Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Aralık 2003
Sayı: 67
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  28 Aralık'ta Ankara'da olacağız!
  Öğrenci gençlik baskı ve terörle susturulmaya çalışılıyor...
  YÖK'ten "demokratı" var!
  Soruşturma terörü tırmandırılıyor!
  "Terör" demagojisiyle amaçlanan ne?
  Bush İngiltere'de yüzbinlerin protestosu ile karşılandı
  Yasanızı parçalayacağız!
  TÜSİAD'ın "çerçeve yasa"sı ne anlama geliyor?
  Kamu Yönetimi Reformu
  Kampanya çalışmalarından...
  Kampanyada yeni bir adım, yeni bir ısrar, yeni bir irade!
  Irak'ta direniş ve direnişe destek büyüyor!
  Direnen halklar kazanacak!
  Kürt gençliği gerçek özgürlük yolunu yürüyecektir!
  Üniversite ve siyaset
  İşte çürüyen kapitalizmin "bilim insanı"!
  Bir slogan ve ötesi... Özerk-demokratik üniversite
  Orak-çekiçli kızıl bayrak ezilen uluslara hep yol gösterecek!
  Avrupa'da üniversiteli gençlik alanlara iniyor!
  Lise ders kitaplarında neler öğretiliyor?
  19 aralık direnişi ve katliamı...
  "Modern ve seçkin bir genç olun"!
  O duvarlarınızı yıkacağız!
  Başkan Mao ve Josef Stalin...
  Komünist Tartışmalar'ın ilki Ankara'da gerçekleştirildi
  "Soba, pencere camı ve iki ekmek"
  Erdal Eren...
  Eğitimin ticarileştirlmesine hayır!..
  Direniş daha yeni başladı!
  İLGP- Girişimi Bülteni'nden...
  Okur mektupları



 
 
Bir slogan ve ötesi...

Özerk-demokratik üniversite!

6 Kasım eylemleri vesilesi ile üniversiteli gençlik hareketinde bir kıpırdanma olduğunu görüyoruz. Öğrenci gençlik hareketindeki bu kıpırdanmanın, üzerindeki ölü toprağını nihayet silkip atacak gelişmeleri beraberinde getirip getirmeyeceği apayrı bir sorun. Öğrenci gençlik hareketi her dönem belli çıkışlar yapabiliyor. Ancak bu çıkışlar süreklilik sağlamaktan uzak, nicelik olarak zayıf ve güçlü bir örgütlülüğe dayanmayan kısmi hareketlilikler olarak kalıyor.

Bu sorunun nedenleri üzerine burada tartışacak değiliz. Kaldı ki, bu olgu yalnızca öğrenci gençlik hareketi ve onun sınırları içinde değil, fakat sınıf hareketi de dahil olmak üzere tüm toplumsal hareketin yaşadığı, uzun denebilecek bir tarihsel dönemde süreklilik arz eden durgunluk ile birlikte açıklanabilir.

“Özerk-demokratik üniversite!” sloganı

Üniversiteli gençlik hareketinin özneleri, “Özerk, demokratik üniversite!” sloganını her dönem hareketin temel sloganlarından biri olarak öne sürmüş, tasarladığı üniversite modelini bu özlü slogan ile ifade etmiştir. Bu gerçek, sloganın herkes tarafından aynı biçimde algılandığını ya da doğru gerekçelendirildiğini, dahası temel stratejik hedeflerle doğru ilişkilendirildiğini göstermez (bahsi geçen ‘stratejik hedefler’in doğru olup olmadığı da ayrı bir konu). Bu nokta bize, sloganın ve sloganda kristalleşmiş düşüncelerin ve politik kurguların ne denli önemli olduğunu göstermektedir.

