28 Temmuz'01
Sayı: 19


Kızıl Bayrak'tan
Yeni İMF programı iflas etti

Katillerin G-8 zirvesi ve yüzbenlerin görkemli militan eylemi

G-8 zirvesinin gündemi ve sonuç bildirisi

Gösterilerin içinden Cenova tanıklığı
Sistem aynı sistem, polis aynı polis!
Cenova'da 300 bin kişi yürüdü...
"7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası"
Sınıf hareketi
"İyiye gidiyoruz" demogojsinin arkasına gizlenenler
Kapitalizmde eğitim
G-8 zirvesi ve Cenovalar'ın tarihsel anlamı
Kapitalizm ve çevre sorunu
İnksanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret
Uluslararasi politika
Şehitlerimizle zafere yürüyoruz!
Bir yoldaşından Hatice Yürekli yoldaşa mektup
Ölüm Orucu direnişçisi Fatime Akalın'ndan mektup
"Bir yanılsamanın sonu"

Basından

Mücadele Postası

 Tüm yazılar

Bu sayııin PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Her devrimcinin, her Kürt yurtseverinin mutlaka okuması gereken bir kitap...

'Bir Yanılsamanın Sonu'

Serhat Ararat

PKK-Devrimci Çizgi Savaşçılarının beklenen çalışması, Mahsum Hayri Pir imzası ve 'Uluslararası Karşı-Devrim Hareketi, Teslimiyet ve Tasfiyecilik ile BİR YANILSAMANIN SONU' adıyla KOMAL Yayınlarında yayınlandı.

Bir Yanılsamanın Sonu, kapsamlı bir çalışma. İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğini bütün ayrıntılarıyla sorgulayan, eleştiren ve tartışan bir çalışma. Bütün devrimcilerin, yurtseverlerin, sosyalistlerin, bütün Kürtlerin okuması, incelemesi, üzerinde düşünmesi ve tartışması gereken bir çalışma...

Bir Yanılsamanın Sonu, esas olarak üç ana bölümden ve bir de Belgeler ekinden oluşmaktadır. Her bölüm de kendi içinde alt bölümlere ayrılmaktadır. Birinci ana bölümde 9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketi, nedenleri, hedefleri ve zamanlaması boyutları ile incelenmekte ve tartışılmaktadır. Yine bununla bağlantılı olarak PKK lideri A. Öcalanın Avrupaya yönelişi, Yunanistan ve Rusya durakları, 'Roma Yürüyüşü', Kenya ve 15 Şubat ile İmralı bütün yönleriyle belgelere dayalı olarak irdelenmekte ve değerlendirilmektedir.

Uluslararası karşı-devrim hareketinin tam ve doğru kavranması çok önemli, yoksa onun bir ürünü olan ve onun mutlak damgasını vurduğu İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğini kavramak mümkün olmazdı. Bir de İmralı partisi yönetenlerinin teslimiyet ve tasfiyeci çizgiyi meşrulaştırmak için TCyi 'masum', 'kurban' gösterme çabaları böyle bir değerlendirmeyi kaçınılmaz kılmaktaydı. Bu konunun önemi kitabın 'Giriş' bölümünde şu sözlerle dile getirilmektedir:

'Bugün tarihimizin en büyük ve kapsamlı teslimiyet ve tasfiye hareketiyle karşı karşıyayız. Partimize ve devrimimize dayatılan teslimiyet ve tasfiye süreci, 9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketinin yanlış değerlendirilmesine dayandırılıyor, açıklanıyor ve meşrulaştırılıyor. Komplo ile yüz yıllık bir Türk-Kürt savaşının başlatılmak istendiği, ancak kendisinin oyunu fark ederek gerçekleştirdiği siyasi çıkışla oyunu bozduğunu anlatan Öcalan, İmralıdan 7. Kongreye gönderdiği Politik Raporda, Ortadoğu ve dünya dengelerini zorlayan, bir bölgesel savaşa vesile olabilecek kadar etkili bir düzey yakalayan devrimimize dayattığı teslimiyet ve tasfiye hareketini şöyle gerekçelendirmeye, teorileştirmeye çalışıyor: Ôİşin garip tarafı, oyunun Türkiyeye yönelik kısmı da az boyutlu ve yüzeysel olmayıp, en az PKKye ve bana yapılan kadar derinlikli, kapsamlı ve uzun vadelidir. Şüphesiz bunun altında, kökeni tarihe uzanan, karşılıklı yanlışların büyüttüğü ve çağdaşlıkla bağdaşmayan yaklaşım, yapı ve ilişki tarzının rolü temeldir. Anadolu ve Mezopotamya üzerinde klasik hesapların güncelliğiyle de bağlantılıdır. Şahsıma yönelik komplo da, bu temelden kaynaklanan ama her odağın ve ülkenin uzun vadeli ve güncel çıkarlarına dayalı yaklaşımların, acımasızlık kadar hesapçılığı da bir o kadar gerçektir. İki yol vardı; dağ yolu ve Avrupa yolu. İkisi de tutulmuştu.

