ARSIVANA SAYFA
 
24 Şubat '01
SAYI: 08
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Siyasal istikrarsızlığın ekonomik temeli
Ölümcül krizin sıklaşan nöbetleri
"Devlet krizi"nin dibinde çürümüş ekonomik düzen vardır
ABD saldırganlığının gerisinde sertleşen emperyalist rekabet var!
Bağdat'a emperyalist saldırı
"Tütün reformu" yasalaşıyor!
Kocaeli'nde 18 Mart'ta işçi mitingi var!
Kurtköy Canbaztepe'de gecekondu arzisi üzerine kirli rant hesapları
Diyarbakır erken kararıyor
İTÜ'de boykot var!
Katliamların hesabını sormak için Ulucanlar davasına katılalım!
Yeni zindan genelgesi de devrimci tutsakların direnişi ile parçalanacak!
Dünyada güncel durum/2
Toplumsal hayatın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliği!
Kadınlar politikaya çekilmeksizin, yığınlar politikaya katılamaz /V.İ.Lenin
Bir eğitim emekçisiyle 8 Mart üzerine...
Emeğin mağduru: Kadın
Direnişçilerin kaleminden
Avrupa'da meydanlar yeniden ısınıyor
Avrupa'daki Türkiyeli ve Kürdistanlı ilerici-devrimci güçlerin ortak açıklama ve çağrısı
Direnişçilerin kaleminden
Basında Nazım Hikmet tartışması
Kapitalizm ve bilimsel-teknolojik gelişmeler
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Devrimcinin “Özel yaşam”ı
siyasi yaşamından ayrı düşünülemez

Haydar Baran

(TKİP tutsağı/Ölüm Orucu direnişçisi)

Biraz zorlanarak yazdığım için ele alacağım konuyu ortaya koymakta yetersiz kalabilirim. Bunun, içinde bulunduğum durum gözetilerek anlayışla karşılanacağını umuyorum. Ne konuyu inceleme, ne de ortaya koyacaklarımı güçlendirme olanağım var. Temel mesajımın anlaşılmasını yeterli gördüğüm için bunu sorun etmiyorum.

Konuya doğrudan girmek istiyorum..

Siyasal yaşamla sosyal yaşamı birbirinden kalın sınırlarla ayıran, bu ikisi arasındaki uyumu dışlayan kimi eğilimlerin kollektif içinde de uç verebildiğine tanık oluyoruz. Özel yaşamında dilediği gibi hareket etme hakkını kendine gören, sınıf devrimciliğini siyasal görevlerin yerine getirilmesiyle sınırlayan burjuva liberal anlayışa karşı kesintisiz bir mücadele sürdürmek gerekiyor. İşçi sınıfı ve emekçilerle güçlü bağlar kurmanın, onları devrimci iktidar mücadelesine kazanmanın, yaşamın her alanında buna uygun bir duruş gerektirdiğini kavramadan gerçek bir sınıf devrimcisi olunmayacağının, siyasal görevleri yerine getirmede başarı sağlanamayacağının altını çizmek gerekiyor.

Sınıf partisinin program ve tüzüğüne bakıldığında, sınıf devrimcilerinin özel yaşamında nasıl davranması gerektiğine ilişkin kurallar koymayı öngörmediği açıklıkla görülecektir. Bu konuda özel olarak talep edilmiş herhangi bir şey de sözkonusu değildir. Ancak bu durum komünistlerin siyasal faaliyetlerinin dışındaki zamanlarda nasıl bir yaşam sürdürdüğüne, sınıf devrimcisi olma misyonuna uygun davranıp davranmadığına partinin ilgisiz kalacağı anlamına da gelmemektedir.

Sınıf devrimcileri partisiz işçilere örnek olmalıdır

Parti, örneğin sınıf devrimcilerinin ne zaman yatıp kalkacağı vb. türünden reçeteler elbette sunmaz. Siyasal görevlerin niteliğine bağlı olarak bir devrimcinin farklı saatlerde yatıp kalkmasında anlaşılmayacak bir yan yoktur. Ancak herhangi bir sınıf devrimcisi fabrikada çalışıyorsa, çalışma saatlerini hesaba katan bir özel yaşam planına sahip olmak durumundadır. Bir sınıf devrimcisi için plansız yaşam düşünülmez. Hele üretimin içindeyse ve aynı zamanda farklı siyasal görevler yüklenmişse, planlı yaşam onun açısından yaşamsaldır.

