28 Temmuz'01
Sayı: 19


Kızıl Bayrak'tan
Yeni İMF programı iflas etti

CKatillerin G-8 zirvesi ve yüzbenlerin görkemli militan eylemi

G-8 zirvesinin gündemi ve sonuç bildirisi

Gösterilerin içinden Cenova tanıklığı
Sistem aynı sistem, polis aynı polis!
Cenova'da 300 bin kişi yürüdü...
"7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası"
Sınıf hareketi
"İyiye gidiyoruz" demogojsinin arkasına gizlenenler
Kapitalizmde eğitim
G-8 zirvesi ve Cenovalar'ın tarihsel anlamı
Kapitalizm ve çevre sorunu
İnksanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret
Uluslararasi politika
Şehitlerimizle zafere yürüyoruz!
Bir yoldaşından Hatice Yürekli yoldaşa mektup
Ölüm Orucu direnişçisi Fatime Akalın'ndan mektup
"Bir yanılsamanın sonu"

Basından

Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

'İyiye gidiyoruz' demagojisinin
arkasına gizlenenler

Son iki gündür düzen sözcülerinin ağzından adeta 'bal akmaya' başladı. Kemal Dervişten Ecevite ve Bahçeliye kadar hepsi, işlerin ne kadar da yolunda olduğuna dair demeçler veriyorlar.

Derviş, İstanbul Sanayi Odasının toplantısında 'Temmuz şokunu atlatıyor gibiyiz' dedikten sonra şunları söylüyor:

'Şu anda finans sektörü yangın aşamasında değil. Yangın söndü, finans sektöründe belli dengeler yerine oturdu, cari işlemler artı veriyor. Biz bunu sürdürebilirsek güveni sağlayabiliriz.'

Bu arada Başbakan Ecevit de boş durmuyor. MGK toplantısı ve 'sosyal patlama' ile ilgili sorular soran gazetecilere utanıp sıkılmadan, 'Türk halkı geleceğe umutla bakıyor ve ekonomik programın mutlaka başarıya ulaşacağına inanıyor' diye yanıt veriyor ve ekliyor 'piyasalarda yeniden güven verici ortam oluştu'.

Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli de aynı gün yaptığı konuşmalarda programın halk tarafından sahiplenildiğinden, birçok zorluğun aşıldığından ve önümüzdeki aylarda sıkıntıların azalacağından dem vuruyor.

Düzen sözcülerinin söylediklerinde herhangi bir doğruluk payının olmadığını belirtmeye gerek yok. Bu ülkede yaşayan herkes onların ne kadar yalancı olduğunu, hiçbir sözlerinin gerçeği yansıtmadığını biliyor. Sadece Derviş bir süreliğine bunun istisnası gibi görünmeyi başardı. Fakat onun da yalancılık konusunda diğerlerinden geri kalmadığı artık görülebiliyor.

Onları böyle konuşmaya, sahte iyimserlik tabloları çizmeye iten, emekçilerde biriken öfke ve tepkidir. Koro halinde konuşmaları, krizlerin faturasını en ağır şekilde ödettikleri işçi ve emekçi yığınları oyalama kampanyasının yeni bir adımından başka bir şey değildir. Tüm dertleri onların biriken öfke ve tepkilerini mücadele kanallarına akmadan boğabilmektir.

Korkuları ise geleceğe ilişkindir. MGKda 'sosyal patlama' konusunun tartışılması da, başlatılan yeni yalan kampanyası da önümüzdeki aylara hazırlık amacı taşımaktadır. Sermayenin her bakımdan geleceğe dönük bir hazırlık yürütmesinin ise son derece anlaşılır nedenleri vardır. Zira önümüzdeki aylarda yeni krizler beklenmektedir. Yeni krizler ise işçi ve emekçilere ödetilecek yeni faturalar demektir.

Ekonomist Mustafa Sönmezin bir televizyon kanalında söyledikleri, sermayenin yürüttüğü hazırlık çalışmalarının hiç de yersiz kaygılardan kaynaklanmadığını ortaya koyuyor.