'Açık ki burada Öcalan ve PKK Başkanlık Konseyi, gerçekleri tahrif ediyorlar, teslimiyet ve tasfiye hareketini meşrulaştırmaya çalışıyorlar. 9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketinin yanlış değerlendirilmesi ve bunun dayatılan teslimiyet ve tasfiyecilik hareketinin temel nedeni yapılması, bizi kaçınılmaz olarak anılan karşı-devrim hareketini daha kapsamlı bir biçimde ele almaya yöneltmektedir. Bir bu nedenle, bir de İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğinin 9 Ekim-15 Şubat karşı-devrim hareketinin doğrudan bir sonucu ve onun kesin damgasını taşıması nedeniyle bütün boyutlarıyla değerlendirmeyi kaçınılmaz kılmaktadır.

'İlginçtir, 31 Mayısta başlayan İmralı duruşmalarında uluslararası komplonun özü, temel hedefleri tahrif edildi, komplonun aktörlerinden söz edilmedi; bir ABDnin, bir İsrailin adı bile anılmadı. Neden? Ne bekleniyordu? Gizlenen neydi? 9 Ekim-15 Şubat karşı-devrim hareketinin baş aktörlerinden biri olan TC neden Ôkurban olarak gösterilmeye, gerçekler neden bu kadar çıplak bir biçimde tersyüz edilmeye çalışıldı? Bu sorulara tasfiyecilerin bir yanıtları yok. Bu soruların yanıtları İmralıda geliştirilen teslimiyet ve tasfiye çizgisinde ve onun pratik uygulamasında var. Açık ki, 9 Ekim-15 Şubat karşı-devrim hareketi, emperyalizmin PKK ve Kürdistan devrimi karşısındaki stratejisi, ABD-İsrail-TC ekseninin Ortadoğu stratejisi, TCnin kesin imha ve tasfiye stratejisi, bunlar olamıyorsa marjinalleştirme politikası ortaya konulmadan, bütün boyutlarıyla kavranmadan, bugün dayatılan teslimiyet ve tasfiye çizgisini ve sonuçlarını kavramak mümkün değildir. Dolayısıyla 9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketini ve bunun ardındaki güçlerin politikalarını bütün boyutlarıyla değerlendirmemiz şarttır. Teslimiyet ve tasfiyeciliğe karşı doğru, sağlıklı ve sonuç alıcı bir mücadele yürütebilmek açısından da bu kaçınılmazdır.'

Aradan geçen bunca zamana rağmen İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliği, 9 Ekim-15 Şubat uluslararası karşı-devrim hareketinden bağımsız ele alınmakta ve değerlendirilmektedir. Bu bile yalan ve demagojiyle örülen sanal dünyanın ne kadar etkili olduğunu, en yalın ve çıplak gerçeklerin nasıl bir giz perdesi altında tutulmaya çalışıldığını göstermektedir.