İşe zamanında gitmek, yaptığı işi bir angarya olarak görmemek, işine karşı disiplinli olmak, bir sınıf devrimcisinin işçiler tarafından ciddiye alınmasında büyük önem taşır. İşine zamanında gelen, disiplinli, çalışkan bir işçinin anahtarı fırlatıp “haksızlıklara karşı direnişe geçmeliyiz, kazanana kadar direnişi sürdürmeliyiz” demesinin işçiler üzerinde büyük bir etkisi olacaktır. Zira bu tepkiyi ortaya koyan, işten kaytaran disiplinsiz bir işçi değildir.

Fabrikadaki işine geç gitmeyi alışkanlık haline getirmiş, disiplinsiz, yaptığı işi angarya olarak gören, siyasal çalışmayı yer yer ajitasyon çekmek olarak algılayan bir sınıf devrimcisinin işçiler üzerinde etkili olması düşünülemez. Patron tarafından kapı önüne konulmaktan kurtulmuş olsa bile, işçiler açısından ciddiyeti tartışmalıdır. Zira işçiler birbirlerini yakından izlerler. Kişileri, söylediklerinden çok pratikleri üzerinden ölçerler. Fabrika içinde kendileriyle kurdukları ilişkilerdeki tutarlılık üzerinden değerlendirirler. Bu durum o fabrikada yürütülen siyasal çalışmanın işçiler üzerindeki politik etkisini de sınırlar. Böyle bir zayıflığı taşıyan bir sınıf devrimcisinin, bunu organ toplantılarına, randevularına taşıması da uzak bir ihtimal değildir.

Partinin, böyle bir pratiğe sahip olan birine, neden işine geç gittiğini sormaya hakkı vardır. Geç yattığı, sorumluluklarının ağır olduğu, vb. gerekçelerle durumunu teorize etmeye çalışan birine verilecek yanıt açıktır. Sınıf devrimcileri işçi sınıfının en ileri, en bilinçli, en devrimci parçası olma sorumluluğuna denk düşen bir yaşam tarzı içinde olmak, yaşamın tüm alanlarında buna uygun davranmak zorundadırlar.

Evlilik öncesi ilişkileri ve evlilik yaşamıyla da bir komünist ,

işçi sınıfı ve emekçilere örnek olmalıdır

Sınıf devrimcilerinin evlilik öncesi ilişkiyi kiminle kuracakları veya kiminle evlenecekleri konusunda partiden izin almaları elbette sözkonusu değildir. Zira, kiminle birlikte olunacağı, kiminle evlenileceği, sevgiye dayalı uyuma bağlıdır. Nihayetinde bir sınıf devrimcisinin henüz politikleşmemiş birine mizacı, özgün yanlarıyla bağlantılı olarak sevgi duyması mümkün olabildiği halde, aynı dava uğruna birlikte mücadele ettiği yoldaşına, yoldaşlık sevgisinin dışında özel ilgi de duyabilir. Zira sevgi, yaşamını birleştirme, evlilik sözkonusu olduğunda, ortak dava uğruna mücadele tek başına yeterli değildir.

Emeğin ürünü olan sevgi temelindeki ilişkilere saygı duymak komünistlerin doğal refleksidir. Öte yandan, sınıf devrimcilerinin evlilik düşüncesi ve evlilik ilişkilerinde, misyonlarına uygun hareket edip emekçi kitlelere örnek olmaları gerekir.

Burjuva “sevgi” anlayışı, cinslerin karşılıklı olarak birbirlerinden yararlanması mantığı üzerinde yükselir. Birlikte olma isteği duymuş olmaları yeterlidir. Birbirlerini tanımış olmalarının, emekle örülmüş sevginin onlar için fazla bir anlamı yoktur. Bir gecelik de olsa birbirlerinden yararlanmış olmanın burjuva “sevgi” anlayışı açısından anlaşılmaz bir yanı yoktur.

Parti sevgiye dayanan ilişkilere her zaman saygı gösterir. Ancak, “sınıf devrimcisi” iddiasında olup da karşı cinsle sevgi temelinde olmayan bir ilişkiye rahatça girebilen, karşı cinse yaklaşırken ondan faydalanmayı hedefleyen, aynı süreçte birkaç kişiyle ilişkiye girebilen dejenere unsurların ahlaksızlıklarını parti içi yaşama taşımalarına asla izin vermez. Böyleleri için hiçbir etik değerin, yoldaşlık yüce duygusunun anlamı yoktur. Böyle dejenere unsurların işçi sınıfının kurtuluş davasına hizmet etmek yerine karşıtına dönüşmesi, kimliğini kusarak karşı-devrimin hizmetine girmesi hiç de uzak bir ihtimal değildir.

