ARSIVANA SAYFA
 
10 Şubat '01
SAYI: 06
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
İMF saldırı programı, düzenin zorlanma alanları ve devrimci görevler
TTB Merkez Konseyi açıklaması: "Ölümlere tanıklık yapmak istemiyoruz
Düzenin açmazları, mücadelenin olanakları
"Tekstil patronları saldırıda, sendika bürokratları uzlaşmada sınır tanımıyor!...
"Özgür" savcı ya da "hükümetin itibarı"
Kürdistan'da kontr-gerilla operasyonları sürüyor!
Ölüm Orucu Direnişi'yle dayanışma eylemleri
Öncü işçi inisiyatifi: Sermayenin karşısına bir sınf olarak çıkmanın zamanı gelmiştir!
Sınıf hareketi
Teslimiyet batağı terkedilmeksizin çıkış yolu bulunamaz
Ekim'den...
Direniş,katliam ve sol hareket/3
İHD İstanbul Şubesi: "Ölümleri, sakatlanmaları seyretmek istemiyoruz!"
Düzendeki çürüme ve kokuşmaya ilişkin itiraflar...
Faşist vahşetin ve devrimci direnişin Bayrampaşa cephesi.
Tutsak yakınlarının SAG eylemi
Emeperyalist küreselleşmeye militan kitlesel öfke
Uluslararası hareket
Ölüm Orucu direnişçilerinden mektup
Ölüm Orucu direnişçilerine mektup
Kitap tanıtımı: Haydari Kampı
Devrimci Taktiğin Sorunları
Yok saymak çözüm mü?
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

PKK Başkanlık Konseyi’nin “serhıldan çağrısı” üzerine...

Teslimiyet batağı terkedilmeksizin çıkış yolu bulunamaz

PKK Başkanlık Konseyi, yazılı bir açıklamayla, Kürt halkına “siyasal serhıldan” çağrısı yaptı. “Demokratik cumhuriyet” doğrultusunda derinleştirdikleri yeni sürece, faşist-gerici ve savaş rantçısı çevrelerin inkar ve imha ile yanıt verdiklerini belirtiyor Başkanlık Konseyi açıklaması. Bu durumda sürecin halkın yeni “devrimci direniş”i ile açılmaya çalışılacağını, bu arada askeri saldırılara karşı meşru savunma hakkının da kullanılacağını ilan ediyor.

Bu açıklama, son iki yıldır teslimiyete ve “sivri” uçların ayıklanmasına indirgenmiş bir sürecin ardından, devlet karşısında ilk somut çıkış olma özelliğini taşıyor. Aynı zamanda, teslimiyet platformunun iflasının bizzat PKK yönetimince itirafı anlamına geliyor.

Açıklama, içeriği ve önünü açmaya çalıştığı yeni politik adımlarla, esasında teslimiyet platformunun yeni bir versiyonu olmaktan öteye gidemiyor. Hatta içerdiği sert ton ve tehditkar usluba karşın, bu platformun en özlü ifadelendirmelerinden biri olarak da nitelendirilebilir. Ama açıklamanın kendisi, asıl olarak, bugüne kadar engelsiz bir biçimde yol alan teslimiyet platformunun artık bir yol ayrımında olduğunu göstermesi açısından dikkate değerdir. Bu kuşkusuz henüz PKK yöneticileri şahsında bir yol ayrımı anlamına gelmemektedir. Bu son açıklama onların hala bu yolda yürümeye kararlı olduklarını gösteriyor. Elbette yürüdükleri yolda rahat değiller, hatta süreç bir hesaplaşma içerisine girmelerine de yol açabilir. Ama bugün, tüm rahatsızlıklarına karşın, bu yolda yürümekte olduklarını resmen ifade ediyorlar. Dolayısıyla “yol ayrımı”, PKK yönetiminden çok Kürt halkı açısından sözkonusudur.