Bir Yanılsamanın Sonunda önemli sorular soruluyor. Genellikle bu sorular es geçiliyor. Öcalan ve İmralı Partisi yönetenlerinin böyle davranmaları nedensiz değildir. Çünkü içine girdikleri teslimiyetçi ve tasfiyeci çizgiyi kendi iradelerinin bir ürünü olarak yansıtmaları gerekiyordu. Ama gerçeklik bunun tam tersiydi. Bir Yanılsamanın Sonunda sorulan şu sorular süreci daha doğru kavramak açısından çok önemli. 'Devrimimize ve partimize dayatılan tarihimizin bu en büyük teslimiyet ve tasfiye sürecini uluslararası karşı-devrim hareketinden, onun doruğu olan 15 Şubattan bağımsız olarak düşünmek ve değerlendirmek mümkün değildir. Şu soru herkesin yanıtını aradığı bir sorudur: 15 Şubat karşı-devrim hareketi olmasaydı, İmralı teslimiyet ve tasfiye çizgisi olur muydu? Kısa bir süre önce 6. Kongresini gerçekleştiren PKK, böyle baş döndürücü bir hızla tersine dönüş hareketini yaşar mıydı? Yani ideolojik çizgi, program, strateji ve tüzük değişikliği ihtiyacını duyar mıydı? Gerillayı dağıtıp teslimiyet ve mültecileştirme yolunu seçer miydi, kendisini her açıdan ve topyekûn silahsızlandırır mıydı?'

Bir Yanılsamanın Sonunda tartışılan ikinci ana bölüm, İmralı teslimiyet ve tasfiyeci sürecinin bütün ideolojik, politik, askeri, örgütsel, ruhsal-moral boyutlarıdır. Bu bölümde yaşanan gelişmeler özetlenmekle yetinilmiyor, aynı zamanda her gelişme ve adım derinlemesine tahlil ediliyor ve değerlendiriliyor. Tamamen nesnel verilere, bilgilere ve belgelere dayanılarak bu yapılıyor. 9 Ekimden 1999dan 2000in başlarında gerçekleştirilen 7. Kongreye kadar yaşanan sürecin ayrıntılı bir tahlili yapılmaktadır. Sorgu, 3 Nisan 1999 tarihli Savcılık ifadesi, ilk mesajlar, MK ve BKne gönderilen talimatlar, BKnin kendi içinde çelişen tutumları, İmralı duruşmaları, tersine dönüşün ve teslimiyetin belgesi, ihanet manifestosu Savunmalar, bunun ayrıntılı ideolojik, politik ve moral değerlendirmesi, tasfiye planı ve bunun pratik uygulamaları, teslimiyet grupları ve PKK ve devrimimiz için bir cenaze töreni olan 7. Kongre, bu ana bölünün temel tartışma konularıdır.

Elbette teslimiyet ve tasfiyeci sürecinin gerçek nedenleri kavranmadan yapılacak değerlendirmelerin bir anlamı olmayacaktı, dolayısıyla teslimiyet ve tasfiyeci sürece karşı alınması gereken tavrı doğru belirlemek mümkün olmayacaktı. İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğinin nedenlerinin sorgulanması, bizi kaçınılmaz olarak Öcalan ve kurduğu sistem gerçekliğine götürecekti. Bir Yanılsamanın Sonunun üçüncü ana bölümü, içte teslimiyet ve tasfiyeci sürecin temel nedeni olan Öcalan gerçeği ve sistemini incelemektedir. Bu bölüm çok önemli, çünkü burada ortaya konulan çerçeve, aynı zamanda kendi tarihimize, PKK tarihine nasıl ve hangi perspektifle bakmamız gerektiğini anlatmaktadır. Bu bölümde ortaya konulan ve değerlendirilen gerçekler, aynı zamanda neden Öcalan kültünün bugün bile bu kadar etkili olabildiğini önemli ölçüde aydınlatmaktadır. Teslimiyet ve tasfiyeci çizginin nedenlerinin mutlaka tartışılması gerektiği kitabın 'Giriş' bölümünde şöyle dile getiriliyor:

'Biliyoruz ki 15 Şubat gerçekleştiğinde PKK 6. Kongresini yapıyordu. Öcalan Kongreye sunduğu raporda savaşın derinleştirilmesini, savaşa gelmeyen, zafere inanmayan, savaşla ve iktidar perspektifiyle oynayan anlayış ve kişiliklerin mahkum edilmesini ısrarla istiyor ve bu yönlü değerlendirmeler yapılmasını ve kararlar alınmasını dayatıyordu. Kongreyi ÔZafer ve Devletleşme Kongresi olarak tanımlıyordu. Ama aradan çok kısa bir zaman geçmeden bu kez kongreyi ve aldığı kararları, bütün bir parti ve devrim çizgisini mahkum ediyor, devletle bütünleşme stratejisine dönülmesini istiyor ve dayatıyordu? Peki ne oldu, ne değişti? Neden bu tersine dönüş, PKKden kopuş ve mutlak teslimiyet? Bu kadar kısa sürede tersine dönüşün, kırk yıllık cumhuriyet ideologu ve siyasetçisi kesilmenin bir açıklaması olmalıdır! Neden? Neler oldu?'