Parti sevgi temeline oturan evlilikleri yürekten destekler. Ama bir sınıf devrimcisi evleneceği kişiyi burjuva veya toprak beyi bir aileden tercih ederse, parti böylesi bir evliliğe karşı tepkisiz kalamaz. Karşı-devrimci bir sınıfın kültürel ve ahlaki ortamında şekillenmiş olan biri, sınıfına ihanet ederek kaderini işçi sınıfı ile birleştirme potansiyeli taşımıyorsa, kültürel şekillenişini, ahlaki değer yargılarını evliliğine taşıyacaktır. Böylesi bir evliliğin parti açısından ciddi güvenlik sorunlarına yol açabileceği açıktır. Ayrıca, işçi sınıfının, onların kurtuluşları için mücadele ettiğini söyleyen bir sınıf devrimcisinin böylesi bir evlilik yapmasına iyi gözle bakmayacağı da sorunun diğer bir boyutudur. Böyle bir evlilik yapmakta sorun görmeyen birinin işçi sınıfını mücadeleye kazanmak için söyleyeceklerinin hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.

Öte yandan, erkek bir sınıf devrimcisi eşine feodal değer yargılarının ürünü bir yaklaşımla davranabilir mi? Eşini ev işleriyle sınırlı bir dünyaya mahkum edebilir mi? Eşini politik mücadelenin dışında tutmaya çalışabilir mi? Böylesi bir tutum karşısında parti suskun kalabilir mi? Elbette hayır! Sınıf devrimcisinin cinslerin hak eşitliğini cepheden savunması onun siyasal sorumluluğudur. Ancak tek başına bu yeterli değildir. Öncelikle kendi evliliğinde ortaya koyacağı pratiğin iddiasına uygun olması gerekir. İkincisi, eşinin ideolojik, politik, kültürel gelişimine yardımcı olması, bu doğrultuda çaba harcaması, yani onunla yoldaş olmayı başarması gerekir. Partinin her sınıf devrimcisinden eşiyle böylesi bir ilişki kurmasını istemek, bu doğrultuda süreçleri izlemek hakkı vardır. Zira evlilik yaşamını buna uygun şekillendirmeyen bir sınıf devrimcisinin kadının kurtuluşu, cinsler arası hak eşitliği, kadının devrimdeki rolü üzerine yapacağı propaganda ve ajitasyonun işçi sınıfı ve emekçiler tarafından ciddiye alınması beklenemeyeceği gibi, bu bir samimiyetsizliğin de ifadesi olacaktır. Partisiz kitleler evlilik yaşamı kötü olan sınıf devrimcilerini getirip karşımıza dikecektir. Mücadele çağrımıza, “biz kadınları kurtuluşumuz için mücadele etmeye çağırıyorsunuz; ama önce şu iddialı sınıf devrimcileri eşleri ve kızkardeşlerinin önündeki barikatları kaldırıp onları mücadeleye katsalar” diye yanıt vereceklerdir.

Karısını döven, onun dünyasını ev işleriyle sınırlayan, mücadeleye katılımını engelleyen, gelişimine destek vermeyen, çocuklarıyla ilgilenmeyen bir sınıf devrimcisi işçi sınıfı ve emekçiler tarafından ciddiye alınmayacağı gibi, partisinin sorumluluğunu taşımaya, onun adına konuşmaya da hakkı yoktur. Parti de doğal olarak böylelerinin sorumluluğunu taşımayacaktır.

Her sınıf devrimcisi çocuğunu sosyalizm
ruhuyla eğitmekle yükümlüdür

Partinin sınıf devrimcilerinin çocuklarına yönelik davranışlarının ne olması gerektiği üzerine kurallar koyması elbette mümkün değildir. Doğallığında her sınıf devrimcisinin çocuğu ile kurduğu ilişkilerde de işçi ve emekçilere örnek olması gerektiği bilinciyle hareket etmesi gerekir. Çocuğuyla yakından ilgilenmek, emekçilerin parti ile ilgili olumsuz düşüncelere girmelerine yol açacak davranışlardan kaçınmak, her sınıf devrimcisinin sorumluluğudur. Partinin bu konuda da saflarındaki devrimcilerin zayıflıklarına müdahale etme hakkı vardır.

