Borsalardan yükselen kriz
yeni bir İMF paketi doğurdu...
Krizin katlanan faturası
işçi ve emekçilere kesiliyor!
Geçen hafta borsada başlayan hızlı çöküş giderek kapsamı genişleyen bir ekonomik krize yol açtı. Kriz şimdilik ABDnin devreye girmesiyle ve İMFnin 10 milyar dolarlık kredi açmasıyla beraber soğutulmuş gibi görünüyor. Yapısal bir kriz içerisinde depelenen düzen için bunun kısa süreli bir nefes alma dışında bir anlamı bulunmuyor.
Yaşanan kriz sermaye devletinin istikrar programının bir iflası olmuştur. Kriz, yıkım programı daha da ağırlaştırılarak atlatılmaya çalışılıyor. Yani bir kez daha düzenin yaşadığı krizin faturasının işçi ve emekçilere kesilmesi hedefleniyor.
Kriz: İMF programının iflası
Yaşanan kriz, borsalardan başlayarak genel bir çöküntü seyri kazandı. Borsalarda yaşanan çöküntü, Ecevit hükümeti tarafından, birkaç bankacının vurgun yapmak amacıyla çıkardıkları söylentiye bağlandı. Ecevit hükümetinin sözcüleri ve mali bürokratlar; bunun geçici olduğu, kimsenin paniğe kapılmaması gerektiği, sorunun birkaç gün içerisinde çözüleceği doğrultusunda beyanatlar verdiler. Böylelikle sözde borsada yaşanan panik engellenmeye, spekülatif sermayeye güvence verilerek kaçışı durdurulmaya çalışıldı. Ancak borsa tepe üstü düşüşünü sürdürdü. Birkaç gün içerisinde milyarlarca dolarlık sermaye yurtdışına çıktı. Durumun gittikçe içinden çıkılamaz bir hale gelmesiyle beraber İMF ipleri eline alarak, Türkiyeye acil yardım kredisi açılacağı şeklinde beyanlar verdi. İMF başkanının bizzat devreye girdiği bu sürece Clintonda dahil oldu.
Yaşanan sürecin bu ana çizgileri dahi, krizin hiç de birkaç bankacının işi olmadığını, yanısıra, öyle geçici ve dar kapsamlı sonuçları olmayacağını göstermektedir. Yaşanan kriz, pekçok yönden Asya ve Latin Amerika krizlerinin benzeri ve devamıdır. Dolayısıyla sonuçları salt Türkiye kapitalizmini değil tüm dünya kapitalist-emperyalist düzeni sarsabilecek bir muhtevaya sahiptir. Bu kriz, tatlı vurgunlar için dünyayı dolaşan spekülatif sermayenin gördüğü istikrarsızlık öğeleri karşısında dümenini daha farklı tatlı kâr merkezlerine doğru çevirmesinden kaynaklıdır. Tam da bu, uluslararası mali sermayenin yarattığı sıcak para ile yelkenlerini dolduran Türkiye tekelci burjuvazisinin gemilerini de batırmıştır.
Kriz salt Türkiye ile sınırlı kalabilecek bir özelliğe sahip değildir. Tersine hızla yayılma, yani domino taşı etkisine sahiptir. Tıpkı Uzak Asya ve Rusya krizlerinde olduğu gibi. İMF ve ABDnin en büyük korkusu da budur.
Sermaye devletinin İMF ile bir yıl önce imzaladığı üç yıllık stand-by anlaşması, özelleştirmeleri, düşük ücretleri ve sosyal harcamaların kısıtlanmasını, mali piyasaların güçlü bir yapıya kavuşturulmasını (yani banka özelleştirilmelerini ve çürüklerin ayıklanmasını) ve tarımdaki yıkım programıyla uluslararası tarım tekelleri için yağlı bir tarım sektörünün yaratılmasını içeriyordu. Program işçi ve emekçiler üzerinde acımasızca yaşama geçirildi. Ücretlerin düşürülmesi, sosyal güvenliğin tasfiyesi, özelleştirmeler ve tarımda yıkım programı istisnasız yerine getirildi. Yaratılan yıkım vergi soygunuyla katmerlendi. Tahkim yasasıyla emperyalist tekellerin sınırsız ve kuralsız hareketinin önü açıldı. Yanısıra bankacılık sistemindeki çürüklerin küçük bir kısmı da gece yarısı operasyonlarıyla temizlendi.
Ama tüm bunlar dahi emperyalist tekellerin soygunlarını güvencelemeye yetmemiştir. Çünkü, Türkiye kapitalizmi gerek iktisadi, gerekse siyasi anlamda kriz öğelerini güçlü bir biçimde barındırmaktadır. Dahası bu yıllardır atlatılamayan, atlatılması da mümkün olmayan yapısal bir krizi ifade etmektedir. 3-5 çürük bankanın temizlenmesine karşın, düzen sözcülerinin dahi ifade ettiği gibi, bu sadece aysbergin görünen yüzüdür. Çürük sayısı hayli fazladır. Bu nedenle İMF programıyla alınan mesafe hiç de emperyalist tekelleri tatmin edecek düzeyde değildir. Onlar çok daha acımasız ve çok daha köklü tedbirler istemektedirler. Yaşanan kriz, bu nedenle istikrarsızlık kokusu alan uluslararası spekülatif sermayenin kaçışıyla gerçekleşmiştir.