Kürt halkı için bu yol ayrımı daha Kenya komplosu ile başlamıştı ve İmralı’da ortaya konulan teslimiyet ve tasfiye platformuyla birlikte yakıcı bir önem ve anlam kazanmıştı. Seçim, teslimiyet platformu ile devrim arasındaydı. Kürt halkı ya devrimden yana bir tavır alacak, tercihini bu yönde kullanacaktı. Ya da teslimiyet platformunun arkasına takılarak temel taleplerinden vazgeçecek, dahası yılların mücadelesiyle kazandığı mevzileri de bir bir kaybedecekti. Devrimden yana bir seçim, Kürt emekçi kitlelerinin sınıfsal-siyasal tercihlerini netleştirecek bilinçli devrimci güçler tarafından yapılabilirdi. Bunun başarılamadığını, yapılan çıkışların çabuk bloke edildiğini ve sembolik olmaktan öteye gidemediğini biliyoruz. Sonuçta geçmiş mücadeleden gelen etki, otorite ve denetim sayesinde, Kürt halkı teslimiyet çizgisine çekilmiş oldu.

Kürt emekçi halkı teslimiyet sürecini sorguluyor!

Ama bunun böyle gidemeyeceği de daha baştan açıktı. Hiçbir karşılığı olmayan ambalajlanmış vaatlerin yaşamın gerçekleri karşısında hükmü olamazdı. Nitekim böyle oldu. Kürt halkı bir kez daha bedel ödeyerek gerçeklerle yüzleşmeye başladı. “Barış” deniliyordu, ama kanları dökülmeye devam ediliyordu. Ulusal özgürlükten vazgeçilmişti, kültürel hak deniliyordu ama, devletin buna dahi tahammülü yoktu. Hatta yeniden Kürt kimliğinin varlığı yokluğu dahi tartışılıyordu. “Demokratik devlet” deniliyordu, devlet kan, katliam kusmaya devam ediyordu. Demokratikleşme yönünde en küçük bir adım atmak bir yana, faşist rejim tahkim ediliyordu.

Binlerce şehit Kürt evladı unutulup “akan kan”ın tüm faturası kendilerine çıkarılırken seslerini çıkarmamışlardı, ama hala çocuklarını, insanlarını yoketmek için sürek avı yapılıyordu devlet cephesinden. Af beklenirken, cezaevlerinde katliamlar gerçekleştiriliyordu. Katliam olurken onlar susmuşlardı, ama “demokratik cumhuriyet” üzerinden uzlaşılmaya çalışılan devlet katlederken, küçümsenen Türkiye devrimci hareketi bayraklaştırdıkları Mazlumlar gibi direniyordu. Diğer yandan, silahlar bir nebze sussa da, aç, işsiz ve yokluk içerisindeydiler. Kısa sürede “barış”ın umut bağladıkları Kürt burjuvaları için farklı bir anlama geldiğini öğrenmeye başladılar. Tüm bunlar Kürt halkının içerisine sokulduğu yolu adım adım sorgulamasının önünü açtı.

Zindan katliamı sonrasında bu sorgulama, devrimci direnişin yarattığı güçlü devrimci atmosferin de etkisiyle, belli bir biçim de almaya başladı. Zindan direnişi Kürt emekçi kitlelerinde belirgin bir duyarlılık ve etkileşim yarattı. Bu, teslimiyet platformunu sorgulamayı ayrıca kolaylaştırdı. Dahası, sermaye devletinin Güney Kürdistan’a yeni bir harekata girişmesi, Kürt halkına karşı kültürel haklar planında dahi, açıktan inkarcı ve aşağılayıcı bir tutum içerisine girilmesi bunu güçlendirdi. Devlete ilişkin beklentilerin dayanaksız olduğu pratikte görüldü. Diğer yandan emperyalistlerden yana estirilen hayaller de boşa düştü. AB’nin Katılım Ortaklığı Belgesi’nde Kürt halkını “Türk vatandaşları” tanımıyla yok sayması, bunun en çarpıcı ifadelerinden biri oldu.