İşte bu önem bizi, yeni bir hareketliliğin yaşandığı bu dönemde, slogan üzerine temel yaklaşımlarımızı bir kez daha açıklamaya itti. Gençlik hareketinin sorunlarına ilgi gösteren dikkatli bir okur, komünistlerin konu üzerine bir dönem için yayımladığı temel metinlerden oluşan “Devrimci Gençlik Hareketi” kitabında, sloganı da içine alan bir tartışmayı mutlaka hatırlayacaktır. Ancak konu ve slogan üzerine daha sonraları yayımlanan ayrıntılı bir tartışma, yazık ki yoktur. Bu metin ile bu ihtiyacın karşılanacağını umuyoruz.

Yazının sonunda söyleyeceğimizi şimdi söyleyelim. Bu tartışma taşıdığı kritik önemden ötürü dikkatlice takip edilmelidir. Dahası, bir tartışma yaratmak ve böylelikle daha iyi anlaşılmak için okurlarımızdan konu üzerine düşüncelerini bize iletmelerini istiyoruz.

Üretim biçimleri, sınıflar ve üniversite

Burada yürüteceğimiz tartışma bir kavram olarak ‘üniversite’nin sınırlarını fazlasıyla aşacaktır. Zira, kavram üzerine yürütülecek uzun bir tartışma, liberal tarihçilerin ve filozofların esas meseleyi yani; üniversitenin, üretim biçimleri ya da toplumsal sınıflarla olan bağlantılarını gizlemek için sürekli bir biçimde saplanıp kaldıkları bir tartışma olması nedeni ile gereksiz olacaktır. Burada yapmaya çalışacağımız şey ‘üniversite’nin işlevini açık bir biçimde ortaya koyabilmek, buradan hareketle slogan üzerine güçlü bir tartışma yapabilmek olacak.

Üniversite sınıflar üstü bir kurum değildir. Toplumsal sistemlerden, üretim biçimlerinden ya da sınıflardan bağımsız ele alınabilecek, kendine ait ve durgun, statik bir tanımı yoktur. Üniversite; mevcut üretim ilişkilerinin ve egemen toplumsal sınıfın emrinde, onun belirli ihtiyaçlarını karşılayan bir kurumdur. Üniversite; biçim ve temel özellikleri açısından henüz yeni yeni oluşturulduğu feodal dönem ile artık modern bir kurum haline geldiği ve her anlamda geliştiği, dolayısıyla da feodal dönemden farklı birçok yeni işlev kazandığı kapitalist dönemde olduğu gibi, kendinden önceki dönemlerden bütünüyle farklı bir biçime, içeriğe ve işleve sahip olacağı sosyalist dönemde de bu tanıma uygun bir kurum olacaktır.

Feodal dönemde üniversite tamamen dinin; batıda Hıristiyanlığın, doğuda ise batıdan oldukça farklı bir biçime sahip olmasına karşın özünde benzer bir yapı içerisinde İslamın etkisi ve kontrolü altındadır. Batıda ve doğuda farklı zaman dilimlerinde ve oldukça farklı biçimlerde ortaya çıkan üniversite, varolduğu bütün bir feodal dönem boyunca dinlerin hizmetinde, skolastik ve idealist bir yaklaşımın taşıyıcısı oldu. Dolayısıyla, feodalizmin üniversiteleri bugünkü anlamı ile bilimden tamamen uzak kurumlar olarak yaşamlarını sürdürdüler. Bütün ilgilerin teolojinin (din bilimin) belirlediği sınırlar içerisine hapsolduğu üniversite, bu sınırları zorlayanları yağlı ipe, ateşe ve giyotine yollamakta tereddüt etmedi. Ama bunu yaparken üniversitenin çıkarlarını savunduğu şey soyut ‘tanrı’ değil son derece somut bir toplumsal güç olarak feodal iktidar sahipleri idi.

