Zira işsizlik olgusu kapitalistlerin elinde ücretlerin düşürülmesi ve zamanında verilmemesi, sosyal hakların tırpanlanması, mücadele ve örgütlülüğün bastırılması saldırılarına aracılık etmektedir. Kapitalistler sorumlu oldukları krizi de bahane ederek işçi emekçileri işten atmanın, esnek üretimi dayatmanın vesilesi yapmaktadırlar. Son dönemde alacaklarını zamanında alamadıklarını için direnişe çıkan işçilerin sayısı hiç de az değildir. Emperyalist ve yerli tekellerin hizmetindeki sermaye devleti, işçi ve emekçilere karşı öyle fütursuzca bir saldırı başlatmış durumdadır ki, ücretlerin zamanında alınabilmesi için bile kararlı bir mücadele yürütülmesi gerekmektedir. Ya da bu haber örneğinde olduğu gibi can bedelini öne çıkartmak.

Son haber ise, MHPli Tarım ve Köy İşleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalpın Türk tipi inek ve tavuktan sonra şimdi de bitki ve tohumlara ülkücü isimleri vermesini içeriyor. İşte sermayeye uşaklıkta sınır tanımayanların milliyetçiliğini gözler önüne seren çok yalın bir örnek. Emperyalistlerin dayatmaları doğrultusunda ülkedeki tarım tasfiye edilip köylülük yıkıma uğratılırken milliyetçi duygular sermayeye karşı kabarmaz, bir takım bitki ve hayvanları sınıflandırırken kabarmaya başlar! Düşünün ki ülke filii olarak emperyalistler tarafından yönetilirken, işçi emekçilerin yaşamı yıkıma uğratılırken, ülkenin enerji, haberleşme, ulaşım başta olmak üzere stratejik kurumları satılırken, Ortadoğuda Amerikanın uşağı bir devlet olarak tanınırken 'milliyetçilik' unutulacak da, bir takım bitki ve tohumlara isim verilirken hatırlanacak.

Sermaye devleti işçi ve emekçileri mücadele etmek dışında alternatifi bulunmayan bir yola sokmuştur. İşçi ve emekçilerin tek alternatifi, tekelci burjuvazinin iktidarını hedefleyen devrimci sınıf programı altında birleşip mücadele etmektir.

T. P./Ankara