'Herkeste bir Eylül beklentisi vardı. Yani Eylül ayında biraz rahatlayacağız, işler açılacak. Fakat, Eylüle bir ay gibi bir zaman kalmasına rağmen henüz böyle rahatlama, piyasaların rahatlayacağı bir duruma gelmiş değiliz. Tersine Ağustos ve Eylül aylarında çok ciddi bir borç ödeme takvimiyle karşı karşıya Türkiye.

'Yani hem iç borç hem dış borç servislerinde yüksek meblağlar sözkonusu. Buna karşılık IMFden alınan krediler ve bütçeden yapılan tasarruflarla eldeki barut sınırlı ve Ağustos, Eylül ayı için 10 katrilyonluk bir kaynak açığından sözediliyor. Dolayısıyla Ağustos ve Eylül ayı çok zor aylar olabilir.'

Meselenin özü bu kadar basittir. Düzen önümüzdeki aylarda yeni krizlerle karşılaşacağını çok iyi biliyor ve daha şimdiden bunu işçi ve emekçilere fatura etmek için hazırlıklarını yoğunlaştırıyor. Bir taraftan yalan kampanyalarıyla sahte umutlar yayıyor. Bir taraftan da 'sosyal patlama'ya karşı militarist yapılanmalarını tahkim ediyor. Güney Koreden kitle eylemlerine karşı kullanılabilecek yeni silahlar alıyor. Polisi ve orduyu yeni yetkilerle donatan yasalar hazırlıyor.

Bütün bunlar şunu gösteriyor. Yeni krizler ve yeni İMF reçeteleriyle hızlandırılacak yıkıma karşı mücadeleyi örmek gelinen yerde ertelenemez bir görev ve sorumluluktur.

 


 

 

Sermayenin İMF programına 'itirazları'
ne anlatıyor?

Ekonomist Mustafa Sönmez televizyondaki konuşmasının bir yerinde şunları söylüyor.

'İş dünyası buradaki buluşmasında Fischerden bu programı biraz gevşetmesini, bazı şeyleri daha yenilir yutulur hale getirmesini talep edecek. Ama İMFnin de bu programdan çok taviz vereceğini pek sanmıyorum. Dolayısıyla önümüzdeki günler bırakın hani diğer sosyal kesimleri, iş dünyasıyla İMFnin karşı karşıya geldiği günlere gebe olabilir.'

Sermayenin bazı kesimlerinin İMF programı karşısında belli itirazlarda bulunduklarını Şubat krizinden sonra da görmüştük. Bu itirazlar sermayenin zayıf kesimlerine kredi ödeme kolaylıkları ya da borç erteleme türünden kimi imkanların tanınmasıyla büyük ölçüde kesilmişti. Muhtemel bir kriz nedeniyle önümüzdeki aylarda sermayenin güçsüz kesimlerinden İMFnin bir takım politikalarına karşı gene benzer itirazların yükseltilmesi şaşırtıcı olmamalıdır.

Bu tepkiler hiçbir şekilde İMF politikalarına ya da emperyalizme karşı bir tutum olarak algılanmamalıdır. Düzen solu ve kimi reformist partiler, emperyalizme karşı mücadelede sırtlarını yaslayacakları bir 'ulusal burjuvazi'nin arayışı içerisindedirler. İMFye ya da hükümete atıp tutan bir patron gördüklerinde koşup boynuna sarılmadıkları kalmaktadır. Şubat krizinde de bu olmuştur.

İşçi ve emekçiler yıkım saldırılarına karşı mücadelede sermaye sınıfının hiç bir kesiminden herhangi bir destek beklentisi içinde olmamalıdır. Böyle bir şey farklı sermaye kesimleri arasındaki it dalaşında taraflardan birinin kuyruğuna takılıp kalmaktan ve hayal kırıklığına uğramaktan başka bir sonuç vermeyecektir çünkü.

İşçi ve emekçiler sermayenin saldırılarına ve emperyalist köleliğe karşı mücadelede kendi gücüne güvenmeli, ihtilalci sınıf partisinin programını rehber edinmelidir.

 


 

Önce 2001 ÖSS sonuçları...

Fırsat eşitsizliğinin tablosu

2001 ÖSS sonuçları açıklandı. 1.5 milyon adaydan 300 binin üniversiteli olma şansını elde edebileceği, sonucu önceden belli olan bir yarıştı bu.