Feodal iktidarın etkisini ve gücünü yitirmeye başladığı, yaşanan zayıflamanın temel nedeni olarak ortaya çıkan kapitalizmin artık egemen iktisadi biçim olarak toplumların yaşamını belirlediği bir tarihsel kesitte, üniversiteler de bir geçiş dönemi yaşadılar. Bunu söylerken hiç de üniversitenin siyasal iktidara egemen sınıfın çıkarlarının savunucusu olduğu gerçeğini unutmuş değiliz. Ancak siyasal iktidarın el değiştirdiği dönemlerde, iktidar-üniversite ilişkisinin de yeniden tanımlandığını söylüyoruz. Dahası iktidardaki bu el değişiminin yaratıcısı olan toplumsal ve iktisadi koşullardaki dönüşümün, bu arada üniversiteyi de dolaysız olarak etkilediğini belirtmek gerekiyor.

18. ve 19. yüzyıl Avrupası’nda zaferini ilan eden kapitalizm, tüm toplumsal yaşamı büyük ve radikal değişimlere uğrattı. Bu değişimlerden payını alan üniversite artık yeni bir sınıfın; burjuva sınıfının hizmetinde yaşamına devam edecekti. Elbette bu yeni sınıfın değişen ihtiyaçlarına uygun yeni bir biçim ve içerik kazanarak. Bütün bir kapitalist gelişim döneminde üniversite oldukça farklı işlevlere sahip oldu. Ancak üniversite, temel işlevi olan kapitalist toplumsal düzenin yeniden üretilmesi ile her dönem burjuva sınıfın kritik bir ihtiyacını karşıladı. “Toplumsal düzenin yeniden üretilmesi” ile anlatmaya çalıştığımız şey; öncelikle, iktidardaki sınıf olan burjuvazinin iktidarını koruyabilmesi, sürekliliğini sağlayabilmesi için gerekli koşulların devamlılığının sağlanmasıdır. Bunun için tüm toplmsal ve iktisadi yaşamın, düzeninin ihtiyaçları doğrultusunda, gerekiyorsa yeniden örgütlenmesi, değilse eskisi gibi kalabilmesini sağlayabilmesi gerekir. Burada bir bütün olarak toplumsal ve iktisadi yaşamdan söz ediyoruz. Örneğin ‘aile kurumundan’, örneğin fabrikadaki ilişkilerden, örneğin ‘kültür’den ya da ‘sanat’tan, vb…

Üniversite, toplumsal ve iktisadi düzenin kendisini yenileyebilmesini nasıl sağlayabilir? Üniversiteye bu gücü veren onun toplum içerisinde sahip olduğu statüdür. Üniversite, toplumda güven duyulan bir kurum olagelmiştir. Üniversitelere dair yaratılan “günlük maddi çıkarların ötesinde insanlık için varolan kurum” havası toplumlar içerisinde bir karşılık bulmuştur. Toplumların üniversiteye duydukları güven onu, burjuvazinin ideolojik savaşımında güçlü bir silah haline getirir. Burjuvazi siyasal iktidarın sahibi olarak varlığını sürdürebilmek için, kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarlarıymış gibi göstermek zorundadır. En azından sınıf iktidarını gölgelemek için kullandığı temel araç olan devlet aygıtının toplum açısından meşruluğunu koruyabilmesi ve “sınıflar üstü görüntüsünü sürdürebilmesi, bu yanılsamaya bağlıdır. İşte üniversite burada, bu alanda temelli bir işleve sahiptir.

Bu temel işlevinin yanında üniversite, kapitalist üretim biçimine doğrudan fayda sağlamaktadır. Kapitalizm, üretim tekniklerinin giderek gelişmesine bağlı olarak sürekli bir nitelikli işgücü girdisine ihtiyaç duyar. Burjuva devriminin temel sloganlarından biri olan ‘Herkes için eğitim!’ işte bu ihtiyaca denk düşer. Feodal dönemde yalnızca varsıl sınıflarının mensupları eğitim görebiliyorken, kapitalizm tüm toplumsal kesimlerin eğitmesine ihtiyaç duyar. Ancak bu eğitim onun ihtiyaçları doğrultusunda olacaktır. Üniversite de üretimin ihtiyaç duyduğu nitelikli işgücünü sağlamakla görevlidir. Ancak üniversitenin yaratacağı işgücü arzı, kapitalistlerin taleplerinden her dönem fazla olmak durumundadır. Aksi burjuvazi için artı-değerden daha az pay anlamına gelir ki, katlanılack bir durum değildir bu. Bu nedenle üniversitelerin sayısı artırılır. Bu durum çoğu üniversite mezununu işsiz bırakır, ancak sonuçta kapitalizmin temel gereklerinden biri olan “yedek işgücü ordusu” yeni nitelikli işgücü bölükleri kazanır.