Tüm bunlar, Kürt emekçilerinin teslimiyet platformunu sorgulamasını ve yeni arayışları hızlandıran gelişmelerdir. Bu arayışın tam nereye varabileceği konusunda kesin şeyler söylemek için henüz vakit erken. Teslimiyet platformunun manevraları, Kürt hareketi bünyesindeki devrimci güçler, düzen cephesinin tutumu, genelde Türkiye devrimci hareketi ve nihayet temel bir etken olarak işçi-emekçi hareketinin seyri, sonucu tayin edecektir.

Kürt emekçilerinin devrimci
arayışını dengeleme manevraları

“Serhıldan çağrısı”, mayalanmakta olan devrimci arayışa teslimiyet platformu tarafından verilen bir yanıt olma özelliği taşımaktadır. Başkanlık Konseyi’nin yaptığı “serhıldan çağrısı” özünde teslimiyete dayalıdır. Teslimiyet platformunu sorgulamaya dair en küçük bir emare yoktur ortada. Üslubu ve söylemleri oldukça sert ve öfkelidir, ama hepsi bu kadar. Metinde döne döne İmralı çizgisine bağlılık bildirilmekte, yapılacak herşeyin buna hizmet edeceğinin altı çizilmektedir. Sürecin tüm faturası gerici ve savaş rantçısı güçlere kesilirken, ABD ve AB emperyalizminden sorunun çözümü için rollerini oynamaları istenmektedir.

“Serhıldan çağrısı” başlıklı metin Kürt halkı kadar Türk devletine ve emperyalistlere de seslenmektedir. Ve Kürt halkına eylem çağrısı, devlete ve emperyalistlere yapılmış çağrılara karşılık alabilmenin bir aracı olarak değerlendirilmektedir.

Çağrı metni, Öcalan’ın teslimiyet startını vermesinden bugüne kadar geçen sürecin değerlendirmesiyle başlıyor. Devletin tüm “barış” çabalarına karşın herhangi bir adım atmadığı, dahası sürecin faşist zorun öne çıkarılmasına doğru geliştiği anlatıldıktan sonra, tüm bunların faturası bir bütün olarak sermaye devletine çıkarılmak yerine, devlet içerisinde şu veya bu kliğe ve “uluslararası komplocu güçler”e havale edilerek, devletin kendisi aklanıyor. Bu klikler ve dış odaklar tarafından “hem PKK’nin hem de Türkiye’nin (savaşa) teşvik edildiği” söyleniyor. Oysa gerek sermaye devleti ve emperyalistler arasında, gerekse sermaye devleti içerisinde savaş ya da barış gibi bir ikilem yoktur. Çelişki ya da anlaşmazlık gibi görünen bir takım manevraları bir yana bırakırsak, Türk devletinin politikası yeterince açıktır.

Serhıldan çağrısı yapılan bir metinde klikler ve emperyalistlerden yardımdan bu ölçüde bahsediliyorsa, burada, ne Kürt emekçi halkına güven ne de onların irade ve enerjilerini açığa çıkarma niyeti olabilir. Düzenle bütünleşme çizgisinde ilerleyen ve düzen güçlerinden medet umanlar, çok çok kendisini hissettiren mücadele ve direniş yönelimini kendi teslimiyetçi politikalarına dolgu malzemesi yapmayı düşünürler. Ne kadar devrimci direniş ve eylemden bahsedilirse bahsedilsin, bu açık bir gerçektir.

Başkanlık Konseyi teslimiyet çizgisinin ifade ettiği bataklıktan çıkabilmiş değildir. “Serhıldan çağrısı”, bu bataklıkta kıvranıldığını gösteriyor. Eğer teslimiyet platformunu aşmaya dönük somut bir çaba olsaydı, PKK yönetimi yüzünü düzenden ve emperyalistlerden tümüyle çevirir, Kürt emekçi kitlelerinin devrimci enerjisiyle buluşmaya yönelirdi. “Serhıldan çağrısı” başlığını taşıyan bir açıklamada devlet ve emperyalizm mahkum edilir, Kürt emekçi kitleleri bu güçlere karşı doğrudan mücadeleye çağrılırdı. Elbette bu PKK’nin yaşadığı sorunu çözmezdi, ama en azından devrime doğru atılmış bir adım olurdu.

