ARSIVANA SAYFA
 
10 Şubat '01
SAYI: 06
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
İMF saldırı programı, düzenin zorlanma alanları ve devrimci görevler
TTB Merkez Konseyi açıklaması: "Ölümlere tanıklık yapmak istemiyoruz
Düzenin açmazları, mücadelenin olanakları
"Tekstil patronları saldırıda, sendika bürokratları uzlaşmada sınır tanımıyor!...
"Özgür" savcı ya da "hükümetin itibarı"
Kürdistan'da kontr-gerilla operasyonları sürüyor!
Ölüm Orucu Direnişi'yle dayanışma eylemleri
Öncü işçi inisiyatifi: Sermayenin karşısına bir sınf olarak çıkmanın zamanı gelmiştir!
Sınıf hareketi
Teslimiyet batağı terkedilmeksizin çıkış yolu bulunamaz
Ekim'den...
Direniş,katliam ve sol hareket/3
İHD İstanbul Şubesi: "Ölümleri, sakatlanmaları seyretmek istemiyoruz!"
Düzendeki çürüme ve kokuşmaya ilişkin itiraflar...
Faşist vahşetin ve devrimci direnişin Bayrampaşa cephesi.
Tutsak yakınlarının SAG eylemi
Emeperyalist küreselleşmeye militan kitlesel öfke
Uluslararası hareket
Ölüm Orucu direnişçilerinden mektup
Ölüm Orucu direnişçilerine mektup
Kitap tanıtımı: Haydari Kampı
Devrimci Taktiğin Sorunları
Yok saymak çözüm mü?
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Bir kitap: Haydari Kampı

Zalongo Halayı’yla karşılanan ölüm...

Yunanlı yazar Themos Kornaros’un kaleme aldığı Haydari Kampı’nda olaylar, Almanlar’ın Yunanistan’ı işgali döneminde geçmektedir. İşgal döneminde SS’ler tarafından rehin alınan Petro Marmaraz’ın Nazi işkencehanelerinde ve Haydari Kampı’nda yaşadığı vahşet ve kahramanlıklar anlatılmaktadır.

Almanlar tarafından rehin alınan Petro Marmaraz, SS’lerin üssü olan Merlin işkencehanesine getirilir. 1 metre eninde, 8 metre yüksekliğinde eski bir bacayı andıran bir hücreye konulur. Kapı-pencere aralıklarından baktığında dışarıda gördüğü manzara onu oldukça şaşırtır. Günlerce işkence görmekten üstü başı paramparça, vücutlarının her yanı şişmiş, kanlar içindeki insanların nasıl bu hale geldiğini, gördüğü işkencelerden sonra anlar. Profesyonel katiller sürüsü tarafından günlerce işkence görür. Hücresinin üstünden haşlanmadık yeri kalmayıncaya kadar kaynar su boşaltılması, vücudunun hiçbir yerini oynatamayacak hale getiren askı seansları, dikenli tellerle her tarafı paramparça olana kadar atılan dayaklar vb...

Merlin işkencehanesinde gördüğü akıl almaz işkencelerden sonra herkes gibi Haydari Rehineler Kampı’na götürülür. Naziler (yerli işbirlikçilerinin de desteğiyle) Yunan direniş ruhunun çözülmesi, halkının köleleştirilmesi, kişiliğinin yok edilmesi çabasındadır. Köle ruhlu, korkak, ve hain insanlar yaratmak amacıyla, Haydari Kampı 1943 Eylül’ünde kurulmuştur. Kampın oluşturulmasında temel hedef, içerideki tutsaklardan çok dışarıdaki halka korku salarak sindirmek, teslim almaktır. Haydari’de uygulanan insanlık dışı vahşetin gerisinde, en ince ayrıntılarına kadar düşünülmüş psikolojik bir saldırı yatmaktadır. İşkence ve terör, salt tutsakları bir an önce teslim almak ya da öldürmek için değil, teslimiyet ve korku mikrobunu dışarıya yaymak için uygulanmaktadır. Bu nedenle tutukluluk durumunun sonu belirsiz hale getirilerek, buranın ölümle özdeş olduğu duygusu aşılanmaya çalışılır.

Haydari Kampı’nda dört koğuş vardır. Birincisi rehinelerin kaldıkları koğuşlardır. İkincisi 15. Koğuş, üçüncüsü 21. Koğuş, sonuncusu 1. Koğuş’tur.

15. Koğuş tecrit hücrelerinin bulunduğu koğuştur. Burada her türlü kötü muamele, işkence ve keyfi yaptırımlar had safhaya ulaşır. Tuvalete gitmek için bile dilekçe yazmaları gerekmekte ve dilekçenin cevabı günler sonra gelebilmektedir. 4x4 metre büyüklüğündeki bu odalara 50’şer kişi sığdırılır. Açlık, susuzluk, havasızlık bir yana, pislikten durulmaz bir haldedir (Bitler, tahta kuruları, böcekler vs.) Bu nedenle 15. Koğuş rehinelerin korkulu rüyasıdır.