Bir sınıf devrimcisi, çocuklarını ve kardeşlerini devrimci politik mücadeleye katılmaya hazırlayamıyorsa, onları devrim ve sosyalizm ruhuyla eğitemiyorsa, dahası, korumacı mantıkla hareket edip mücadeleye girmelerini engelleyen bir rol oynuyorsa, onun sınıf devrimcisi olma onurunu taşımaya hakkı yoktur.

Sınıf devrimcileri israftan kaçınmalıdır

Aldığı aylığı nasıl harcayacağı, elbise, yiyecek, sigara, sosyal giderler, kitap vb.’ne ne kadar pay ayıracağı her sınıf devrimcisinin kendisinin bileceği bir iştir. Partinin talepleri, doğallığında her sınıf devrimcisinin de yerine getirmesi gereken görevi, parti aidatlarını ve üyesi bulunduğu kitle örgütlerine aidatlarını zamanında ödemesidir.

Ama kimi zaman öylesine uç örnekler ortaya çıkabiliyor ki, partinin müdahalesi kaçınılmaz hale geliyor. Örneğin partinin sorumluluğunu taşıma iddiasını ortaya koyan bir devrimcinin aldığı aylığın büyük bir kısmını içkiye yatırması kabul edilebilir mi? Böyle birinin sınıfın partisiyle şu veya bu oranda bağlantılandırılması bile partinin prestiji açısından yıkıcı sonuçlara yol açacaktır. Sıradan bir emekçi içki müptelası olması nedeniyle parasını içkiye yatırdığında, işçi ve emekçiler, “Ahmet içiyor, ailesine ve kendisine yazık ediyor” diyeceklerdir. Oysa söz konusu olan bir sınıf devrimcisi olduğunda, bu kez “komünist Ahmet içiyor, hem mücadeleden, insanca yaşayacağımız güzel gelecekten bahsediyor, hem de evinin ihtiyaçları için harcaması gereken parayı içkiye yatırıyor” diyeceklerdir.

Özcesi, ismi partiyle anılan her kişinin, partiye güvensizliğe yolaçacak tutum ve davranışlardan özenle kaçınması gerekir. Her konuda olduğu gibi, maaşın nasıl harcandığı konusunda da bu kriter esas alınmak durumundadır. Alınmadığı durumlarda, partinin uyarma, sorumluluğa davet etme, kangrenleştiği noktada ise söz konusu kişilerin sorumluluğunu taşımadığını ilan etme hakkı vardır.

Sonuç yerine

Sınıf devrimcileri özel yaşamlarını işçi sınıfının devrimci programı doğrultusunda yürütülen mücadeleyle uyumlu hale getirmek sorumluluğuyla yüzyüzedirler.

Her sınıf devrimcisi özel yaşamına ilişkin tutum ve davranışlarıyla işçi ve emekçilere örnek olmalı, yaşamını bu temel kaygıyla düzenlemelidir. İnsanlığın geleceği olan sosyalist toplumda bireylerin özel yaşamlarının nasıl olacağını, bugünden işçi ve emekçilere gösterebilmelidir.

Biz alışkanlığın ölçütü olarak proletaryanın yüce davası uğruna mücadeleyi esas alırız. Her adımımızı, her davranışımızı tartıp, sınıf mücadelesine zarar verip vermediğini düşünmemiz, yaşamın tüm alanlarında bu kaygıyı esas almamız gerekir. Bundan dolayıdır ki, komünisterin özel yaşamı sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarından, siyasal görevleri ve sorumluluklardan bağımsız ele alınamaz. Görevimiz herşeyi devrim ve sosyalizm mücadelesine tabii kılmaktır.

Özel yaşamını tüm emekçilerin devrimci iktidar mücadelesinin öncüsü işçi sınıfı partisi etrafında birleşmesini sağlamaya hizmet edecek tarzda kurmak her sınıf devrimcisinin görevidir. “Özel yaşam” alanında bu görevin önünde engel olan ne varsa bir tarafa atılmalıdır. Alışkanlıkların gücüne karşı mücadele etmek, aşmak için çaba göstermek her sınıf devrimcisinin ertelenemez sorumluluğudur.

15 Şubat 2001



Yoldaşlara mektup...

