Modern ve seçkin bir genç olun!
Henüz kitapların televizyon karşısındaki yenilgisinin kesinleşmediği yıllarda, bugün televizyon programları (yarışmalar, diziler, şovlar) aracılığıyla empoze edilen düşünüşler ve onların yaşam pratikleri kitap sayfalarında yerini bulurdu. O zamanın gözde yaşam mimarı, liberalizmin gençliğe dönük politika üreticilerinden İpek Ongun her yeni kitabında döktüğü incilerle modern insan olabilmenin adımını nasıl atacaklarını öğretirdi gençlere.
İpek Ongunun kitapları incelendiğinde, çatal bıçağın masada durması gereken yerden tutun da, evlilik öncesi çıkarılması gereken hediye listesine dek türlü türevli pratik ve olmazsa olmaz (!) bilgiye ulaşılabilecektir. Bu güzide yazarın Bir Pırıltıdır Yaşamak adlı kitabının kapağında: Hayatı ıskalamayın, modern ve seçkin bir genç olun! sloganı yazılıdır. Bu slogan özünde, kapitalizmde ergen olmanın gençlere ödettiği büyük bedellerin kısa ve masum bir formülüdür.
Nasıl seçkin olunur, modernliğe giden yol nereden geçer? Hiç zorlanmadan sıralıyor yazar, güzel olmak gerekir, güzellik; uyku, temizlik, egzersiz, makyaj, giysi vs. ister. Partilere gidin. Arkadaşlarınıza hediyeler verin. İleride nasıl bir kariyer sahibi olmak istediğinize karar verin. Müzik dinliyorsanız, müzikle ilgili koleksiyonlarınız olsun. Bu liste böylece kabarıp gidiyor. Ortaçağın aristokrasiye kan yoluyla bahşettiği seçkinlik, bu kitaplarla parası olana hediye ediliyor. Böylece seçkin gencimiz, sahip olduğu imkanlarla beraber biraz da kendini geliştirirse modernliğe de kavuşmuş oluyor.
Keşke bugün de sadece bu ve bunun gibi kitaplar olsa. Ancak gençliği şekillendirme operasyonu genişledi ve televizyonun komutasında her kanala bir lise/üniversite dizisi serpiştirerek çok daha etkili ve yoğun bir propaganda faaliyetine girişildi. İpek Ongun, Gönül Özgül, kısmen Gülten Dayıoğlu gibi yazarların geçmişte yazdıkları sözde gençlik romanları bugün mumla aranır oldu. En komik rastlantı bugün kanalın birinde oynayan dizinin adı ile Gönül Özgülün bir kitabının isim benzerliği: Lise Defteri! İkisi karşılaştırılarak incelense, Gönül Özgülün romanının bu dizi yanında son derece masum kaldığı görülecektir.
Bu dizilere karşı çıkışımızın değişik sebepleri var. En önemlilerinden biri, gençliğin ekrana yansıtıldığı gibi olmayışıdır. En azından bir azınlık dışında büyük bir çoğunluğun. Çünkü bugün ağırlaşmış olan ekonomik koşullar karşısında neredeyse en temel ihtiyaçlarını bile gidermekten yoksun kalmış gençlik kitlelerinin orada gözler önüne serilen yaşamla hiçbir ilişkileri olamaz. Ticari şirket ortaklığı ile Yalan Rüzgarı entrikalarını ve ilişkilerini içeren Kampüsistan, Lise Defteri bir tarafta, ilkokul çocuğu seviyesini aşamamış, dünyada ve Türkiyede olup bitenlere ilgisiz, her nasılsa lise son sınıfta olmalarına rağmen üniversite sınavından bihaber insanlar topluluğu Hayat Bilgisi diğer tarafta...
Liselim! kabusu diriliyor
Tatu dalgası ile beraber genç kızların cinsel meta olarak algılanışı kanıksanmışa benziyor. Bunun arka planında elbette belli sektörlerin bu işten azımsanamayacak derecede kar elde etmiş olması yatıyor. Bu gerçekten de global bir olgu. Tüm Avrupada ve elbette Türkiyede mağazaların vitrinlerinde mini ekose etekler ve üstünde beyaz gömlekler sergileniyor. Bu diziler Türkiyede liseli kız objesi üzerinden para kazanan sektörlerin pazarlama aracı adeta.
Bundan 10 sene önce dolmuşların camında liselim yazardı. Kalbur üstü insanlar bu yüzden narin kızlarının geç saatlerde dolmuşa binmelerini istemezlerdi. O günlerde liselim yazısını görüp gerilen bu kesim, bugün bu kıyafetleri giydiriyorlar kızlarına. Bu bir ahlaki çöküntü belirtisi değil, kapitalizmin ahlakı tam da bu: İnsanı metalaştırmak!
Bu dizilerde neler oluyor? Öncelikle İpek Ongunun tavsiyelerine uygun olarak kendini yetiştirmiş gençler bunlar! Hepsinin etekleri modern ölçülere uygun. Hepsi uzun boylu, inci dişli, düzgün fiziğe sahip genç kızlar ve genç erkekler, yani Avrupai! Demek ki modern. Hepsinin iyi beslendikleri yüzlerinden okunuyor. Dahası birçoğunun arabası var, son derece lüks kafelerde saatlerini geçirebiliyorlar. Yani bu gençler modern olmanın yanı sıra gerçekten seçkinler de. Ama artık birilerinin onlara seçkinliğin değil de, seçim yapabilmenin meziyet olduğunu öğretmesinin vakti gelmiş de geçiyor. Tamamen iradelerini kız veya erkek arkadaş seçimine endekslemiş bu gençler maalesef dizilerde çizilen karakterlerine göre, dizinin on yıl sonrası çekilse, siyaset yapan insanlar olacaklar. Onlardan kendi dar dünyları dışında bir düşünce üretmeleri beklenebilir mi?