Ama PKK ne sermaye devletinden, ne de emperyalizmden umudu kesmiştir. Dahası “barış”, “uzlaşma”, “güçlü Türkiye” vb. argümanları yineleyerek, teslimiyet platformunun politik özüne sadakatini özel olarak vurgulamıştır.

Kürt emekçi halkı, teslimiyet ile devrim
arasında yol ayrımındadır!

Teslimiyet bataklığında kıvranmak PKK’ye bir soluklanma imkanı vermeyeceği gibi, teslimiyetin bedelini ödeyen ve bu sürece karşı hoşnutsuzluğunu büyüten Kürt emekçi kitlelerini oyalamaktan da başka bir sonuç vermeyecektir. Sermaye devletinden ve emperyalizmden medet umarak ne tek bir kırıntı kazanılabilir, ne de inkar ve imhadan kurtulunabilir. En küçük hak ve özgürlük talebi bile ancak sermaye devleti ve emperyalizme yönelen bir mücadele ile kazanılabilir. Bu da ancak emekçi halkların talepleri üzerine oturtulmuş, onların devrimci enerjilerine dayandırılmış birleşik-devrimci bir mücadeleyle sağlanabilir.

Böylesi bir mücadeleyi ise, mücadeleyi işçilerin birliği emekçilerin kardeşliği ekseninde kuran ve bunu sosyalist işçi-emekçi iktidarına bağlayan bir devrimci platform verebilir ancak.

Sonuç olarak, bugün Kürt emekçi kitleleri, teslimiyet platformu ya da devrim yolu, düzen ya da gerçek özgürlük ve sosyalizm arasında bir yol ayrımındadır. Önümüzdeki günler bu yol ayrımının hangi doğrultuda olacağına yeni açıklıklar getirecektir.





5 Şubat ‘01 tarihli Özgür Politika’nın konuya ilişkin haberi...

“Siyasi serhıldan” çağrısı

PKK Başkanlık Konseyi, PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Kenya’da uluslararası bir komplo sonucu Türkiye’ye verilmesinin ikinci yılına girilen bugünlerde, halkın siyasi serhıldana kalkması çağrısında bulundu.

Başkanlık Konseyi, PKK Genel Başkanı’nın durumu, PKK’nin silahları durdurması ve sınırların gerisine çekilmesi, PKK 7. Kongresi’nde karar altına alınan “Barış stratejisi” ile buna karşı Türkiye ve bölge güçlerinin geliştirmek istedikleri sabote edici yaklaşımlara ilişkin dün yazılı bir açıklama yaptı.

Komplonun 15 Şubat 1999 tarihinden bu yana ikinci yılını doldurmak üzere olduğu kaydedilen açıklamada, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun özgür birliğe dayalı olarak çözüme kavuşturulması amacıyla yürütülen mücadeleye karşılık; gerici, faşist ve savaş rantçısı güçlerin süreci başarısızlığa uğratmanın savaşını verdiklerine vurgu yapıldı. Bu güçlerin son dönemlerde bu saldırılarını tırmandırdıklarına dikkat çekilen açıklamada, PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın İmralı’da kapsamlı ve içeriğini belirlediği yeni sürecin, bu saldırılara rağmen gelişimini sürdürdüğü belirtilerek, “demokrasi güçlerinin mücadelelerini yükseltmesi gereği, gündemdeki yerini korumaktadır” denildi.

Savaş sürecine zorlanılıyor

Savaşın yeniden başlaması için hem PKK’nin hem de Türkiye’nin teşvik edildiği belirtilen açıklamada, “Uluslararası ve bölgesel güçlerce desteklenen YNK’nin çabaları bunun en çarpıcı örneğidir” denildi. Açıklamada şunlar vurgulandı: “YNK, Türkiye’yi Güney Kürdistan’da PKK ile bir savaşa çekmenin çabalarını aralıksız yürütmüştür. Bu çabalar devlet ve hükümet içerisinde belli bir etkinliği bulunan güçlerin de katkısıyla uluslararası komplocu güçlerin belirlediği doğrultuda mesafe almış, demokratik çözüm süreci tehlike altına girmiştir. Türkiye’de demokrasi karşıtı güçlerin artan saldırıları ile demokrasi sürecinin tümden kilitlenmesi, sonucu kestirilmeyecek savaş sürecinin başlaması noktasına gelinmesi anlamına gelmektedir.”

