ARSIVANA SAYFA
 
10 Şubat '01
SAYI: 06
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
İMF saldırı programı, düzenin zorlanma alanları ve devrimci görevler
TTB Merkez Konseyi açıklaması: "Ölümlere tanıklık yapmak istemiyoruz
Düzenin açmazları, mücadelenin olanakları
"Tekstil patronları saldırıda, sendika bürokratları uzlaşmada sınır tanımıyor!...
"Özgür" savcı ya da "hükümetin itibarı"
Kürdistan'da kontr-gerilla operasyonları sürüyor!
Ölüm Orucu Direnişi'yle dayanışma eylemleri
Öncü işçi inisiyatifi: Sermayenin karşısına bir sınf olarak çıkmanın zamanı gelmiştir!
Sınıf hareketi
Teslimiyet batağı terkedilmeksizin çıkış yolu bulunamaz
Ekim'den...
Direniş,katliam ve sol hareket/3
İHD İstanbul Şubesi: "Ölümleri, sakatlanmaları seyretmek istemiyoruz!"
Düzendeki çürüme ve kokuşmaya ilişkin itiraflar...
Faşist vahşetin ve devrimci direnişin Bayrampaşa cephesi.
Tutsak yakınlarının SAG eylemi
Emeperyalist küreselleşmeye militan kitlesel öfke
Uluslararası hareket
Ölüm Orucu direnişçilerinden mektup
Ölüm Orucu direnişçilerine mektup
Kitap tanıtımı: Haydari Kampı
Devrimci Taktiğin Sorunları
Yok saymak çözüm mü?
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

TKİP tutsağı ve Ölüm Orucu direnişçisi Haydar Baran’dan yoldaşlarına mektup...

“Direnişimiz umudu, devrim davasına
olan inancı daha da büyütecek!”

Merhaba,

Böylesi önemli bir süreçte yoldaşlara yönelik olarak yerine getirmem gereken yazma görevini yerine getirememiş olmak beni rahatsız etti. Aynı durum ailem için de geçerli. Ailemle görüşme şansına sahip olduğum için, düşüncelerimin önemli bir kısmını ifade etmiş olmam beni bir parça rahatlattı. Umudum yoldaşlarla ailemin beni anlayışla karşılamasıdır.

Elbette bu durum basit bir ihmal ve ertelemeden kaynaklanmıyordu. Genel direnişimizin ilk günlerinden itibaren başlayan coşku ve heyecan, sorumluluklarımızı yerine getirme ile ilgili koşuşturma, politik yayınlarımıza daha fazla katkı sunma kaygısı, politik ve örgütsel süreçlere ilişkin düşünce ve önerilerimi formüle edip kolektifle paylaşma vb. öncelikler, objektif olarak, size yazacağım mektupların geri plana düşmesi gibi bir sonuca neden oldu.

Operasyondan birkaç gün önce bu noktada yoğunlaştım. Ama mektuplar yarım kaldı, bitiremeden hücrelere getirildik.

Sizlere kısaca şunları söyleyebilirim. Bulunduğumuz koşullar çok sözün yolunu bağlıyor. Diyeceğim şudur ki yoldaşlar, önemli olan arkamızdan çok övgüler dizmeniz değil, kolektifi çok daha fazla nasıl güçlendiririz diye düşünmenizdir. Bu doğrultuda pratik siyasal çabayı yoğunlaştırmanızdır. Kollektifle bütünleşme, arınmanın, zayıflıkları aşarak güçlenmenin biricik yoludur. En zor görev ve sorumluluklar kolektif çaba ve yaklaşımla kolaylıkla yerine getirilebilir.

Kolektifi büyütmek, kolektifin sınıfla olan bağlarını güçlendirmekten geçiyor. Onu sınıf zeminiyle buluşturmaktan, sınıf zemininde yürütülecek siyasal çalışmayla kazanılacak kadrolarla güçlendirmekten geçiyor. Tüm hata ve zaafların köklü bir tarzda aşılması, sorunlarımızın çözümü de bu noktada göstereceğimiz başarıyla doğrudan bağlantılıdır.

Bunun için iktidar olma bilinci ve kararlılığı ile yaşamın her alanında politika yapmak, tüm siyasal gelişmelere kendi cephemizden müdahalede bulunmak, taktik esneklik, doğru yöntem ve araçlarla sınıf ve kitle hareketini geliştirmek için sürece yüklenmek sorumluluğu ile yüzyüzeyiz. Ancak böylesi bir pratik-politik çalışmayla sınıfa güven verebiliriz.

