ARSIVANA SAYFA
 
24 Şubat '01
SAYI: 08
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Siyasal istikrarsızlığın ekonomik temeli
Ölümcül krizin sıklaşan nöbetleri
"Devlet krizi"nin dibinde çürümüş ekonomik düzen vardır
ABD saldırganlığının gerisinde sertleşen emperyalist rekabet var!
Bağdat'a emperyalist saldırı
"Tütün reformu" yasalaşıyor!
Kocaeli'nde 18 Mart'ta işçi mitingi var!
Kurtköy Canbaztepe'de gecekondu arzisi üzerine kirli rant hesapları
Diyarbakır erken kararıyor
İTÜ'de boykot var!
Katliamların hesabını sormak için Ulucanlar davasına katılalım!
Yeni zindan genelgesi de devrimci tutsakların direnişi ile parçalanacak!
Dünyada güncel durum/2
Toplumsal hayatın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliği!
Kadınlar politikaya çekilmeksizin, yığınlar politikaya katılamaz /V.İ.Lenin
Bir eğitim emekçisiyle 8 Mart üzerine...
Emeğin mağduru: Kadın
Direnişçilerin kaleminden
Avrupa'da meydanlar yeniden ısınıyor
Avrupa'daki Türkiyeli ve Kürdistanlı ilerici-devrimci güçlerin ortak açıklama ve çağrısı
Direnişçilerin kaleminden
Basında Nazım Hikmet tartışması
Kapitalizm ve bilimsel-teknolojik gelişmeler
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

“Devlet krizi” yeni bir mali çöküntü ve vurgun getirdi...

Ölümcül krizin sıklaşan nöbetleri

Kasım ayında yaşanan sarsıcı krizin üzerinden henüz üç ay ancak geçmişken yeni bir kriz patlak verdi. Devletin en üst zirvesinde yaşanan siyasal kriz çok geçmeden mali piyasalarda da sonuçlarını üretti. Milyarlarca dolar birkaç saat içerisinde Merkez Bankası kasasından uçup gitti. Borsa çöktü, faizler fırladı.

Bu kriz düzenin yaşadığı açmazın yalın bir ifadesidir. Ve elbette emekçilere çıkarılan faturanın katlanması ve İMF ile kurulan uşaklık ilişkisinin derinleşmesi anlamına gelmektedir.

“Devlet krizi”nin arkasında

devletin tepesine dek uzanan kirli ilişkiler var

Mali piyasalardaki çöküş, MGK toplantısında yaşanan siyasal çatışma ile startını aldı. Cumhurbaşkanı ile hükümet arasında yaşanan tartışma sonrasında, hükümetin MGK toplantısını terketmesi mali krizi fitilledi. Düzenin iktisadi planda yeni bir çöküntü ile yüzyüze kalmasına yolaçan bu çatışma, bir üslup ve söz düellosuna indirgendi. Ancak, devletin en üst platformunda yaşanan bu çatışmanın arkasında düzenin yaşadığı çürüme ve iflasın kendisi bulunuyordu. Düzenin akıl üreticileri ve medya kalemşörleri yaşanan siyasal çatışmayı Sezer’in hastalığına, Ecevit’in aşırı sinirli yapısına vb., bağlıyorlar. Böylece gerçeklerin üzerini örtmeye çalışıyorlar.

Çatışmanın sinyalleri MGK toplantısından günler önce verilmeye başlanmıştı. Ve nihayet çatışma, Ecevit’in kendisine en yakın bakanlarına kadar dayanan yolsuzluk ve pisliğin Sezer tarafından deşilmek istenmesiyle patlak verdi.

Özellikle kamu bankalarının Ecevit’in bakanlarınca hortumlanmasının gizlenemez boyutlar kazanması üzerine, Sezer yetkisi dahilinde Devlet Denetleme Kurulu’nu (DDK) harekete geçirmişti. Kurul, kamu bankalarını ve bizzat Bankacılık Denetleme Üst Kurulu’nu denetlemekle görevlendirilmişti. DDK’nın ilk incelemeleri üzerine, Etibank’ın hortumcularından Dinç Bilgin ve emekli orgeneral Vural Beyazıt hakkında soruşturma açılmış, yurtdışına çıkma yasağı getirilmişti. Burjuva medyadan satır aralarından yansıdığı kadarıyla, Hüsamettin Özkan ile Dinç Bilgin arasında yakın bir çıkar ilişkisi bulunuyordu. DDK’nın kamu bankalarına yönelik incelemesi henüz sonuçlarına ulaşmadı, ancak bizzat Ecevit’in bakanlarınca hortumlandığı su götürmez olan bu bankaların hesapları deşildiğinde, soygunun boyutları ortaya çıkacaktı. İşte Sezer ile hükümet arasında ipleri koparan, bu pisliğin ortalığa saçılma tehlikesiydi.