İstemlerimiz istismar ediliyor

“PKK’nin barış ve demokratik çözümde ısrarı gerici güçlerce istismar edilmeye devam edilmektedir” belirlemesinin yer aldığı açıklamada, halkın siyasal serhıldana kalkması istenerek, şu görüşler dile getirildi: “Gelinen noktada demokratik çözüm sürecinin ilerletilmesi; demokratik güçlerin çok yönlü direnişini gerektirmektedir. Gerici faşist güçlerin yoğunlaşan saldırıları, siyasal mücadelenin ağırlıkta olduğu bir direnişle boşa çıkarılabilir. Demokratik güçlerin bu seçeneği görüp kapsamlı direnişe yönelmelerinin zamanı gelmiştir.

Halkın siyasal serhıldanının yanı sıra meşru savunma hakkımızı kullanarak askeri alanda da mücadelemize yönelik saldırılara karşılık vereceğiz. Bununla birlikte barış, siyasal diyalog ve uzlaşma ortamında sorunları çözerek demokratik çözüm yolunda ilerlemek, tercihimiz olacaktır."

Siyasal ayaklanma

Açıklamada siyasi serhıldan kavramı ile bunun kim tarafından neden, nasıl ve kimlerle gerçekleştirileceğine dair bölüm “Kürdistan halkına çağrı” kısmında yer aldı. PKK’nin, Türkiye’nin sınırları dışına çekilmesi, barış gruplarını göndermesi ve mücadelenin siyasal boyuta çekilmesi şeklinde adımlar attığı hatırlatılarak, devletin PKK’nin attığı bu adımlara hala yanıt vermediğine dikkat çekildi.

PKK Genel Başkanı’nın içinde bulunduğu koşulların gittikçe bozulduğunun da hatırlatıldığı “Başkan Apo’ya yönelik ağırlaştırılan uygulamalar, Kürt sorununun çözümünde de yaşanmıştır. İnkar ve imha politikası devam etmektedir. Devlet, halkımızın kendi dilinde TV, radyo, eğitim gibi temel özgürlüklerinin tanınması için hiç bir adım atmamıştır. AB’ye katılım konusu halkımızın hak ve özgürlükleri noktasında tıkanmıştır. Önderliğimizin bütün çabalarına rağmen halkımıza ve gerilla güçlerine yönelik saldırılar son bulmamıştır. Bütün bunlara karşılık Başkan Apo, barış, siyasal diyalog ve uzlaşmada ısrar etmiştir. Ancak devlet içinde etkili olan gerici faşist ve savaş rantçısı güçlerin artan saldırıları tahammül sınırlarını zorlamakta, partimizi ve halkımızın direnişini yükseltme gereği ile karşı karşıya bırakmaktadır. Demokratik Cumhuriyeti yaratmanın, temel hak ve özgürlüklerimizi elde etmenin tek yolu devrimci direnişimizi yükseltmektir. Kürt halkının demokratik direnişini yükseltmesinin zamanı gelmiştir. Partimiz kendisini yeniden düzenlemiş ve bu direnişe öncülük edecek yeteneğe kavuşmuştur.”