Direnişimizin 103. günü yazıyorum bu satırları sizlere. 100 günü aşmamıza rağmen vücut direncimiz hala yerinde. Öte yandan hücre saldırısını patlamaya hazır bedenlerimizle püskürtme aceleciliği, beklemenin yorgunluğu, ipi bir an önce göğüsleme yarışının heyecanı giderek artıyor. Zira biliyoruz ki, 28 kardelenimizin ölümsüzleşen bedenleri, tabutlukları yıkmaya, zaferi kazanmamıza yetmedi.
Haydutlar “daha, daha!” diyorlar, daha çok beden istiyorlar. Ve biz biliyoruz ki; “bizde verecek daha çok can var!” diyen alnı kızıl bantlılarımızla zaferi kazanacağız.

Sessizliği, ezilmişliği, sinmişliği, işçi ve emekçiler etrafında örülmüş terör barikatını ölümsüzleşen bedenlerimizle kıracağız. Demagojiye ve yalana dayalı, direnişimiz üzerinde şaibe yaratmaya yönelik propaganda bombardımanını, şehitlerimizin gerçeği açığa çıkaran ışığı ile etkisizleştireceğiz.

Direnişimizin görkeminden ve niteliğinden hiçbir şey kaybetmediği böylesi bir süreçte 100. gün kutlaması yaptık. Her gün daha da büyüyen, yüreğimizi ısıtan, umudumuzu büyüten direnişimizin 100. gününde, şiarlarımızı haykırdık, marşlar söyledik. 28 kardelenimizi hemen yanı başımızda hissettik. Şiarlarımızı haykırırken, sesleri sesimize katıldı. Beraber halaya durduk, marşlar söyledik. Zira hepsi yüreklerimizde, ateş sıcaklığındaki nefeslerimizdeydi. Onları bir kez daha andık. İşçi sınıfı ve emekçilere zaferi hediye edeceğimize dair söz verdik.

Ölümsüzleşenler kervanımıza katılan 28 boranımızın yüreğimizi burkan, öfkemizi bileyen, kararlılığımız, kazanmaya olan inancımızı büyüten güzellikleri, yüreğimizin en güzel yerinde saklı. Kardelenlerimizin fiziki olarak yokedilmeleri, onların onbinlerin yüreğine ve bilincine kazılı etkisini karartamayacak. İnançları için tereddütsüz ölme cüretlerini, insanlığın güzel geleceği olan sosyalizm için yürüttükleri can pahasına mücadeleyi unutturamayacak. Zira tarihin hafızası güçlüdür. Tarih bugüne kadar dizleri üzerinde yaşayanlarla değil, ayakları üzerinde başı dik alnı açık olanlarla gerçek anlamını buldu, güzele doğru akışını sürdürebildi. Bundan sonra da bu hep böyle olacak.

Yüreğimizde öfke, yüreğimizde inanç, yüreğimiz yangın yeri. İnsanlığın tüm değerlerini, güzelliklerini yok etmeye çalışan baskı, zorbalık, sömürü düzenine inat, yüreğimiz ölüm karşısında tereddütsüz ve dingin. Biz devrim gibi bir güzelliği, yumuşak zeminde yapılacak mücadele ile kazanılacak diye düşünmedik hiçbir zaman. Bedel ödene ödene yürünecek sarp bir yol belledik.

Kimi liberal yazar çizerler, yüreğinin kabuğunda yaşayanlar, başladılar direnişimizi zayıflatmak için kalem oynatmaya. “Davayı savunmak için yaşamak gerekir”miş, “Hiçbir şey uğruna ölmeye değmez”miş! Evet liberal baylar, biz ölmeye devam edeceğiz, özgürlük ve sosyalizmin bedeller ödenerek kazanılabileceği bilinciyle. Siz varın devam edin yumuşak zeminde politika yapmaya, muhalif rolü oynamaya.

Umudu ve devrim davasına olan inancı yıkamayacaklar. Direnişimiz umudu, devrim davasına olan inancı daha da büyütecek. Yaratacağı sarsıntıyla zaferimiz, devrime, devrimci politik önderliği olan güveni, ilgiyi daha da artıracak. Sınıfa yönelik devrimci politik çalışma için daha uygun bir ortam sağlayacak.

