Yok saymak çözüm mü?
(Radikal İki/4 Şubat 2001)
Türkiye unutmaya çalışıyor. Unutmak için yok sayıyor. F tipi cezaevlerinde, yüzlerce tutuklu ve hükümlünün ölüm orucunda 100 günü aştığını ve ölüm karabasanının genç insanların üzerine çöktüğünü görmezden geliyor Türkiye. Hayata Dönüş operasyonunda 33 insanın ölümü unutuldu bile. FPli Mehmet Bekaroğlunun deyimiyle ölümleri seyretmeye mahkûm olduk. Hem de gönüllü olarak.
Acar TV muhabirlerinin İçişleri Bakanlığı bu operasyona Hayata Dönüş adını verdi anonsları aslında yalnız cezaevlerinin değil, dışarısının da hayata döndürüleceğinin mesajını içeriyordu. Hayata Dönüş tanımlamasında buyurganlık her şeyi unutmamızı, hiçbir soru sormamamızı telkin ediyordu; öyle de oldu. Her şey sunulduğu gibi kabul edildi. Gazeteciliğin merak ve soru sorma dürtüsü nedense unutuldu. Her şey resmi ağızların anlattığı gibiydi, aksine bir soru sorulması, bir şüphe belirtilmesi, mazallah, F tipine karşı çıkan teröristlerle aynı kefeye konulmak demekti. Adalet Bakanının deyişiyle devlete karşı şüphe belirten sorular lütfen sorulmasındı.
Yine Bakanın deyişiyle kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının F tipine insan haklarına ciddi aykırılıklar taşıdığı gerekçesiyle karşı çıkması da bir şey ifade etmiyordu. Bakanın tüm dünya önünde verdiği, Uzlaşma olana kadar erteledik sözünü unutup, F tiplerine sevklerin yapılması da. Hayata Dönüş olmuştu ve 33 ölüde beklenenin altındaydı.
Ölüm oruçlarına son verilmesi gerekçesiyle yapılan operasyona rağmen ölüm oruçlarının F tipinde devam ettiğini açıklamak ise, yine Bakana düşüyordu. Dışarıda ise bir cadı avı başlatılmıştı. Bakanlık yetkilileri, tartışmanın başından beri F tipi cezaevlerine karşı çıkanlar bilinçli ya da bilinçsiz, terör örgütlerine yardım etmektedir diyorlardı ve bunun gereği yapılmalıydı.
F tipi cezaevlerine karşı yapılan sokak gösterilerinde gözaltına alınanlar terör örgütüne yardım yataklık ettikleri gerekçesiyle TCKnın 169. maddesi işletilerek birer birer tutuklandılar. Bunların arasında mahkum yakınları da vardı, hoşa gitmeyen F tipi raporu hazırlayan Tüm Yargı Senliler de. Hatta TSİP Genel Başkanı ve iki yöneticisi, mahkum ailelerine binalarını açtıkları için terör örgütüne yardım etmiş oldular ve tutuklandılar.
Operasyondan önce Bakanın, uzlaşmanın muhatapları olarak açıkladığı sivil toplum örgütleri terör örgütlerine lojistik destek vermekle suçlandı. İstanbul Barosuna F tipine karşı protesto gösterisi yapmak için illegal karar aldığı iddiasıyla soruşturma açıldı. Ankara Valiliği, sıkıyönetim dönemlerinde rastlanabilecek bir yöntemle, kendini yargı makamları yerine koyarak, sivil toplum örgütlerine ve bazı partilere F tipine karşı bir eylem yapacak olurlarsa, haklarında yardım yataklıktan dava açılacağını bildirdi.
Ve bunların hiçbiri halka ulaşmadı, ulaştırılmadı.
Bekaroğlu herkes düşman
Ölüm oruçları sürecinin başından beri, bir uzlaşma için elinden geleni yaparak herkesin takdirini toplayan FPli Mehmet Bekaroğlu da bu cadı avından nasibini alıyor. Bana da, Medya TVye çıkıyor, hainlik yapıyor gibi bazı söylentiler yayarak baskı kurmaya çalışıyorlar. Ama dokunulmazlığım olduğu için pek başarılı olamıyorlar diyen Bekaroğlu, Hükümet ve Adalet Bakanlığı normal devlet refleksini gösteriyor. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi düşman olarak tanımlıyor. Son derece doğal talepleri düşman diye boğmaya çalışıyor yorumunu yapıyor.
Medyanın en karanlık dönemi
Şimdi müthiş bir sessizlik var diyen Bekaroğlu, medyanın cezaevleri operasyonları döneminde tarihinin en karanlık dönemini yaşadığını düşünüyor. Bekaroğlu, Medyanın bir güvenlik güçleriyle operasyona katılıp, tankların üstünde cezaevine girmediği kaldı diyor.
Bekaroğlu, F tiplerinde devam eden ölüm oruçları için de oldukça endişeli:
Defalarca Bakana, Başbakana ulaşmaya çalıştım; başarılı olamadım. (...) Bakanlık, ölüm orucunun son bulması için tüm çözüm yollarını kapattı, bizi ölümleri seyretmeye mahkûm etti. Ama, açlıktan ölmüş bir insanın görüntüsü, medyada mecburen yer bulacaktır. O zaman Türkiye bunun utancını yaşamak zorunda kalacak.
