Sevgili güzel dostum, yoldaşım!
Yaşamı, yaşamayı anlamlı kıldığınız, nasıl yaşanması gerektiğini bir öğreti olarak yazdığınız Ölüm Orucu Direnişinizin sımsıcacık coşkusuyla seni, yoldaşları, dostları selamlamak istiyorum. Sana yazmış olduğum bu mektubum bir öğrencinin teşekkürü olacak. Devrim ve sosyalizm okulu öğrencilerinin sizlere bir teşekkürü. Çünkü öğretilerinizden öğreniyor, yaktığınız Ölüm Orucu Direnişinizin ateşinden güç alıyoruz. Sevda hem de kara sevda ile devrim ve sosyalizmin değerlerine sarılıyoruz. Sizlerin öğrencileriniz olmaya devam ediyoruz.
Sana uzun zamandır mektup tadında hiçbir şey yazamadım. Yazamadım, 19 Aralıkta TV haberleri cezaevlerinde başlatılan katliam operasyonlarını verirken duvarları nasıl yumrukladığımı. Paylaşamadım seninle, cellatların bir kez daha düşlerimizi parçalamaya gelişlerinde neler yaşadığımı.
Bizlerdeki ortak olan düşünceyi soracak olursan, ORTAK VE SARSILMAZ DÜŞÜNCEMİZ sermayenin eli kanlı iktidarının yine en büyük hatalarından birini yapıyor olmasıydı. Yenilgilerine bir yenisini daha ekliyordu. Sizleri yoketmeye, içeride ve dışarıda devrimcilere boyun eğdirebileceklerini düşünerek sabah uykularımızı parçalamaya gelmişlerdi. Geldiler girdiler düşümüze. Orada tarihin baş eğmeyen devrimcilerinin başı dik, güneşe yolculuklarında onurluca şiarlaştığını görüp de, yenilgilerin en büyüğünü alarak çıktılar. Haberleri seyrederken bir an için geçmişe döndüm.
Sizlerle birlikte olduğum, paylaşımların en güzelini yaşadığım günlere. Bir öğrencinin yarin yanağından gayrı herşeyi paylaşmayı öğrendiği zaman dilimine. Ümit yoldaşın da dediği gibi, üzerimize yağan kurşunları bile paylaşabilmekti yaşamak. Yaşamı her gün daha da harlanan devrim inancıyla sürdürebilmekti aslolan. Aslolan hayattı ve devrim okulunda öğrenilen her öğreti yaşamın sonuna kadar götürülmeliydi. Alınan her nefeste sevda ile sarılabilmekti devrime. Ona varılacak sarp, kayalı yollarda bütün acılara, saldırılara siper edebilmekti bedeni. Kıskançlıkla koruyabilmekti gözbebeğimizi.
Sizlerin Süresiz Açlık Grevine başladığınız 20 Ekimden sonra yaşamakla ilgili herkes çok konuşup çok yorum yaptı. Bazen bu tartışmalar mide bulandırıcı bir hal aldı. İkiyüzlü satılık kalemşörler, hümanizm maskesini takan teslimiyetçiler yaşamı, yaşamayı içini boşaltarak sundular. Ölmeyin, ne olursunuz yaşayın diyorlardı, bedenlerini ölüm hücrelerine siper eden devrimci tutsaklara. Onlara göre yaşayabilirdiniz, fakat teslimiyet bayrağı çekilerek. Yaşayabilirdiniz uğruna teretddütsüzce ölüme gittiğiniz değerlerden soyundurulmayı kabul ederseniz. Yaşamı, sevmeyi, sevilmeyi, paylaşmayı emek emek öğreten, bir nakış gibi işleyen sizlere, öyle anlar geldi ki, sırf ölmek için ölüme yattığınızı, ölümü fetişleştirdiğinizi söyleyen ahmaklar bile çıktı.
Politik platformları çok uzun zamandır düzenin çöplüğünde, yozluğunda olup da devrim ideallerini çoktan terkedenler ise kendi bataklıklarına davet ediyorlardı sizleri. Yaşam adına onca methiyeler dizip teslimiyet platformlarının teorilerini yapıyorlardı. Oysa diz çökmenin bu kadar etraflıca anlatılması, maskelenerek süslenip sunulması, size ve değerlerimize utanmazca dil uzatılmasından başka bir şey değildi.
Bizler de yaşamanız için mücadele ediyorduk. Tam da eli kanlı sermaye iktidarına ve onun hücre politikasına karşı koyarak, set oluşturarak. Her gün sizin direnişinizden aldığımız güçle ve artan öfkemizle güne başlıyorduk. Gün sizinle aydınlanıyor, yaşamın kendisi bir başka anlam kazanıyordu. Biz bu duyguları yaşarken, hayatta kalmak adına onursuzca bir yaşamı sunanlara dönüp bakıyorum. Hayatları boyunca kendi mevkilerinden, evlerinden, servetlerinden, çevrelerinden başka bir şeye değer vermemişler. Yaşam onlar için mevki, yaşam onlar için para olup değer kazanmış. Nitekim 19 Aralık ve sonrası bir turnusol kağıdı görevini gördü. Bir bir maskeleri düşüyordu, ikiyüzlüce yaşam adına onca methiyeler dizenlerin. Katliamcı devletin gösterdiği pervasızlığa ortak olup saldırdılar. Oluk oluk akan kana alkış tuttular. Onların yaşam dedikleri, sımsıkı sarıldıkları işte bu kapitalizmin çöplüğüydü.
Dönüp bakıyorum bizleri ayakta tutan değerlere ve örnek aldığımız devrimcilerin hayatına. Yaşanılabilir miydi kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yapmadan. En güzel ve en derinden aldığımız nefes ise, silah tarrakalarına karşı yoldaşlarla, siper yoldaşlarımızla halaya durulan 26 Eylüller, 19 Aralıklar, barikatlar, fabrika direnişleriydi. Yaşamalıydık yarının devrim ateşini daha iyi harlayabilmek için. Habip olup yaşamak, her anı devrim için çarpan o kalple güneşe uğurlanmak... Ümit olup sınırları aşan o kahkahayla selamlayabilmek ölümü... Ahmet hoca gibi cellatların attığı bombaları geri püskürtmeye çalışırken zeybeğe durabilmek... Ulucanlarda ONlarımızın halayına katılmak... 20 Ekimde başlattığınız Ölüm Orucu Direnişiyle hücre politikasına karşı siper olmak...
Güzel dostum, canım yoldaşım;
Senin kardeş sıcaklığını paylaşmanın, yoldaşın ve öğrencin olmanın sevinci ile doluyum. Ben çok şanslıyım. Çünkü öğretileriniz rehberim olacak. Her ayrılık, düşen her kızıl karanfil bir hançer gibi saplansa da yüreğime, yüreğimize, o hançer eli kanlı iktidara kin olarak bilenecek.
Sana elveda demedim, demeyeceğim. Sana söz verdiğim gibi, güneşe yolculuğunda ağlamayacağım. Umudumun, yaşamın en güzel yerinde devrim halayında buluşmak dileğiyle... Seni, diğer yoldaşları ve dostları sımsıkı kucaklıyorum. Şimdilik hoşçakal.