“Zaferi kazanmaya mahkumuz!”

Haydar Baran

(TKİP tutsağı/Ölüm Orucu direnişçisi)

Sevgili yoldaşlar,

Direnişimizin 116. günü ve biz hala ayaktayız. Hala büyük bir enerjiyle okuyabiliyor ve yazabiliyoruz. Bu gücü direnişimizin şimdiden devrim tarihinde yer alan büyüklüğünden alıyoruz. Yaktığımız direniş ateşi gün be gün daha da büyürken, düzen; devrimci inancın ürünü kararlılığı, ölümüne büyütülen devrim umudunu tüm baskı ve tehditlere rağmen kıramamış olmanın umutsuzluğunu yaşıyor. Bu umutsuzluğu yenilgiye dönüştürmeye, zaferi kazanmaya mahkumuz.

En başında “direnenler son sözü söyleyecek” demiştik. Bu boş bir inancın ifadesi bir kararlılık değildi. Tarih tanıktır, direnenlerin tarihin tekerleğini ileriye döndürdüğüne. Yaşamın gerçek anlamını bulması, güzelliğin, umudun türküsünün daha gür söylenmesi, geleceğe olan güvenin artması, başkaldırı ruhuyla ayağa kalkan Spartaküsler, Pir Sultan Abdallar, Şeyh Bedrettinler, Baba İshaklar, Denizler’le mümkün olabildi.

“Yarin yanağından gayrı” herşeyin paylaşıldığı, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için yükseltilen kızıl bayrak şimdi ellerimizde. Direnişimiz daha şimdiden teslimiyete, ihanete, tasfiyeciliğe vurduğu tokatla, düzenin çürümüş yüzünü bir kez daha tüm açıklığı ile ortaya sermesiyle, “direnilerek kazanılacağı bilincini” ve sınıf-kitle hareketinin ihtiyacı olan birlik, dayanışma, mücadele ihtiyacını, isteğini körüklemesiyle, devrim umudunu, devrim umudunun taşıyıcısı olan devrimci öncüye olan güveni büyütmesiyle tarihteki yerini almıştır. Ve and olsun ki, işçi sınıfı ve emekçilere zaferi hediye etmek boynumuzun borcudur.

Direnişimiz aynı zamanda ayrıştırıcı ve arındırıcı bir rol oynuyor. Sayıları karşı-devrimi sevindiremeyecek denli az da olsa, dizlerinin üzerinde yaşamaya karar verenler çıkıyor. Ölüm karşısında dizleri titreyip, düşüncelerinden soyunup “teslimiyete evet” diyen, yaşayan ölüler olmayı tercih eden bu zavallılara acıyoruz. Kimliğini kusan bu safraları da ata ata, arına arına zafere yürüyoruz. Onlar biliyorlar ki, içtikleri her tas çorba kanımız, yedikleri et etimizdir. Böyle bir utancı omuzlarında taşımak onlara yeter de artar bile. Direniş aynı zamanda, partinin kararlarını can pahasına uygulama, onun gerektirdiği feda ruhunu kuşanıp partinin bayrağını hep yükseklerde tutma sorumluluğunun yerine getirilip getirilmediğini ayırmada da bir turnusol işlevi görüyor. Ayrıştırıyor, arındırıyor...

Düzen kesintisiz uyguladığı terör ve sansür politikasıyla direnişimizi unutturmaya, yokmuş gibi davranmaya, suskunluk fesadının sağladığı olanaklarla boğmaya çalışıyor. Bunun hücre karşıtı mücadelenin dışarı ayağını oldukça zayıflattığının farkındayız. Onun da ötesinde, “devrimci tutsaklar yalnız kalsa da hücre saldırısını püskürtmeye kararlılar” yaklaşımında ifadesini bulan politik açıklık nedeniyle, herhangi bir şaşkınlık ve bilinç bulanıklığı içinde değiliz. Zira direnişin çok öncesinde, devletin stratejik saldırısı olan genelde yaşamın hücreleştirilmesi, özelde devrimci tutsakların hücrelere atılması politikasından kolay vazgeçemeyeceğini, neler yapabileceğini çok öncesinden partimiz ortaya koymuştu.