Günler öncesinde burjuva medya üzerinden çekilmiş silahlar MGK toplantısında patladı. Ecevit hükümeti sonuçlarını göze alarak Sezer’e açıktan rest çekti. Böylelikle düzen açısından ne kadar vazgeçilmez olduğunu gösterdiği gibi, mali çöküntü ile yaratılan toz duman havası içerisinde tüm kirli ilişkiler bir yana itildi. Gelinen yerde mali kriz düzen açısından büyük bir sarsıntı yaratmış ve Ecevit hükümetinin pislikleri de hasıraltı edilmiş bulunuyor.

Krizin gösterdikleri

Yaşanan son kriz bir kez daha göstermiştir ki, Türkiye’nin kapitalist düzeni pamuk ipliğine bağlı dengeler üzerinde durmaktadır. En küçük sarsıntı yaşanan krizi derinleştirmekte, işçi-emekçilere ödettirilen faturalarla alınan mesafeyi de boşa çıkartmaktadır. Ne pervasızlıkla uygulanan yıkım reçeteleri, ne de bu reçetelerin uygulanması karşılığında aktarılan milyarlarca dolarlık kaynak bu krizlerin önüne geçebilmektedir. En küçük sarsıntı, Merkez Bankası’nın kasalarını boşaltmakta, borsanın dibe vurmasına yol açmaktadır. Çünkü Türkiye kapitalizmi çürümüş ve mafyalaşmıştır.

İşçi ve emekçilerin iliklerine kadar soyulması ile elde edilen birikimler bizzat düzenin başındakiler tarafından iç edilmektedir. Bunun kendisi uluslararası mali sermaye için Türkiye kapitalizmini riskli kılmaktadır. Öyle ki, uluslararası mali sermayenin kıdemli sözcüleri Türkiye’yi Rusya’ya benzetmektedirler. Örneğin, son çöküntü üzerine yaptıkları açıklamalarda şu vurgu öne çıkmaktadır; “Türkiye’de Rusya’da olduğu gibi bir kara delik vardır. Siz yukarıdan istediğiniz kadar mali kaynak aktarın, bu alttan aynı anda boşalmaktadır.” Dolayısıyla, Ecevit hükümetinin kanlı operasyonlarla İMF programını uygulamada gösterdiği “kararlılık”, İMF’nin direktiflerini harfiyen yerine getirmesi, uluslararası mali sermaye için Türkiye kapitalizmini bir risk alanı olmaktan çıkarmamaktadır. Sermaye iktidarının İMF programının önünde secdeye yatmasına karşın, uluslararası mali tekeller Türkiye’yi teğet geçmektedirler. Açılan büyük yağma alanlarına atlamakta tereddüt göstermekte, daha fazla ayrıcalık ve güvence talebinde bulunmaktadırlar. Bu nedenledir ki, devlet zirvesinde yaşanan siyasal krizin ardından büyük bir kaçışma yaşanmıştır. Sonuç borsalarda yaşanan çöküş ve derinleşen kriz olmuştur.

Uluslararası mali tekeller için Türkiye kapitalizmini riskli kılan öğelerin başında, spekülasyon ve rantiyeciliğe dayalı yapısı gelmektedir. Üretim temelinden gittikçe uzaklaşan bir iktisadi yapı uluslararası mali piyasalar için büyük bir risk öğesi barındırmaktadır. Bu denizin bittiği yerde uluslararası mali sermayeye kaynak akışının kesileceği anlamına geldiği gibi, bütün bir sistemin çöküşüne de yol açabilecektir.

Bunun içindir ki, İMF programının en temel unsurlarından birini para politikası oluşturmaktadır. Para politikasının odağında, sabit döviz kuruna dayalı düşük faiz politikası bulunmaktadır. Sözkonusu para politikasının bir buçuk yıllık sonucu, tekelci sermayenin ihracata dayalı üretim yapan orta ve alt kesiminin çöküşüyle beraber, sermayenin üst tabakalarının büyük oranda spekülasyona dayandırılmış kârlarındaki nispi bir azalma oldu. Son dönemde farklı bir içeriğe ve düzeye sahip olmakla beraber, tekelci sermayenin hemen tümünü kapsayan rahatsızlığın temel nedenini bu sonuçlar oluşturdu.

Ancak, tüm bu rahatsızlıklara karşın tekelci burjuvazinin çarklarını döndürebilmesi için İMF’nin aktaracağı kredilere ihtiyacı var. Çünkü spekülasyona dayalı vurgunların belli bir sınırı vardır. Bu nedenle İMF programının uygulanması için canhıraş bir çaba içerisindedirler.