Bu paragrafın devamında ise şu çarpıcı sorular soruluyor:

'Dünya değişti, koşullar değişti, bunu göremedik; bugün bunları görüyor, kavrıyor ve kendimizi yeniliyoruz, değiştiriyoruz diyorlar. Peki neden şimdi? Dünyada yaşanan değişimler hemen hemen her parti platformunda değerlendirilmiyor muydu? 6. Kongreye sunulan Politik Raporda bu değerlendirmeler yok mu? Hata mı yapıldı, neden bu açık açık kabul edilip hesabı verilmiyor? Bu kadar kayba ve acıya neden olanların hala kaderimiz üzerinde söz söylemeye ve karar vermeye hakları var mı? Madem ki, '1990ların başından bu yana savaşta bir tekrar yaşandı deniliyor. Ama bu Ôtekrarın ise ürkütücü boyutlarda bir faturası var, tanımı mümkün olmayan acılar, trajediler var. Bunların hesabını kim verecek? Bundan sorumlu olanların bugün pişkin pişkin yerlerinde oturup yeniden kaderimiz üzerinde rol oynamaları hangi siyasal ahlaka uyar?

'Hiç kuşkusuz değişen dünya değil, kendileridir, ideolojik tercihlerinde, dünya karşısındaki konumlarında ve duruşlarında köklü bir değişiklik var. Dün devrim ve sosyalizm çizgisi, kendileri için yüceltici bir etkendi; ama şimdi bunlar birer 'ölüm nedeni olarak algılanıyor. 'Değişim olmazsa katliam olur demagojisini bıktırıcı bir tarzda tekrarlıyorlar. Dolayısıyla devrim ve sosyalizm değerlerini bir kenara atmakta, cumhuriyet ideolojisine sarılmakta bir sakınca yoktu, tersine kendisi için bir Ôsiyasi çıkış anlamına gelirdi.'

15 Şubatın da çok doğru değerlendirilmesi gerekmektedir. Yoksa PKK gerçeğindeki doğrularla yanlışlar, karşı çıkılması gereken yanlarla sahiplenilmesi gereken değerler birbirine karışır. Dolayısıyla doğru bir tarih anlayışına ve tarihsel çıkışa sahip olmak da mümkün olmaz! 15 Şubatın önemi şöyle özetlenmektedir:

'15 Şubat, çok yoğun ve şiddetli bir karşı-devrimci şiddet hareketidir; tarihsel önemde ayrıştırıcı, netleştirici ve açığa çıkarıcı bir rol oynadı. Bu yönü üzerinde de durmamız gerekiyor.'

Öcalan gerçeğinin tam ve doğru kavranmasında 15 Şubat çok önemli ayrıştırıcı ve dolayısıyla açığa çıkarıcı, aydınlatıcı bir noktadır. Bütün bu değerlendirmeler belgelere dayalı olarak kitapta sunulmaktadır.

Kitabın Ekler bölümünde belgeler var. Öcalanın Sorgu ifadesi, ilk mahkeme ve savcılık ifadeleri, İmralıda savcılara verdiği ifade, İmralı duruşmalarının tutanaklarından birkaç örnek; avukatlarıyla yaptığı ve bugüne kadar çoğunluğu yayınlanmayan görüşme notları, BK ve MKye gönderdiği talimat ve mektuplar, yaptığı açıklama ve verdiği mesajlar; en son BK, MK ve İKya gönderilen rapor ve mektuplarımız Belgeler bölümüne konulmuştur. Bu geniş ve zengin belgeler, okuyucunun daha nesnel değerlendirme yapmasına, konuya bir de kendi penceresinden bakmaya olanak sunmaktadır.