Sizleri kazanmaya olan sarsılmaz inancımla özlemle kucaklıyor, yüreğimi yüreğinizin yanına koyuyorum.

Haydar Baran
29 Ocak 2001



Öncü İşçi İnisiyatifi’nde yeralan işçilerden
ÖO direnişçisi Resul Ayaz’a mektup...

“Çoğalacak ve akın akın geleceğiz!”

Sevgili Resul yoldaş, merhaba;

Biz “Öncü İşçi İnisiyatifi” çalışanları olarak, şahsında, tüm Ölüm Orucu ve SAG direnişçilerini mücadelenin sıcaklığıyla selamlıyoruz!

Şu güne kadar zindanlardan göndermiş olduğunuz mektuplar bize güç ve kararlılık taşıdı. Dost ve düşmana hücrelere sığmayacağınızı ifade etmiştiniz. Mektuplarınızı örgütlediğimiz etkinliklerde coşkunuzu yaşayarak okuyor ve insanların ne kadar etkilendiğini kendi gözlemlerimizle görüyoruz. Gerçekten de ne kadar güçlü bir iradeye sahip olduğunuzu her zamanki gibi kanıtladınız. Ölüm orucuyla sergilediğiniz direniş yolumuzu aydınlatıyor. Faşist sermaye devletinin sizleri hapsederek boşalttığı yerleri, bizler sınıf bilinçli işçiler olarak dolduruyoruz.

Sana faaliyetlerimizden bahsetmek istiyoruz. Geniş katılımlı işçi toplantısına katıldık. Toplantıda sınıfsal mücadelenin örülmesi için seçilen komitede yerimizi aldık. Ve hızla faaliyetimize başladık. Bildirgemizi kitle örgütlerine, legal sol partilerin binalarına ve sendikalarda örgütlü işyerlerinin toplantı salonlarının panolarına astık. “İstanbul/Avrupa yakasından çeşitli sektörlerde çalışan öncü işçiler” imzalı bildirimize işçilerden aldığımız olumlu tepkiler coşkumuzu arttırdı. Mücadelenin içinde bire bir olmak çok güzel bir şey. Pişkin sıcak ekmeği aç bir çocukla paylaşmak gibi bir şey.

Evet Resul yoldaş!

Yaşam ancak kan emicilere karşı mücadele edildiği zaman anlamlı olabiliyormuş. Sömürücülere karşı mücadele etmek, sınıf kardeşlerimize örgütlenme bilincini taşımak, siz direnişçilerin kızgın soluklarını solumak anlamına geliyor.

Bu mektubu yazan üç arkadaştan ikimiz 2000 SAG’ından önce mücadele sahnesinde değildik. SAG ve ÖO direnişinin ruhu bizi etkiledi. Ve sınıf mücadelesinde yeralma bilinci aşıladı. Ve biz inanıyoruz ki, sadece biz değil (ki çevremizde yedi-sekiz kişi aynı etkileşim içinde), bu şanlı direnişinizden etkilenerek partiye şöyle veya böyle yakınlaşan bir sürü işçi ve emekçi var.

Ama sermaye devleti size yaptığı baskılarla dışarıdaki emekçi kitlelere gözdağı vermeyi planlamaktadır. Sizleri hücrelere atıp tecrit ederek, bizleri sindirebileceğini düşünüyor. Fakat cellatların hesabı tutmayacak. Çoğalacak ve akın akın geleceğiz. Bizden korksunlar. Zaten korktukları için değil midir ki, sokaklarda üzerimize panzerlerle gelmeleri, dört duvar arasındaki yüreklerin üzerine iş makinalarıyla, bombalarıyla, toplarıyla, tüfekleriyle saldırmaları...

Korkuları başlarına gelecek ve biz kazanacağız!

Sevgili Resul yoldaş, belki de mektubumuzu alamayacaksın. Çünkü direnişin 111. gününe gelindi. Ancak yüreğimizden ve bilincimizden geçenleri, sadece seninle değil, içerideki tüm direnişçilerle, 19 Aralık ve Ulucanlar’daki devrim şehitlerimizle paylaşmak istedik. Seni, Haydar’ı, diğer yoldaşları ve tüm direnişçileri coşkuyla kucaklıyoruz.

Öncü İşçi İnisiyatifi’nden üç komite çalışanı