Vurgunu gizleme telaşı daha büyük bir vurgun doğurdu

Yaşanan mali çöküntünün bir sonucu büyük vurgunlar olmuştur. Krizin ertesi günü, ülke tarihinin en büyük iç borçlanma ihalesi vardı. Tekelci burjuvazi için bu iç borçlanmanın faizi büyük bir önem taşıyordu. Yüksek faizle yapılacak bir iç borçlanma geçici de olsa bir soluklanma yaratacaktı. Mali çöküntüyle beraber milyarlarca doların uçması, faizleri de tırmandırdı. Krizin yaşanmadığı koşullarda yapılacak yüzde 40-50 faizle iç borçlanma, kriz sonrasında yüzde 144 gibi bir faiz oranıyla gerçekleşmiştir. Bu, tekelci burjuvazi adına tarihin en büyük vurgunlarından birisidir.

Ancak, burjuvazi için vurgunun sağladığı soluklanma kısmi ve geçicidir. Gerçekte daha büyük krizlerin yolunu düzlemektedir. Faiz oranlarının artışı beraberinde tekelci burjuvazinin orta ve alt kesimlerini (başka bir ifadeyle nakit ihtiyaçlarını banka kredileriyle sağlayan kesimlerini) seri iflaslarla yüzyüze getirecektir. Çünkü, sözkonusu kesimler yüksek faizlerle kredi kullanamayacakları gibi, bankaların daha önce verdikleri kredilerin ödenmesi yönünde yoğunlaştıracakları baskılara yanıt veremeyeceklerdir. Bu durum ise, bahsedilen sermaye kesimlerinin çöküşünün yanısıra, bankacılık alanında da krize yolaçacaktır. Dolayısıyla mevcut kriz daha da derinleşecektir.

Son krizin ortaya koyduğu bu tablo, önümüzdeki günlerde kredi dilimlerinin serbest bırakılması karşılığında İMF programının ağırlaştırılarak yeni bir kapsama ulaştırılacağının habercisidir. Bu kapsamdaki bir program ise, emperyalist tekellerin yağmasına açılacak yeni kaynaklar yanında, ayrıcalıkların arttırılması ve sömürü ve talanın önündeki tüm engellerin kaldırılmasını içerecektir. Önümüzdeki günlerde İMF programında yapılacak yeni rötuşları göreceğiz. Nasıl ki, Aralık ayında İMF’ye 10 milyar dolar karşılığında burjuva çevrelerde dahi kölelik olarak değerlendirilen ödünler verildiyse, yeni paket bu ödünleri birkaç kez katlayacaktır.

Fatura bir kez daha işçi ve emekçilere kesilecek!

Yaşanan bu krizin asıl faturası ise işçi ve emekçilere yüklenecektir. Uygulanmakta olan yıkım programı daha acımasız bir biçim alacaktır.

Uçan milyarlarca dolar, tekelci burjuvazinin kasasına akıttığı yeni vurgunlar, işçi ve emekçilerin yeni bir soygun dalgasına tabi tutulmasıyla karşılanacaktır. Bu, ücretlerin düşürülmesi, budanmaya çalışılan sosyal hakların ortadan kaldırılması, özelleştirme saldırısının hızlandırılması ve kapsamının genişletilmesi, yeni bir vergi soygunu vb. demektir. Bu o kadar açık ve reddedilemez bir gerçektir ki, tekelci burjuvazinin sözcüleri dahi faturanın halka çıkarılacağını açık bir biçimde ifade etmektedirler. Uçan uçmuştur, vurulan vurulmuştur, ama hükümet saldırı politikalarını uygulamadaki kararlılığını sürdürdüğünü açıktan beyan etmelidir. İşte tüm düzen cephesinin tek ağızdan söylediği sözler bunlardır. Fatura halka çıkarılacak, ama bunun için kavgalarınızı bir yana bırakın ve yıkım programının gereklerini derhal yerine getirin denilmektedir. Ecevit hükümeti de İMF’ye olduğu gibi tekelci burjuvaziye de ilk elden kararlılık mesajları vermiştir. Yıkım programının ivedilikle uygulanması, ne pahasına olursa olsun saldırı maddelerinin yaşama geçirilmesi ifade edilmiştir.

Her yeni gün yeni bir krizle sarsılan sermaye düzeni, varlığını sürdürebilmeyi İMF programını engelsizce uygulayabilmeye bağlamıştır. Ama buna rağmen kriz atlatılamamaktadır. Çünkü yaşanan yapısal bir krizdir. Düzen bu yapısal krizi atlatamayacağı gibi, krizin gün yüzüne vuran nöbetleri daha da sıklaşmaktadır. Bu ölüm döşeğindeki bir hastanın durumunu anımsatmaktadır. Dizginsiz bir faşist baskı rejimi altında uygulanan İMF programı bu nedenle çok kısa sürede iflas etmekte, hiçbir reçete düzeni yaşadığı ölümcül hastalıktan kurtaramamaktadır. Tüm güç gösterilerine karşın düzenin siyasal ve iktisadi planda yaşadığı acz ve çözümsüzlük bunun açıktan ifadesidir.