“15 Şubat’ın yıldönümünde Başkan Apo’yu sahiplenmek, O’nu özgürlüğe kavuşturmak ve Kürt sorununun demokrasi içerisinde çözümünü sağlamak için serhıldanlarımızı geliştirmeliyiz. Halkımız her yerde siyasal eylem başlatmalıdır. Gösteri, yürüyüş, ışık söndürme, kepenk kapatma, dersleri boykot etme, iş bırakma, 15 Şubat günü oruç tutma gibi eylemlerle yaygın ve sürekli bir serhıldan hareketine girişilmelidir. Serhıldan eylemliliğine karşı, devletin, baskılarına, tutuklama ve işkencelerine karşı direnmelidir. Bu baskılar, Başkan Apo’nun cezaevinde oluşu ve maruz kaldığı uygulamalar ortamında, mücadelenin kaçınılmaz fedakarlıkları olarak görülmeli, serhıldan eylemliliğinin getireceği her türlü fedakarlık göze alınmalıdır. Yiğit Kürt gençliğini, özgürlüğü için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır yüce Kürt kadını, sevgili çocuklarımız ve halkımızın her kesimini serhıldan eyleminde yer almaya çağırıyoruz.”

Yetkililere çağrı

Açıklamada “sağduyulu devlet yöneticileri”ne başlıklı bölümde de Türkiye’nin gelişmesinin demokrasiye bağlı olduğu kaydedildi. Öcalan’ın 2 Ağustos 1999 çağrısı ile savaşı durdurarak başlattığı sürecin, demokratik Türkiye’nin yaratılmasında bir fırsat olduğuna vurgu yapılarak şu çağrıda bulunuldu: “Genel Başkanımız ve Partimizin uzattığı barış eli olumlu karşılık bulmalıdır. Bunun bir gereği olarak savaşı dayatan tutumlardan vazgeçilmeli, inkar ve imha politikaları aşılarak, Kürt halkının temel özgürlükleri tanınmalıdır. Türkiye’nin düşmanı olan güçlerin savaşı yeniden başlatmaya yönelik tahriklerine kapılmadan bütün sorunların barış, siyasal diyalog ve uzlaşma içerisinde çözülmesine öncelik verilmelidir. Böylece Kürtlerin zayıflatan değil, Türkiye’yi güçlendiren bir rol oynamaları sağlanmalıdır.”

MHP ateşle oynuyor

Açıklamanın, Türkiye Demokratik Güçlerine başlığı ile yer alan bölümünde de, bu güçlerin sürece cevap olmada zayıf kaldıklarına vurgu yapılırken, 2000 yılının sonları ile birlikte demokratik güçlerin zayıf kalmasından yararlanan sözkonusu gerici güçlerin saldırılarını arttırdığı hatırlatıldı. Açıklamada, MHP gibi gerici-faşist bir partinin iktidar olanaklarını kullanarak demokrasi mücadelesini ezme saldırılarını koordine ettiği belirtilerek, “Bu parti konumunu güçlendirdikçe de diğer gerici güçlerin desteği ile demokrasi hareketinin kesin biçimde ezilmesine yönelmektedir” görüşü dile getirildi. Açıklamada demokratik güçlere şu çağrıda bulunuldu: “Daha fazla beklemek Türkiye’yi felakete sürükleyecek, halklarımızın geleceğini karartacaktır. Buna fırsat vermemek için demokratik güçler en üst düzeyde harekete geçmeli, geniş yığınların demokratik eylemini ortaya çıkarmalıdırlar.”

“ABD tavrını değiştirsin”

PKK Başkanlık Konseyi’nin açıklamasında, başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere uluslararası kamuoyuna da çağrıda bulunuldu. Uluslararası güçlerin de, 20. yüzyılda izlediği politikaların Kürt sorununun çözülmemesine neden olduğu anımsatılarak, ABD ve AB ülkelerinin PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın esir düşmesinde rol sahibi olduklarına vurgu yapıldı. Gelinen aşamada bu ülkelerin Kürtler için tamamen olumsuz olan bu gidişata dur demelerinin istendiği açıklamada, şu görüşler dile getirildi: “Yeni ABD yönetimi, geçmiş yönetimin olumsuzluklarını gidermenin yanında, uluslararası topluluğun Kürt sorununun çözümünde rolünü oynayabilmesi için sorumluca hareket etmelidir. Böylece halkımıza karşı işlenen suçların hesabını verme yolunu seçmelidir. Aksi durumda, Ortadoğu gibi hassas bir bölgede ciddi sorunlar yaşanacak, bu da uluslararası topluluğun çıkarlarını ciddi zararlara uğratacaktır.”