Üretim araçlarının giderek gelişmesinin ya da kapitalist rekabetin ortaya çıkardığı görece yeni bir olgu olan Ar-Ge (Araştırma-Geliştirme) faaliyetleri, üniversitenin yeni işlevleri arasında tanımlanmaktadır. Riskli bir faaliyet olan Ar-Ge’nin tüm toplum tarafından finanse edilmesi burjuvazinin üretim maliyetlerini azaltacaktır. Bunun tek yolu Ar-Ge faaliyetlerini üniversite bünyesinde gerçekleştirmektir. Nitekim neo-liberalizmin eğitim programında, üniversitenin sermayenin ucuz laboratuarına dönüştürülmesi ilk sıralarda yer alır.

Neo-liberalizm; burjuvazinin değişen ihtiyaçlarına yanıt veren bu yeni anlayış, eğitimi devlet tarafından verilen bir kamu hizmeti olmaktan çıkardı. Eğitim alanı bir piyasaya dönüştürüldü. Üniversiteler de bu piyasanın kârlı parçaları haline geldi. Dolayısıyla üniversiteler, burjuvazi için doğrudan kâr elde edilebilecek kurumlar haline getirildiler.

Toparlamak gerekirse; üniversite burjuva iktidarının yukarıda bir kısmı sıralanan ihtiyaçlarına yanıt olabilmek için sürekli kendisini yeniden örgütler. Üniversitenin kapitalist dünyadaki yaşamında, kapitalizme muhalif seslere karşı ne kadar sert olabildiğini özellikle “soğuk savaş” döneminde gördük. En sıradan örnek belki de Amerika’daki ünlü “Cadı avı”, yani komünizm karşıtı “Mc Carthy’ci” kampanya döneminden verilebilir. Amerikan üniversitelerindeki en küçük muhalif ses “komünizme karşı mücadele” gerekçesi ile sorgulanmış, insanlar görevinden uzaklaştırılmış ve hapse atılmıştır. Tüm dünyada, hatta “demokrasinin beşiği” Avrupa’da da başta marksistler olmak üzere tüm kapitalizm muhaliflerinin üniversitelerden uzaklaştırıldıklarını buna eklemeliyiz. Bugün kapitalize karşı yürütülen ideolojik muhalefet neredeyse tamamen üniversite dışından yapılmaktadır.

Sosyalizm ve üniversite

Diğer toplumsal sistemlerden tamamen farklı olsa da hala sınıflı bir toplumdan söz ettiğimiz ‘komünizmin alt evresi olan sosyalizm’de de üniversite, yapılan tanıma uygun bir kurum olarak örgütlenecektir. Yani egemen toplumsal sınıfın çıkarlarının savunuculuğunu yapacak, verili toplumsal sistemin kendisini yeniden üretmesine yardımcı olacaktır. Ancak artık iktidar işçi sınıfınındır. Burjuvazinin bir sınıf olarak ortadan kaldırılması ve en az bunun kadar önemli olan onun toplumun yalnızca üretim biçimine değil, fakat kültürüne ve yaşam tarzına sinmiş alışkanlıkları ile mücadele edilmesi gerekmektedir. Hiç şüphesiz genel olarak eğitim, özel olarak da üniversite bu mücadelede kritik bir önem taşıyacaktır.

