|
Soba, pencere camı ve iki ekmek
Bayram boyunca ekranlarımızda sık sık bir Çocuk Esirgeme Kurumundaki şirin kızın reklamını gördük. Görünürde bir şeker firmasının reklamı olsa da, aslında bu filmin çok başka bir amacı var. Son iki yılda Çocuk Esirgeme Kurumuna bırakılan çocuk sayısında patlama oldu. Bu yılki sayı 2001deki sayıları katlamış durumda. Kurum, kapasitesinin sınırlarına ulaşınca devlete başvurmuş ve koruyucu ailelik sisteminin yaygınlaştırılmaşını istemiş. Bu reklam da bunun bir ayağı. Ekonomik kriz ve artan işsizlik nedeniyle çocuklarına bakamayacak hale gelen ailelerin sayısı giderek artıyor. Yurt ve bakımevlerine yerleşebilen çocuklar dışında (onların da ne kadar şanslı oldukları tartışılır) binlercesi sokaklara bırakılıyor. Sokaklarda yaşayan bu çocuklar her türlü şiddete ve kötü muameleye karşı savunmasız bir haldeler. Ellerindeki tinerli bezleriyle bu çocuklar, reklamdaki küçük kıza hç benzemediklerinden, kendilerine koruyucu bir aile bulamıyorlar. Üretim içinde bir yerleri olmadığı için suça itiliyor, ya kapkaççı oluyorlar, ya da adam yaralayıp sokaklarda tinerci dehşeti yaratıyorlar. Çocuk polisi onlar için var ve çocuk mahkemeleri ve tabii ki cezaevlerinin sübyan koğuşları da. Tıpkı Buca Cezaevinde olduğu gibi...
Buca Cezaevinde kalan, benzer geçmişlerin içinden süzülüp burada, 14. Koğuşta yolları buluşan çocuklar, karşı karşıya kaldıkları kötü uygulamalara tepki olarak 5 Kasım sabahı isyan ettiler. Çocuklar sürekli olarak işkenceye maruz kalıyorlardı. Yaşları 15-18 arasında değişen çocuklar bu durumu protesto etmek için koğuşlarını yaktılar. İsyanın ardından çocuklar çıplak bir halde bahçede bekletildiler.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu olayı incelemek için cezaevine gitti ve bir rapor hazırladı. Rapora göre; Jandarma ve gardiyanlar, içeri girdi. Gece karanlığı söz konusuydu. Olayları çıkaranlar, çaydanlık, paspas demirleri ve metallerle kendilerine katılmayan mahkumlara vurdular. Çok sayıda çocuk bu şekilde yaralandı. Koğuştan alınmaya direnilince, itiş kakış oldu. Bu sırada, istem dışı müdahaleler olmuş olabilir. Ancak, aşırıya kaçılmadı. İşkence ve kötü muamele yok. Yangının üç saat sonra saat 6:00 da söndürüldüğü belirtilen rapor şöyle devam ediyor; Yangını söndürmek için sıkılan su nedeniyle çocukların elbiseleri de ıslandı. Çocuklar ıslak kıyafetlerle Kasım soğuğunda hasta olurlar diye soyulmuştu. Çocukların sağlığıyla bu denli yakından ilgilenen cezaevi yönetimi isyanın ardından38 çocuk tutukluya hücre cezası verdi!
Olayı inceleyen İzmir Barosu İşkenceyi İzleme Grubundan Arzu Demirci ise yaptığı açıklamada şunları söyledi: Görüştüğüm çocuklardan birinin burnu morarmış ve şişmişti. Hala kanlar vardı burnunda. Bana olayın sahurda olduğunu kendilerinin bunlara karışmadığını, olay sırasında jandarmanın kendilerinin tırnağına bile zarar vermeyeceklerini belirterek, dışarıya çıkmalarını talep ettiğini, bunun ardından dışarıya çıktıklarını ve koridordan başlayarak bahçede soyularak dövüldüklerini söyledi.
İstedim ki seyirci iki saat içinde bu bunalımla karşı karşıya gelsin. demişti Yılmaz Güney Duvar filmi için. 1976 yılında Yılmaz Güney Ankara Merkez Kapalı Cezaevindeyken 4. Koğuştaki çocukları tanımıştı. Kış mevsimiydi ve çocuklar koğuşlarına soba ve cam istiyorlardı, karınları doymadığı için bir yerine iki ekmek istiyorlardı. Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek kitabında o çocukları anlatmıştı Yılmaz Güney, Duvarda da. Ölümünden 19 yıl sonra soba, pencere camı ve iki ekmek isteyen çocuklar bu kez Buca Cezaevinin 14. Koğuşundaydılar. Sistemin suç işlemeye zorladığı çocuklar, sistem tarafından en ağır biçimde cezalandırılıyor. 14. Koğuşun çocukları, 4. Koğuşun sakinleri aslında. Şabana, Şişkoya benziyor yüzleri. Onlar görmek istemeyenlerin görmediği bir yerdeler.
Duvar filmini izleyen pek çok kişi filmi tahammül edilemez bulmuş ve bu kadar karamsar bir tablo çizdiği için eleştirmişti Yılmaz Güneyi. Duvar filminin Türkiye gerçekliğini yansıtmadığı görüşünde olanlar için Buca Cezaevinde işkence gören çocuklar ne ifade eder bilinmez. Zaten televizyonun uzaktan kumandasının renkli tuşuna basınca hepsi yok olur. Ekranları sevimli gülüşüyle gönüllerimizi fetheden o şirin kız çocuğu kaplar. O şarkı söylenir hep bir ağızdan; Bugün bayram, erken kalkın çocuklar...
|