Bilindiği gibi herhangi bir teslimiyet ve tasfiyeci hareketle karşı karşıya değiliz. Uluslararası karşı-devrimci hareketin bir ürünü olan İmralı tasfiyeciliği, tam anlamıyla bir bilinç, bellek ve ruh katliamı biçiminde derinleşerek devam ediyor. En büyük silahları yalan ve demagojidir; kullandıkları malzemeyse, partimizin ve devrimimizin yarattığı değerlerdir. İmralı sürecinin ilk gününden bu yana bütün kavramları, değer ölçüleri, kısacası her şeyi tersyüz ettiler, kavramların özünü boşalttılar ve sonuçta bir sanal dünya yarattılar. Bunun sonucu olarak tasfiyeci çizgilerini daha az engelsiz yürütebiliyorlar. Tam da bu nedenle yalan ve demagojiyle örülü bu sanal dünyayı, yalanlar imparatorluğunu yıkıp parçalamak devrimcilik ve yurtseverliğin olmazsa olmaz bir koşuludur. Ulusal kurtuluş devrimini yeniden ayakları üzerinde doğrultmanın ve geliştirmenin ilk ve temel koşulu budur; yani, İmralı tasfiyeciliğinin yarattığı sanal dünyayı parçalamak ve İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğini aşmak! Bu yapılmadan devrimcilik ve yurtseverlik adına yapılan her şey, atılan her adım, havanda su dövmekten öte bir anlam ifade etmeyecektir. Görülüyor ki burada sorun bir halkın yaşamı, kaderi ve geleceği sorunudur; siyasal bir mevfadan başka bir şey olmayan bir kişilikle uğraşmak, onun üzerinde siyaset yapmak değildir.

Bir Yanılsamanın Sonunun, anılan bu sanal dünyayı parçalamada, yalan imparatorluğunu aşmada çok önemli bir işlev göreceğine inanıyoruz.

Kısacası bu çalışma, 15 Şubatın açığa çıkardığı bütün gerçekleri ve sonuçlarını, bütün boyutlarıyla inceliyor ve değerlendiriyor. Bu çalışma, 15 Şubattan bu yana partimize ve devrimimize dayatılan teslimiyet ve tasfiye hareketinin bütün aşamalarını ve bunların bütün özelliklerini aydınlatıyor; yalan, çarpıtma ve demagoji kampanyalarının iç yüzünü deşifre ediyor...

Ve Bir Yanılsamanın Sonu okunup bitirildikten sonra, halkımız, partili yoldaşlarımız, dostlarımız ne kadar büyük bir teslimiyet ve tasfiye hareketiyle, nasıl bir aldatma ve yalan kampanyasıyla karşı karşıya olduklarını hayretler içinde kalarak görecek ve düşüneceklerdir!..

 


 

Yaşamımızın yıkımına, ülkenin satışına, devrimcilerin katliamına sessiz kalmayalım!..

Haramilerin kirli ve kanlı saltanatını yıkalım!

İşçiler, emekçiler!

Zindanlarda büyük bedeller ödenerek süren direniş 9. ayını doldurdu. Hücre tipi cezaevine, hücre tipi yaşama hayır diyen devrimci tutsaklar, 9 ay önce yükselttikleri direniş bayrağını tecrite, baskıya ve işkenceye karşın bugüne kadar getirdiler. Bugün de aynı kararlılık ve direngenlikle direnişi sürdürüyorlar. Hücre tipi cezaevlerinde inanç ve özlemlerinin katledilmesini kabullenmektense, tek silahları olan bedenleriyle direniyorlar. Zulmün ve karanlığın karşısında onuru, inancı hep diri ve ayakta tutuyorlar.

9 aydır süren bu olağanüstü direnişi belki anlamakta zorluk çekiyor, belki de kendi dışımızda görüyoruz. Ya da ölen her devrimci bizde sadece bir burukluk yaratıyor, sonra kanıksıyoruz. Oysa bu direniş yaşamımıza etle tırnak gibi bağlıdır. Ölen her devrimci, gerçekte boynumuza geçirilen urganın biraz daha sıkılmasıdır. Kölelik zincirimizin daha da sıkılması, çocuklarımızın geleceğinin tümden karartılmasıdır. Soframızdan çalınan ekmeğimiz, emperyalizme peşkeş çekilen emeğimizdir. Devrimci tutsaklar bu bilinçle direniyor, bu bilinçle ölümden kaçınmıyorlar. Sermaye devleti ise yine bu bilinçle saldırıyor, katlediyor ve direnişi kırmaya çalışıyor. Direnişi ve anlamını gözlerden saklamaya, hücrelere gömmeye çalışıyor.