Sosyalist üniversite, her türlü burjuva ideolojisi ile mücadele edecek, kapitalist ideolojinin toplumda arta kalan son tortularının da temizlenmesine yardımcı olacaktır. Sosyalist üniversite, eğitimi salt teorik bir süreç olmaktan çıkaracak, onu üretim süreçleri ile birleştirerek “politeknik eğitim”i gerçekleştirecektir. Politeknik eğitim; teorik eğitimin yanı sıra, üretim süreçleri ile içiçe geçmiş bir eğitim sürecini tanımlar. Politeknik eğitim aynı zamanda yeni bir kültür yaratmak amacındadır. Bu kültür işçi sınıfının sosyalist kültüründen başkası değildir. Politeknik eğitim, bir sanat eğitimidir. Sanatı küçük, elit bir azınlığın tekelinden çıkararak, geniş emekçi kesimlerin katılımına ve üretimine açar. Ancak unutulmamalı ki bu süreç oldukça uzun ve sancılı bir döneme işaret eder. Sosyalist eğitime ilişkin daha geniş bir tartışma oldukça önemli olmakla birlikte gerek daha ciddi bir araştırmayı, gerekse sosyalizm deneyimlerini geniş bir biçimde ele almayı gerektirdiği için başka bir zamana bırakılmalıdır.

Burada ifade edilmesi gereken temel noktalardan biri de komünizmde, yani sınıfsız bir toplumda üniversite olgusunun nasıl bir hal alacağı sorunu olacaktır. Ancak bu soruna ilişkin önden bir şeyler söylemek ne yazık ki mümkün değil. Üniversite ve bir bütün olarak okul eğitimi sınıflı bir topluma aittir. Dolayısıyla komünist bir toplumda hala bugün anladığımız manada okuldan ya da üniversiteden söz edebilmek mümkün değildir. Sınıflı bir toplumun kafası ve düşünce tarzı ile sınıfsız bir toplum ütopyasını ayrıntıları ile kurgulamak, mümkün olsa bile düşünsel bir egzersiz olmanın ötesine ne yazık ki geçemeyecektir.

Özerk üniversite

Yukarıda yürütülen tartışma “Özerk, demokratik üniversite!” sloganını doğru bir düzlemde sürdürebilmemiz için gerekliydi. Yaptığımız tartışma ışığında şimdi, üniversitenin özerkliği sorununa girebiliriz.

Kapitalizmin üniversiteleri biçimsel anlamda özerk bir yapıya sahip olabilirler. “Biçimsel olarak”tan ne anladığımızı ortaya koyalım. Bir kapitalist devlette kamu üniversiteleri devletin doğrudan denetimi altındadır. Bu denetim, örneğin Türkiye’de olduğu gibi YÖK gibi bir kurum aracılığı ile ya da üniversiteler arasında koordinasyonu sağlayan başka herhangi bir kurum veya örgütlenme ile sağlanabilir. Farklı ülkeler bu soruna, farklı çözümler üretmiş olabilirler. Ancak devletin üniversiteler üzerindeki denetimi bir biçimde sağlanır. Burjuvazinin üniversiteyi denetleyebilmesi, dahası kullanabilmesi için illa devlet tarafından bu amaca uygun bir aygıt yaratılması gerekmez. Üniversite ile sanayi arasındaki işbirliği ya da işbölümü denetimin başka bir biçimidir. Kaldı ki üniversitelerin başınagetirilen rektörler de burjuvazinin “uşaklar sınıfı”nın üyelerinden başkası değildirler. Böylelikle üniversite çeşitli biçimlerde kapitalist sisteme bağlanır.

İşte biçimsel bir özerklik, üniversitenin kapitalist sistemle varolan kaba bağlarını koparmak anlamına gelir. Örneğin üniversitenin başında bir baskı ve yönlendirme aracı olan bir takım kurumlar -YÖK gibi- ortadan kaldırılır. Üniversitenin yönetiminden burjuva sınıfa açıkça hizmet edenler uzaklaştırılır. Üniversite mali açıdan yalnızca devletten aldığı kaynaklarla ayakta durur. Ancak üniversite mali kaynaklarını kullanabilmekte belli bir bağımsızlığa sahip olmalıdır. Sermayenin üniversite üzerindeki doğrudan mali denetimini sağlayan yardımlar ya da benzeri uygulamalar ortadan kaldırılır.