21. Koğuş’a gidenler ise en şanslılardır. Bu koğuşa kampa yeni getirilen rehinelerin üzerlerinden çıkan eşya ve elbiseleri konulmaktadır. Buraya götürülen rehineler (eşyaları verilmek üzere) Haydari cehenneminden kurtulmuş demektir. Ya salıverilir ya da en kötüsü bile Haydari’nin yanında cennet olan başka bir cezaevine gönderilir.

1. Koğuş’ta ise siyasi tutsaklar kalmaktadır. Buradaki tutsaklar Alman işgalinden önce, 1936’dan beri hapishanede bulunmaktadır. 1. Koğuş’takilerin düzenleri, paylaşımcılıkları, fedakarlıkları, yaratıcılıkları, insanlara değer vermeleri ve onların sorunlarıyla, sıkıntılarıyla uğraşmaları, düşman karşısındaki yiğitlikleri, kampta bulunan binlerce rehinenin saygı ve sevgisini kazanmalarını sağlamıştır. Düşmanın saldırısı her zaman, parolası “eksilmez irade, tam ve bölünmez kişilik, tutukluların mukavemetinin çelikleştirilmesi” olan 1. Koğuş’taki siyasi tutsakların (aynı zamanda kampın kurmaylar kurulunun) karşı taarruzuyla karşılanır. Bu koğuşun temsilcisi, rehinelerin kurtarıcı meleği olarak bilinen, dostun da düşmanın da saygısını kazanmış olan Napolyon Sukaçidis’dir.

Kamptaki birçok iş (temizlik, angarya gibi) 1. Koğuş tarafından düzenlenmekte, kimlerin ne yapacağı belirlenmektedir. Bu işler siyasi tutsaklar için özel bir önem taşıdığı için (angarya için çıkıldığında dışarıdan bilgi alabilmek, kampa gazete sokmak gibi) sadece güvenilir insanlara yaptırılmaktadır.

Düşman karşısında düzenli ve derli toplu durulması için kamptaki tüm düzen 1. Koğuş tarafından sağlanır. Kargaşalar, rehineler arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi, dağınıklığın aşılması için ciddi çaba sarfedilir. Örneğin tecrit hücresinde rehinelerin sorunlarını, sıkıntılarını çözebilmek için, belli riskler göze alınarak, içlerinden birini senaryoyla tecrite gönderirler. Kısa bir süre sonra tecrit hücreleri düzenli hale gelir, pislikler temizlenir (tahta kuruları ve bitlerden kurtulurlar) vb. Yaşamları düzene giren tutsaklar arasındaki husumetler kısa sürede sona erer.

Rehineler için sayımlar bir işkenceye dönüştürülmüştür. Faşist SS komutanı kırbacıyla, sudan bahanelerle ya da bahaneye gerek duymadan, sık sık rehineleri kan-revan içinde kalana kadar dövmektedir. Ayrıca kampta sık sık kurşuna dizme olayları yaşanır. Faşist SS’ler dışarıda öldürülen her Almana karşı en az 50 rehineyi kurşuna dizerler. Tutsaklar kampa gelen arabalardan, makineli tüfeklerle her yanı saran askerlerden, SS subayının kullandığı kırbaçtan, verilen yemeklerden bile, birçok kişinin kurşuna dizileceğini anlayabilmektedirler.

Haydari Kampı’nda her yeni gün yeni acılarla başlarken, 1 Mayıs günü rehineler için oldukça iyi başlar. 150 rehine serbest bırakılır. Her yana iyimserlik yayılmıştır. Rehineler sayım için avluya çıktıkları zaman şaşırtıcı bir tabloyla karşılaşırlar 1. Koğuş’taki 260’ların durumu oldukça gariptir. Her gün sayımda yüzerli sıralar oluşturulurken, bugün 260’lar tek sıra halinde disiplinli bir şekilde durmaktadırlar. Hepsi oldukça neşeli görünmektedir. En yeni, en temiz elbiselerini giymiş, traşlarını olmuşlardır. Rehineler buna bir türlü akıl erdiremezler, bir bildikleri var diye düşünürler.

Sonuçta mesele anlaşılır. Birkaç gün önce çıkan çatışmada iki Alman generali öldürülmüştür, buna misilleme olarak o gün 1. Koğuş’tan 200 kişi kurşuna dizilecektir. 1. Koğuş’taki tutsaklar haberi bir gün önce öğrenmişler ve ölümü temiz elbiseleriyle ve neşeli bir şekilde karşılama kararı almışlardır. Bu arada faşist SS komutanı hızla avluya girer. Elleri titremekte, konuşmakta güçlük çekmektedir. Kırbacını bile yanına almamıştır. Kimse onun bu haline anlam veremez. Beceriksizce cebindeki ölüm listelerini çıkartıp, titrek bir sesle okumaya başlar. İsmi okunan her tutsak bütün gücü ve inancıyla “burada” diye bağırıp, avluya dizilmiş binlerce tutsağa bir konuşma yapar ve onurlu bir biçimde ve görevini yerine getirmenin rahatlığıyla ölüm sırasındaki yerini alır. 1. Koğuş’daki tutsakların yüzlerindeki kin ve nefret, aynı zamanda sakin, güven verici yüz ifadesi, tebessüm, binlerce tutsağın yanısıra düşmanı da hayrete düşürmüştür. Ter içinde kalan komutan isimleri okumakta zorlanmakta, liste üzerinde sürekli değişiklik yapmaktadır. İşine yarayacak insanları (hizmet ekibi ve mutfak için) listeden çıkarıp, yerlerine başka isimler yazmaktadır.