İMFnin son örnek modelinin çöküşü
Asya ve Latin Amerika ülkelerinde yaşanan altüst oluşla birlikte, çöken Asya Kaplanları ve Latin Amerika mucizesi olmuştu. İMFnin bu model ülkeleri, kapsamlı kriz öncesinde, emperyalizmin müdahale sahasında olan ülkelerin İMF masasına oturtulmasını sağlamanın bir aracı olarak kullanılıyordu. İMFnin yıkım programları, bu model ülkelerin yaşadıkları sözde refah ve kalkınma ile ambalajlanıp, sözkonusu ülkelerin işçi ve emekçilerinin önüne konuluyordu. Fedakarlık yapılacak, kemerler sıkılacak, ama sonuçta bu model ülkelerdeki refah ve kalkınma da gelecekti. Dünyanın ezilen sınıf ve kesimleri uzun süre bu masallarla uyutuldu. İMF neredeyse birçok yerde kurtuluş umudu olarak görülmeye başlandı. İşte Asya ve Latin Amerika krizleri, bu model ülkelerin çöküşünü, gerçekte İMFnin yapısal programlarının gerçek içeriğini gözler önüne seriyordu. İMF programları işçi sınıfı ve emekçi halklara refah ve kalkınma değil, tam bir yıkım getiriyordu. Dahası, bu yıkımla beraber krizler aşılmıyor, yeni ve daha yıkıcı krizlerin yolunu düzlüyordu.
İMF bu süreçte önemli bir imaj kaybına uğradı. Açıktan sorgulanmaya ve protestolarla karşılanmaya başlandı. Öyle ki, emperyalist merkezler dahi İMFnin başarısızlığından dem vurmaya başladılar.
Türkiye, İMFnin bu açık başarısızlığından sonra kendisine emanet edilmiş yeni bir model ülke adayı idi. İMF uluslararası arenada Türkiyede uygulanan programın elde ettiği başarısıyla övünüyor, emekçi halklar nezdinde meşruluğunu artırmaya çabalıyordu.
Kriz, İMFnin işçi ve emekçilere düşman kimliğini son krizle bir kez daha açığa vurmuş, İMFnin başarısızlığı tescil edilmiştir. Bunun en önemli sonucu ise, dünya işçi ve emekçilerinin krizlerin kaynağına doğru yönelen bilinçlenmeleri olmaktadır.
İMFnin kucağında
Bu sözler burjuva medyanın krize karşı sermaye iktidarının İMF ile yaptığı anlaşmaya ilişkin tepkisi. Ancak hemen söyleyelim, bu sözcükler hiç de sermaye devletinin onursuz bir biçimde İMFnin önünde secde etmesini anlatmıyor burjuva basın için. Onlar, tam tersine, bundan büyük bir keyif duyuyorlar, verdikleri bu tepki de bunun bir ifadesi. Çünkü İMF 10 milyar dolarlık bir acil yardım kredisi açıyor. Piyasalar şenleniyor, kasalar doluyor, yabancı sermaye ülkeye geri dönüyor. Elbette bu asalak takımı sevinebilir. Ancak işçi ve emekçiler için, İMFnin kucağında yeni ve daha da kapsamlı yıkım programlarına imza atılmış durumda.
İşte 10 milyar dolar karşılığında sermaye iktidarının taahhütleri:
* Kamu ve özel sektörde çalışan işçi ve memurların ücretler düşürülecek. Bu durum 2001 yılında yapılacak olan toplusözleşmelere de yansıyacak,
* 2001 yılı harcamalarında yüzde 10 kısıntıya gidilecek,
* Vergi ödemeleri ve nemaların ödenmesi ertelenecek,
* Başta akaryakıt ürünleri olmak üzere KİT ürünlerine yüksek oranda zam yapılacak,
* Öncelikle THY, Telekom ve elektrik sektörü olmak üzere özelleştirme kapsamına alınan kurum ve kuruluşlar hızla özelleştirilecek..
Açık ki, emperyalistler ve işbirlikçi kapitalistler gülsün diye işçi ve emekçiler inim inim inletilmeye devam edecekler. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, emperyalist mali tekellerin bu hızlı kaçışlarının nedenlerinden biri de emekçilerin 1 Aralıktaki görkemli eylemidir. Çünkü, bugüne kadar İMF programı kesintisiz yani istikrarlı bir biçimde uygulanmıştı. Emekçilerin görkemli 1 Aralık eylemi bu istikrarın emperyalist-kapitalist soygunculara artık böyle gitmeyeceğini göstermiştir. Asıl korkuları da budur.
|