Tüm bunlara rağmen üniversite hala gerçek anlamda ‘özerk’ değildir. Ortada yalnızca biçimsel bir özerklik vardır. Tıpkı burjuvazinin anayasal eşitlik anlayışı gibi bu özerklik de aslında görüngüdedir, sahtedir. Üniversitenin, burjuva sınıfından ve onun temel baskı aygıtı olan devletten tam özerkliği onun her alanda ve her anlamda kapitalizmden arındırılmasıyla mümkün. Bizim “özerk üniversite”den anladığımız budur. Uğruna mücadele edilmesi gereken talep budur. Özerklik talebini biçimsel anlamda öne sürdüğümüzde, ciddi teorik ve politik yanılgılara sürüklenmek işten bile değildir.

Üniversitenin kapitalizmden tam özerkliği teorik olarak mümkünse de pratik olarak gerçekleştirilemez olandır. Kısmen gerçekleştirilse de asla süreklilik kazanamayacaktır. Üniversitenin burjuvaziden tam özerkliği talebi, diğer demokratik talepler gibi kapitalizm koşullarında teorik olarak gerçekleşmesi mümkün, fakat pratik olarak neredeyse olanaksızdır. Bir ölçüde gerçekleşse bile bu ancak güdük ve eğreti bir biçimde, dahası ancak geçici bir süre için olanaklıdır.

Bu nedenle de önemli olan, tıpkı diğer demokratik talepler de olduğu gibi, üniversitenin tam özerkliği uğruna verilecek mücadeledir. Bu mücadelenin kendisi üniversiteli gençliğe siyasal iktidarın karakterini ve devletin sınıfsal niteliğini açık bir biçimde gösterecek, öğrenci gençliğin, iktidar mücadelesindeki işçi sınıfının yanında yer almasını kolaylaştıracaktır.

Özerklik talebi ve yanlış anlayışlar

Üniversitenin özerkliği talebi bugün birçok kesim tarafından öne sürülüyor, sloganlaştırılıyor. Bugün YÖK yasası tartışmaları sayesinde örneğin bir AKP hükümeti, örneğin bir ÜAK “Üniversiteler özerk olsun” diyebiliyor. Ancak onların özerklik anlayışları esasta “mali özerklik” üzerinde yoğunlaşıyor. Hemen belirtelim ki; bazılarının kulaklarına hoş gelebilecek ‘mali özerklik’ talebi biçimi, içeriği ve gerekçeleri ile tamamen gerici bir söylemdir. Görünüşte özerklikten bahsedenler, üniversitenin bir ticari kuruluş gibi yatırım yapabilmesinden, piyasaya girebilmesinden söz etmekteler. Bu ise herhangi bir özerklik değil, fakat kapitalist sistemle çok daha güçlü ve karmaşık bağlar kurmak anlamına gelecektir. ‘Mali özerklik’ konusu &uul;zerine fazlaca yazılıp çizildi, dolaysıyla bu kadarını yeterli görüyoruz.

Burada tartışmak istediğimiz yanlış anlayışları ikiye ayırmalıyız.

İlki, görünüşte ‘solcu’ bir anlayışı temsil eden ve “Özerk üniversite” talebini elinin tersi ile bir kenara iten, gerçekte demokratik siyasal sorunlara ilgisizlikte somutlanan ekonomist bir sapmanın ifadesi olan anlayış. Diğeri ve daha yaygın olanı ise, özerklik talebini amaçlaştıran, bunu da demokratizmin ufkunu aşamayan bir anlayışla gerekçelendiren ‘sağcı’ anlayış. Bu sonuncusu içerisinde ele alınabilecek oldukça ilginç olan bir yaklaşım daha var ki, o da; sosyalizm koşullarında da “özerk üniversite” talebinin savunuculuğunu yapan anlayıştır.