Komutan Napolyon’un ismini de okur. Kendisi de böyle bir hatayı nasıl yaptığına şaşırmıştır. Çünkü Napolyon Haydari Kampı’nda tüm düzeni sağlayan biridir. Düşman rehineleri öldüresiye döverek bile düzeni sağlayamazken, Napolyon’un tek bir konuşmasıyla sorunlar çözülmektedir. Bunun için düşmanın ona ihtiyacı vardır. Napolyon’un bu konumu, tutsakların ona olan saygı ve sevgisinden, yiğit bir savaşçı olmasından kaynaklanmaktadır.

Napolyon ismi okunur okunmaz dimdik bir şekilde sırasına geçer. Yardımcısı Tanaş’a dönerek, ona “bir Yunanlı olduğunu, bir rehine olduğunu, Yunanlı rehinelere, esir savaşçılara hizmet ettiğini unutmamasını, onlara karşı iyi, merhametli ve yumuşak davranmasını” söyler ve Tanaş şahsında tüm rehinelerle vedalaşır. Komutan Napolyon’un yerine başka bir rehineyi göndermek ister, ama başarılı olamaz. Çünkü Napolyon kendisi yerine başkasının kurşuna dizilmesini asla kabul etmez.
Komutan çaresizce listeleri okumaya devam eder. İsimleri okunan tutsakların sanki düğüne gider gibi neşeli, aynı zamanda dimdik olmaları düşmanı ezer. Karşılarında tir tir titreyen, boynu bükük, yalvaran bakışlar görmeyi uman SS komutanı, bu tablo karşısında yerin dibine girmiştir. İnanç ve irade karşısında çaresizce kalmıştır.

Binlerce tutsak bu 200 yiğit devrimcinin, düşmanın saldırılarını, inançlarına bağlılıklarıyla, ölümü küçültmeleriyle nasıl tuz-buz ettiklerine tanık olur. Listenin okunmasının bitmesinin ardından bu 200 yiğit insan kurşuna dizilmek üzere boş alana götürülür. Koğuşlardaki tutsaklar neler olduğunu göremeseler de, kulakları sağır eden marş seslerini duymaktadırlar.

Daha sonra rehinelerin tanıklardan (sarhoş SS askerlerinden) öğrendiklerine göre; düşman şok olmuş bir şekilde devrimcilerin birçok talebini kabul etmek zorunda kalmıştır. Normalde kurşuna dizilirken sadece iç çamaşırlar ile kalınırken, tutsaklar elbiseleriyle kurşuna dizilmeyi kabul ettirmişlerdir. Alan dar olduğu için kurşuna dizme 20’şerli gruplar halinde olmuş, kurşuna dizilmeden önce 200 kişi marşlar ve türkülerle büyük bir çember oluşturup halaya durmuşlar, ölümü böyle karşılamışlardır. Kurşuna dizilen her 20 kişiden sonra halaya ara vererek, düşmanın el sürmesine izin vermeden yoldaşlarını kendileri arabalara taşımışlardır. Ardından halaya devam edilmiştir. Sadece son 20 devrimcinin cesedini düşman askerleri taşımıştır. Taşıma sırasında ölülere saygılı davranmadıklarından dolayı askerler SS subayı tarafından kırbaçlanmıştır. Ölüme meydan okuyan bu onurlu devrimciler, insanlıktan uzak SS’lerin bile saygısını kazanmışlardır.

Alman askerlerinin tarif ettikleri ayak hareketlerinden, 200’lerin çektikleri halayın “Zalongo Halayı” olduğu anlaşılır.

200’lerin ölümünden sonra tüm koğuşlara derin bir hüzün ve sessizlik çöker. Herkes aylarca 200’lerin niçin mücadele ettiği, kahramanlıkları, ölüme meydan okumaları üzerine konuşur. Binlerce rehine yaşamın her alanında onları örnek alır, onlar gibi olmak için çaba gösterir.

Bir süre sonra kampa dışarıdaki mücadelenin çok büyük bir ilerleme sağladığı haberleri gelir. 10-15 gün kadar sonra Almanlar apar topar kaçarlar. Artık Haydari Kampı’ın avlusunda in-cin kalmamıştır.

“Ama bazı geceler, hele hayaletlerden korkmayanlar, ay ışığının altında bazı gölgelerin Zalongo halayını çektiklerini görebilirler.”

M. Okan