Bu yıl 392 bin öğrenci (%27) 105 puanın altında kaldı. %72lik dilim ise 105in üstünde puan aldı. 1.5 milyonun %45i (651.733) 120 puanı aşarak lisans-ön lisans programlarına yerleştirilme hakkını elde edebildi.

2001 ÖSSye giren düz liselerden mezun 658.102 öğrencinin 521.371i (%79) 105 puanı aşabilmişken, bunlarında 330.732si ( %51) 120 puanı geçebilmiştir. 1.5 milyonluk öğrencinin ezici bir çoğunluğunu oluşturan işçi-emekçi çocuklarının okuduğu düz liseler ile meslek liseleri bu yarışta yine sıralamaya giremediler. Fen liselerinden mezun 3 bin 451 bin öğrencinin 3 bin 428nin 105 puanı aşması (başarı ortalaması %93) liseler arası eğitimdeki eşitsizliğin de bir yansıması. 17 bin 283 kolej mezunundan 16 bin 587si (%96) 105 puanı aştı.

Liselerin kendi içinde başarı sıralaması; fen, özel fen, askeri lise, anadolu liseleri, yabancı dil ağırlıklı özel liseler. En başarılı iller geçen yıllarda olduğu gibi batıda yoğunlaşırken, doğudaki iller sıralamada sonlarda kaldı. Antalya, Aydın, İzmir ilk üç başarılı il. En başarısız iller, Şırnak, Ardahan, Hakkari.

Sermaye düzeni için eğitim iyi bir rant kaynağı. Kapitalist sistemde okullar düzen için ideoloji-bilim üretip, kalifiye elaman yetiştiren ticarethanelerden başka bir şey değil. Ve bugün sermayenin temsilcileri işçi-emekçi yığınların gözünde üniversitelerin sınıf atlamanın bir aracı olduğunu gözeterek, okul bittiğinde diploması bir işe yaramayan, teknik donanımdan ve öğretim elemanından yoksun taşra üniversitelerinin sayısını arttırma yoluna gidiyor. Böylece üniversite hayalini kuran yüz binleri birkaç yıl kendi çarkı içinde yoğurmuş, har(a)çları, kitap paraları, yurtları vb. ile her anı para olan eğitim süresi boyunca oyalamış oluyor.

2000 ÖSS uygulamaya sokulurken; liseler arası dengesizliği gidermek; dershane sektörüne darbe vurmak; imam-hatiplilerin devlet üniversitelerine girmelerini engellemek ve liselilerin üniversiteli olma şansını arttırmak yalanları ortaya çıkmış bulunuyor.

Bu yılda liseler arası dengesizlik en üst boyuta ulaşmış, okulların müfredatları yetersiz olduğunden dershane sektörü iki kat güçlenmiştir. Liselilerin üniversiteli olma "şansı'nın ne kadar arttığı ise son ÖSS sonuçlarıyla da ortadadır. İllerin, okul türlerinin başarı sıralamaları ÖSS-2001 geçen yılın karikatüründen öte değildir. Yerleştirilme sonuçlarının açıklanmasından sonra değişen bir şey olmayacaktır. Geçen yıl 1,5 milyon adaydan 262.857si lisans-ön lisansa yerleştirilmişti. 700 öğrenci ise açıkta kalmıştı. Bu yıl AOÖBP fırsat eşitsizliğinin liseler arası büyük bir uçurumu ifade ettiği düşünüldüğünde, yarışta fark atmanın en büyük kozu olmuştur.

Son krizle beraber gelecek için kurulan pembe hayaller artık toz duman olmuştur. Bugün üniversite geleceğin teminatı olamamaktadır. Gençlik, ilk-orta eğitimde de paralı olan eğitimin masraflarıyla işsizlik ya da ucuz iş gücünü ifade eden geleceksizliğiyle mücadele etmek zorundadır. Düzenin karanlığına, geleceksizliğine teslim olmayalım.

Okulların kapıları işçi-emekçi çocuklarına kapatılamaz!
ÖSS kaldırılsın!
Herkese sınavsız üniversite hakkı!

E. Devrim