İstiyorlar ki, sömürü ve soygun düzenleri ebedi olarak sürsün. İstiyorlar ki ülkenin parsel parsel satışının önünde engel kalmasın. İstiyorlar ki, bu topraklarda açlık, sefalet ve ölüm hükmünü sürdürsün.

Hücreler, katliamlar ve işkenceler bunun içindir. Bunun için devrimcilerin cesetleri çiğneniyor. Bunun için İMFnin buyrukları canla başla yerine getirilirken, devrimci tutsakların en temel insani taleplerine dahi katliamla yanıt veriliyor.

İşçiler, emekçiler!

İnsanlık 9 aydır zindanlarda tarihin en büyük barbarlıklarından birine tanıklık ediyor. İnsanlığın özgür yarınları için direnen devrimci tutsakların sesi, Nazilere rahmet okutan bir vahşetle bastırılmaya çalışılıyor. Buna yalan ve demagojiye dayalı aşağılık kampanyalar eşlik ediyor. Bu öylesine bir arsızlık ve pervasızlıkla yapılıyor ki, akıl ve vicdanın kabul edemeyeceği sınırlara ulaşıyor. Böylece devrimcilerin katliamı üzerinden milyonlarca emekçinin sadece geleceği değil, aklı ve vicdanları da teslim alınmaya çalışılıyor. Milyonlarca emekçi tarihin gördüğü en büyük insanlık suçlarından birine ortak edilmeye çalışılıyor. Ama nereye kadar?

İşte binbir yalan ve demagojiyle üstü kapatılmaya çalışılan 19 Aralık katliamı gerçeği bugün bizzat Adli Tıp raporlarıyla belgelenmiştir. Tarihte hiçbir insanlık suçunun gizlenemeyeceği gibi, 19 Aralık katliamına imza atanlar da vahşetlerinin üstünü örtmeyi başaramamışlardır. Faşist rejimin 'Hayata dönüş' adı altında sergilediği barbarlığı gizlemek için başvurduğu her türlü yalan ve demagoji çökmüştür.

'Kendilerini yaktılar' demişlerdi. Tutsakların katliam timlerince önce gazla zehirlendikleri, sonra da diri diri yakıldıkları ortaya çıktı. 'Silah kullanıldı' demişlerdi. Tutsakların tek bir mermi kullanmadığı, tersine tüm kurşunların bizzat katliam timlerince tutsakların üzerine yağdırıldığı ortaya çıktı. 'Askerleri öldürdüler' demişlerdi. Öldürülen askerlerin, yine kendi silahlarından çıkan kurşunlarla öldürüldüğü ortaya çıktı.
Bu, devletin katliamcılığının belgesidir. Bu, sergilenen vahşiliğin, gözü dönmüşlüğün belgesidir. Aynı zamanda, milyonlarca emekçinin vicdanına ve aklına kirli bir yalan kampanyasıyla zincir vurulmaya çalışıldığının belgesidir.

İşçiler, emekçiler!

Sermaye devleti devrimcileri katlediyor, kıyıyor, işkencelerden geçiriyor. Böylelikle bu sömürü düzeni yaşatılıyor, bir avuç asalağın yaşamlarımız üzerinde kurduğu saltanat perçinleniyor. Bu gerçek bu kadar açık ve basittir.

Devrimciler zindan duvarları arkasında katledilirken, belki bu gerçeği bu kadar yalın biçimde göremiyorduk. Sustuk, sessiz kaldık. Oysa gerçekte katledilen, ipi çekilen milyonlarca emekçiydi. Bugün zindanlarda devrimcilerin kanı dökülürken, 'geleceğe artık umutla bakıyoruz' söylevleri çekenlerin gerçekte ne demek istedikleri ortadadır. Devrimcilerin katliamı üzerinden, emekçilerin yıkımının, ülkenin parsel parsel satışının önü açılmıştır. Milyonlarca emekçinin ve çocuklarının geleceği karartılmıştır.

Artık yaşamımızın yıkımına, ülkenin satışına, devrimcilerin katliamına sessiz kalmayalım. Bu düzenin bize dayattığı karanlıktan kurtuluşumuz için direnen devrimci tutsaklara sahip çıkalım. Sermayenin yaşamlarımız üzerine kurduğu kirli ve kanlı saltanata karşı direnişi yükseltelim.

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Hücreler yıkılsın, tutsaklara özgürlük!
İçerde dışarda hücreleri parçala!