Bekaroğlu, F tipine karşı çıkılması için önemli gerekçelerin bulunduğunu belirterek, bugüne kadar konuşulmasına fırsat tanınmayan çarpıcı tespitlerini aktarıyor:
Uluslararası standartlar tecriti kaldırmak için en az 15 kişinin bir araya gelip rahatça iletişim kurabileceği mekânlar öngörüyor. F tipinde tecriti ortadan kaldıracağı iddia edilen kütüphane, iş yurdu, tiyatro salonu gibi ortak kullanım mekânları ise sessiz alanlardır. Yani, buralarda konuşamaz, şakalaşamaz, dertleşemezsiniz, bunlarla tecriti kaldıramazsınız.
Kimlerin bu alanları kullanacağına da tretman (ıslah) programı çerçevesinde İdare karar verecek. Ama ıslahtan ne anlaşıldığı belli değil. TMY kapsamında tutuklanan ve terörist diye adlandırılanların ancak yüzde 10u silah kullanmıştır; büyük bir kısmı ise düşüncelerini açıkladığı, pankart, afiş astığı için içeri alınmış. Dünya standartlarına göre bunlar politik tutuklulardır ve ıslahları söz konusu olamaz. Politik tutukluya düşünceni değiştir demek en büyük insan hakkı ihlalidir.
Berlinde zindan katliamı ile ilgili
bilgilendirme toplantısı
Türkiye cezaevlerinde politik tutsakların katliamını durdurun, bilgilendirme toplantısı 3 Şubat günü Berlinde yapıldı. Toplantıyı Çarşamba Platformu, Xoybun, İnternationale İnitiative-Berlin düzenledi. Konuşmacı olarak Av. Ercan Kanar, Brigitte Aston, Sedat Günçekti (eski politik tutuklu) ve Evrim Helin Baba (PDS milletvekili) katıldılar.
15 yıl cezaevinde kalmış bir politik tutsak olarak Sedat Günçekti, cezaevlerindeki gelişmeleri, kendi geçmişinde yaşadığı cezaevleri koşullarını, gözaltı sürecinden başlayarak yargı sistemi, cezaevi yaşamı ve direnişler üzerine yaşadıklarını anlattı. Brigitte Aston, 9 yıl Almanyada tam izalasyon koşullarında cezaevinde kalan bir politik tutsak olarak, Türkiyedeki cezaevi sorununun Almanya ve NATO ülkeleri aracılığıyla nasıl desteklendiğini kısaca anlattı ve bunu Alman devletinin benzer uygulamaları ile birleştirdi. Evrim Helin Baba ise, PDS milletvekili olarak 22-24 Aralık 2000 tarihinde Heide Litmann, Ancelika Viliamsla birlikte gözlemci heyet olarak Türkiyeye gittiklerinde karşılaştıkları gerçekleri anlattı. PDS olarak Alman parlamentosuna bu konularla ilgili dilekçe verdik, meseleyi parlamentoda tartışacağız dedi.
Ercan Kanar yaptığı konuşmada şunları özetledi: Türkiyede bugün ilan edilmemiş askeri bir darbenin yaşandığını, binlerce askerle devletin saldırdığını, 30 tutsağın öldüğünü, 150 tutsağın ağır yaralandığını, bini aşkın tutsağın da yaralandığını anlattı. Toplumsal muhalefetin ezilmesi için 1500 insanın gözaltına alındığını, İHDnin 6 şubesinin kapatıldığını, tutuklu ve hükümlü derneklerinin kapatıldığını, İstanbul Barosu hakkında soruşturma başlatıldığı, avukatların Adalet Bakanı tarafından hedef gösterildiği, demokratik kurumların protestolarının yasaklandığını, tam da bu dönemde Güney Kürdistanın işgal edildiğini söyledi. Şartlı salıverme yasasının çıkarılmış olmasına rağmen, tüm tutsakların yararlanmasının yasal olarak engellendiğini, basın aracılığı ile yalanlar söylenerek yapılanların reform olarak sunulduğunu, Avrupanın bu yalanlara ortaklık ettiğini, Avrupa Parlamentosunun Strasburgta yaptığı açıklamada F tipi hücre sistemini reform olarak değerlendirdiğini vurguladı. Ölüm Orucu eyleminin 107. gününe girdiğini, 600 tutsağın ÖOda, 2 bin tutsağın SAGda olduğunu, 1 hafta içinde çözüme ulaşmazsa gruplar halinde ölümlerin geleceğini belirtti. Cezaevleri her devletin aynasıdır, Türkiyede cezaevleri sorunu çözülmemiş, devletin söylediğinin aksine kangrenleşmiştir. 19-22 Aralık saldırısında devletin kullandığı 4 çeşit bombanın gaz, zehir, biber ve yangın bombaları olduğunu, ordu gücüyle saldırdığını bunların cezaevleri sorununu çözmediğini söyledi. Devrimci tutsaklara dönük yapılan insanlık dışı işkenceleri kısaca anlatan Ercan Kanar, yurtdışında yaşayanların yapabileceklerine işaret ederek konuşmasını tamamladı. 3 saat süren toplantı soru-cevap bölümüyle sona erdi.
|