Suskunluk fesadının kırılmasının, hücre karşıtı mücadelenin dışarı ayağının yeniden güçlü bir biçimde kurulmasının, taleplerimizin geniş kitlelerin sahiplendiği, uğruna mücadele ettiği bir düzeyin yakalanmasının, patlamaya hazır bedenlerimizin yaratacağı sarsıcı etkiyle mümkün olacağını biliyoruz. Bu yüzden yüzlerce can boran olup havalanmaya hazır. Sarsıcı etkinin örgütlenmesi, devrimci politik etkinin yaygınlaştırılması, taleplerimizin kazanılması için gerekli olan mücadele düzeyinin yakalanmasında en büyük görev sizlerin omuzlarındadır.

Hücre karşıtı politik platformların en büyük handikapı, büyük oranda küçük-burjuva muhalif ilerici çevrelerle sınırlı kalması, işçi sınıfının söz konusu platformlara damgasını vuramamış olmasıydı. Kesin olan bir şey var ki, işçi sınıfının öncülüğünde olmayan hiçbir platformun sürekliliğini devam ettirmesi, istikrarını koruması mümkün değildir. Görev, yeni bir hareketlilik sürecine bu açıklıkla müdahale etmeye hazır olmaktır.

Bir kez daha ortaya çıkmıştır ki, küçük-burjuva ilerici muhalif katmanlar üzerinde yükselen bir mücadelenin zorlayabileceği sınırlar bellidir. Bundan küçük-burjuva ilerici muhalif katmanların hücre karşıtı mücadele platformuna katılmasının gereksizliği sonucu çıkarılmamalıdır. Aksine, varolan tüm muhalif ilerici güçlerin işçi sınıfının damgasını vurduğu platformların içinde yer almaları noktasında kesintisiz çaba göstermek devrimci politik sorumluluğumuzun gereğidir.

Bu vurguları şundan ötürü yapıyorum. Küçük-burjuva devrimci hareketler, dışarıdaki hareketliliğin terör ablukasıyla bastırılmasından, kitle ve sınıf hareketine güvensizlik sonucu çıkarıyorlar. Doğrusu 40-50’li günlerdeki hareketlilik halkçı akımların büyük bir kısmını şaşırtmıştı. Bu kadarını beklemedikleri yollu politik değerlendirmeler dahi yaptılar. Zindanlar cephesinde yaptığımız öncü müdahalenin kendi içinde amaçlaştırılması, sürecin zindanlara doğru daraltılması veya daha çok muhalif kurum ve kuruluşların harekete geçirilmesiyle kendilerini sınırlamaları da, böylesi bir politik duruşa sahip olmalarından kaynaklanıyordu. Biz ise sınıf ve kitle hareketliliğini güçlendirmeye hizmet eden bir öncü müdahalenin gerekliliğini savunduk. Eylemiyle, talepleriyle, şiarlarıyla direniş politikasını belirlerken, sınıf ve kitle hareketinin örgütlenme ve bilinç düzeyini hesaba katan, onun daha ileri sıçratılmasını hedefleyen bir anlayış içinde olduk. Onun için işçi sınıfı ve emekçileri yakıcı talepleri ile hücre karşıtı mücadelenin talepleri arasında bağlantı kurulmasının direnişimizi güçlendireceğini ifade ettik. Zira işçi sınıfı ve emekçilerin kendi yakıcı temel taleplerine sahip çıkan bir politik platforma farklı düzeylerde de olsa ilgi göstermemesi olanaksızdır. Yeter ki siz bu taleplerin tutarlı savunucusu olun. Bundan ötürü dayanadığı sosyal zemin zayıf olsa da, hücre karşıtı mücadele platformu içinde yer alan binlerin taleplerimizi talepleri olarak görüp sokağa çıkması, talepler doğrultusunda mücadele etmesi bizi hiç şaşırtmadı.

Binlerle ifade edilen kitle desteği yokolmadı. Terör barikatı karşısında sinmenin, ezilmenin sınırları vardır. Gerekli olan bedenlerimizin tutuşturacağı mücadele ateşidir. O noktadaki kararlığımız ortadadır.

Kışı bahara çevireceğimiz, karanlığı delip güneşin sıcaklığı ile buluşacağımız, iliklerine kadar çürütülmeye çalışılan toplumsal hayata zafer rüzgarıyla ferahlık taşıyacağımız, devrimci güveni artıracağımız günler yaklaşıyor.

Kazanacağımıza olan sarsılmaz inancımla sizleri özlemle kucaklıyor, sevgi ve umut dolu yüreklerinizden öpüyorum.

12 Şubat 2001