Bu dizilerde karakterler ancak olay örgüsü çok sıkı takip edilirse birbirinden ayırt edilebiliyor. Zira tek tipleşmiş, aynı sözcüklerle konuşan, aynı yerlere giden, aynı şeyleri giyinen bu gençler, değişik saç kesimlerine ve yüzlere sahip plastik barbie bebeklerini çağrıştırıyorlar. Yüzleri gülüyor ama, donuk ve ruhsuz gözlerle, dünyaya bir türlü anlam veremiyormuş gibi bakıyorlar.
Bu dizilerin tüm gülünçlüklerine, tutarsızlıklarına rağmen, maalesef bir izleyici kitlesi var. Ve daha da kötüsü bu izleyici kitlesinin büyük çoğunluğunu oluşturan eğitimsiz gençler, seçtikleri bir karakterle kendilerini özdeşleştirerek, sahip olamadıkları ve asla da sahip olamayacakları için acı çekiyorlar. Türkiyede hala birçok lisede etek boyunun dizden yukarı çıkması yasakken, takılan tokanın, giyilen çorabın rengi idarece belirlenirken, okula makyajlı yüzlerle, bir karış eteklerle rengarenk kravatlarla gelen öğrencileri seyretmek lise öğrencilerini öğretmenleri ile gereksiz bir sürtüşmenin içine itiyor.
Yine bu dizilerle beraber sol görüşe de bir darbe vurulmak isteniyor. Eskiden mahalle dizilerinde olsun, diğer dizilerde olsun sol tamamen yok sayılırdı. Ancak son üç beş yıldır, kalabalık tipler etrafında dönen her dizide en azından bir adet nostaljik solcuya rastlıyoruz. Yeditepe İstanbul dizisi dışında tüm dizilerde açıktan açığa olmasa da karalanan bir solcu karakteri ile karşılaşıyoruz. Hayat Bilgisinde son tahlilde deyip duran, idarenin karşısında hiçbir haksızlığa ses çıkaramayan, sünepe bir solcu karakteri, diğerinde barda çalışan bir solcu kızımız. Aslında çok akıllıca bir yöntem bu, yok saymak yerine alıp solun değerlerini ayaklar altında çiğnemek, alay etmek, böylece toplum gözünde prestij kaybına uğratmak, daha da önemlisi bu inancın filizlenebileceği genç nesillerin gözünde onu değersiz kılmk.
Bu dizilerin başarılı olup olmadığını zaman gösterecek. Ama elbette bugün Türkiyede onların aleyhine işleyen bir süreç yaşanıyor. Televizyon izleyicilerinin birçoğu belki de seçeneksizlikten seyrediyorlar onları. Zira insanlar artık öfkeli, gergin ve birçoğu yaşamı değiştirmeyi istiyor. Kendi yaşamını ve başkalarınınkini de!
İpek Ongun kitabının arkasında sormuş: Giyiminizde bir stiliniz var mı? Arkadaş çevrenizde popüler olmak istiyor musunuz? İş hayatında başarılı olabilmek için yazılı olmayan kuralları da biliyor musunuz? Soruların tamamı dehşet verici! Ancak yanıt verilecek bir soru var arada, yazarın duymayı istediği yanıt bu olmayacaktır elbette: Düş gücünüz yaşamınızı çılgın renklerle boyayabiliyor mu, diye sormuş. Buna verilecek yanıt: Düş gücümüz düşlerimizi gerçekleştiriyor, olacaktır.
Dünyayı kızıla boyuyoruz!
Bir film: Güneşli Pazartesiler
Güneşli Pazartesiler, yönetmenliğini Fernando Leon de Aranoanın yaptığı bir film. İspanyada bir liman kenti olan Vigoda geçen hikaye, tüm ömürlerini tersanede çalışarak geçiren, ama orta yaşlarındayken işten çıkarılan insanları anlatıyor. İşsiz kalmayı bir türlü kabul edemeyen bu insanlar, günlerini Pazar günüymüş gibi geçiriyor ve pazartesilerini de güneş altında...
Vigo tersanesinin eski işçileri, yani düşlerini gerçekleştirememiş bir grup orta yaşlı arkadaş, umutsuzluğun üstesinden gelmeye çalışırlar. Tersane kapatılmıştır. Onlar, kendileri için çok önemli olan işlerini kaybetmemek için çok mücadeleler vermiş, tersanenin kapanmaması için ücretsiz mesaiye kalmayı bile kabul etmişlerdir. Sokaklarda polisle çatışmışlardır. Ama işten çıkarılmalarını engelleyememişlerdir. Çünkü tersanenin bulunduğu arazi çok değerlidir ve yerine turistik tesisler yapılacaktır. Artık her gün pazardır ve onlar her pazar, arkadaşlarının açtığı barda içer ve dertleşirler.
Filmin tüm kahramanları; kendine acımayı reddedip arkadaşlarının umutlarını söndürerek bu duruma aldırmıyormuş gibi davranan Santa, işsiz olduğu için karısının kendisini terk edeceğini düşünen José, karısı tarfından terk edilen ve hayatla bağlarını kaybeden Amador, yarı yaşındaki adayların arasında bir iş bulmaya çabalayan Lino umutsuzluk içinde sürüklenip dururlar.
Güneşli Pazartesilerde çok tanıdık bir öykü anlatılıyor. Kapitalizmin işsizliğe, yalnızlığa ve umutsuzluğa ittiği insanlar... Bu yönüyle çarpıcı, bir o kadar da duygusal bir film.
|