“Özerk üniversite” talebini reddeden anlayışın temel argümanı, bu talebin kapitalizm koşullarında gerçekleşebilir olmayışı, sosyalist bir toplumsal düzende ise gereksiz olacağıdır. Bu yaklaşım sahipleri, benzer gerekçeleri yalnızca “özerk üniversite” talebi için değil, bütün temel demokratik siyasal istemler için öne sürmekteler. Böylelikle uğruna mücadele edilmesi gereken demokratik siyasal istemler ortadan kalkıyor, yerine salt kaba bir sosyalizm propagandası kalıyor. Görünürde pek “sosyalist” olan bu anlayış, gerçekte zorlu siyasal sorunların yükünden ve gerektirdiği bedellerden kaçışta ifadesini bulan aşırı sağcı bir görüş ve tutumun yansımasından başka bir şey değildir.

Bu yaklaşımın önde gelen savunucularından olan TKP, özellikle bu konuda şu sıralar tam bir çelişki ve karmaşa yaşıyor. Demokratik , ekonomik talepleri yukarıdaki gerekçelerle reddeden bu grup, yakın dönemde “Eğitim cüzdana sığar mı?” başlığı ile bir çalışma başlatıp, “parasız eğitim” talebini savunabiliyor. Beraberinde, üniversitenin yapısına ve işleyişine ilişkin başka talepler formüle edip, paravan bir örgüt olarak hayat verdiği “Üniversite Konseyleri”ne bu talepler uğruna mücadele görevini yüklüyor. Bu kadarı bile bahsettiğimiz çelişkiyi ortaya koyuyor.

İkinci yaklaşımın savunuculuğunu yapan anlayışlara gelince; onların temel sorununu ise, demokrasi sorununu dar, kısır, burjuva demokratik sınırlamaları aşmayan bir bakışla ele almaları oluşturuyor. Bu gruplar demokrasi uğruna mücadeleyi, öne sürülen taleplerin kendi içinde kazanılması olarak algılıyorlar. Bu yaklaşımın savunusunu yapan devrimci anlayışlar sorunu bir demokratik devrim ile çözüp, “özerk üniversite”yi, kurulacak demokratik devrim iktidarının gerçekleştireceğini düşünüyorlar. Oysa hangi toplumsal düzen, hangi egemen sınıf ve hangi iktidar sorunları burada ya bulanık, ya da ütopik olarak kalıyor.

Bu anlayışların temel sorunu, kapitalizm koşullarında demokrasi sorunu ve mücadelesinin ele alınışı alanında açık ve bilimsel bir kavrayışa sahip olamamalarıdır. Bu alandaki çarpıklık ve kafa karışıklığı, doğal olarak tartıştığımız sorun üzerinden de yansıyor. Onlar için demokratik ve özerk üniversite istemi, geniş gençlik yığınlarının mücadeleye çekmenin ve devrimci demokratik bir ruhla eğiterek, böylece kapitalizm ve burjuvazi gerçeği ile yüzyüze getirmenin bir olanağı değil, fakat kendi içinde ulaşılmak istenen bir amaçtır.

Reformist kampta yer alan anlayışlar ise özerkliği biçimsel birtakım önlemlerle gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlar. Onlara göre bu değişiklikler için herhangi bir devrim değil, fakat güçlü bir demokrasi mücadelesi gerekiyor.

Farklı bir anlayış olarak ortaya çıkan, “sosyalizmde de özerk üniversite” söylemine değinelim. Bu anlayışın sahipleri, 20. yüzyılda yaşanan ve özel koşulların zorlaması altında çarpık biçimler alan sosyalist iktidar gerçeğini veri kabul edip, buna karşı bir önlem olarak, sosyalist iktidardan da bağımsız bir üniversite talebi ileri sürüyorlar.

Oysa açıktır ki sosyalist siyasal iktidar; işçi sınıfının iktidarı, onun çıkarlarının savunucusu anlamına gelmektedir. Eğer sosyalizmde, işçi sınıfından ve onun sosyalist iktidarından bağımsız, özerk bir üniversite isteniyorsa, bu yaklaşım hiç de Marksist bir yönteme dayanmamaktadır. Bu anlayış yukarıda özetlemeye çalıştığımız, üniversite ile üretim ilişkileri arasıdaki bağlantıları anlayamamış ya da doğru yorumlayamamıştır.

Bu vesile ile tekrar edelim; üniversite sınıflar üstü bir kurum değildir. Sosyalist bir iktidarda üniversite işçi sınıfına ve onun çıkarlarına bağlı olacaktır. Aksi her çaba, burjuvazinin dümen suyuna akacaktır. Dolayısıyla, “özerk üniversite” talebini biçimsel bir mantıkla ele almıyorsak, üniversitenin, sosyalizmin hayatın her alanında kurulup geliştirilmesi genel hedefinin hizmetinde bir kurum olarak görmek bizi ‘rahatsız’ etmiyorsa, bir sorun yok demektir. Fakat sözde daha demokratik bir sosyalizm anlayışı yaratmak için, sosyalizmde de “özerk üniversite”den bahsediyorsanız, işte o zaman liberal küçük-burjuvazi ile aynı politik platformda buluşuyorsunuz demektir.

Demokratik üniversite

Demokratik üniversite; öğrencilerin, öğretim görevlilerinin ve tüm üniversite çalışanlarının yönetimindeki üniversiteyi anlatır. Üniversite, bu üç bileşenin bir araya geldiği bir organizasyon tarafından yönetilmelidir. Bugün ‘reform’ adı altında yapılmaya çalışılan değişimler, görüntüyü kurtarmaktan bile uzaktır. Rektörlerin seçimle göreve gelmesi üniversiteyi daha demokratik yapmayacak, rektörün öğretim görevlileri üzerinde daha sıkı bir denetim kurması sonucunu doğuracaktır. Öğrenci Temsilcileri Konseyi adı ile bir araya getirilen öğrenci örgütlenmeleri, bir, herhangi bir yetkiye sahip olmak bir yana, söz hakkına bile sahip değildirler, iki, bu örgütlere temsilci olarak girmek türlü koşullar ile sınırlandırılmış, yani demokrat öğrencierin buralara girip çalışmaları fiilen engellenmiştir.

Demokratik üniversite, üniversitenin tüm bileşenleri için tam bir örgütlenme özgürlüğü tanımak zorundadır. Bu örgütlenme özgürlüğü yalnızca sendikal örgütleri değil, politik örgütleri de kapsamalıdır. Ayrıca üniversitelerde politik çalışma yürütmenin önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.

Özerk üniversite talebinin aksine, demokratik üniversite talebi sosyalist bir düzende uygulanması gereken temel bir taleptir. Yani üniversite, yukarıda söz ettiğimiz bileşenler tarafından yönetilmeli, bir özerklikten bahsedilecekse bu özerklik bu yönetim aracılığı ile sağlanmalıdır.

Sosyalizmde üretim ve zenginlik kamunun elinde ve hizmetinde olacağı, böylece üniversitelerin mülkiyet tekeline elinde tutan bir avuç asalak yerine toplumun ezici çoğunluğunun çıkarlarına hizmet etmesinin genel koşulları yaratılacağı için, tarihte ilk kez olarak gerçekten demokratik bir kurum olabilecektir.

Son yerine

Üniversiteli gençlik hareketini içerisinde debelendiği çıkmazdan kurtarabilmek için öncelikle sağlam bir teorik kavrayış, doğru politik platform ve doğru bir önderlik pratiği gereklidir. Doğru bir yönlendiricilik için ise açık ki, temel politikalarımızda tam bir netliğe sahip olarak kazanılabilir. İşte, öğrenci hareketi için temel bir slogan olarak öne sürülmesi gereken “Özerk, demokratik üniversite!” talebini yukarıda sıraladığımız politik-ideolojik çerçeve ile gerekçelendirmek zorundayız. Bu politik-ideolojik çerçeve, öğrenci hareketi içerisinde yanlış yönelimlere karşı elimizdeki güçlü bir silah olarak ele alınmalıdır.