23 Ocak 2015
Sayı: KB 2015/03

15 bin metal işçisi sömürüye karşı grev dedi
Erdoğan'ın saltanat hayalleri
AKP iktidarının İsrail'e yönelik sahte çıkışları
Avcılar'da faşist saldırıya kitlesel yanıt
Hırsızları sıfırladılar, katilleri akladılar
On binler Hrant'ı andı!
Cizre'de 'kamu düzeni': 1 ayda 5 çocuk katledildi
Metal grevi: Bitmeyen kavga! - T.Kor
"Bu mücadele bizim mücadelemiz"
Ya metal grevi yasaklanırsa?
"Her şeye hazırız"
"Metal grevi sahiplenilmeli"
Grev komiteleriyle greve hazırlık
İşçi eylemlerinden...
Charlie Hebdo katliamı, yeni ‘güvenlik zirvesi’ ve emperyalistlerin kanlı manevraları
Ne masa başı görüşmeler, ne anayasal düzenlemeler ne de emperyalist yalanlar...
Dünya işçi ve emekçi eylemlerinden…
8 Şubat’ın çağrısı: İşgal, grev, direniş!
DEV TEKSTİL’den örgütlenme çağrısı
Eğitimciler Forumu üzerine
Nasıl bir kadın çalışması’ ve emekçi kadın çalışmasının sorunları
DEÜ’de afiş ‘ateşli silah’ sayıldı
Hapishanelerdeki hak gaspları, saldırılar ve ötesi
"Dünya devriminin gelecek safhasında Türk proletaryası önemli bir yer işgal edecek!"
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

‘Nasıl bir kadın çalışması’ ve emekçi kadın çalışmasının sorunları...

 

(21 Aralık 2014 tarihinde gerçekleşen Emekçi Kadın Çalıştayı’nda “Nasıl bir kadın çalışması ve Emekçi Kadın Komisyonları’nın işlevi” başlığıyla yapılan sunum, çalıştayda yapılan tartışmalar temelinde güncellenmiştir...)

Kadın sorununa kısa bir bakış...

Kadın çalışmasının esaslarını ortaya koyabilmek için, günümüz toplumunda kadın sorununu net bir şekilde ortaya koyabilmek gerekiyor. İlk sunum (Kadın sorunu ve ideolojik mücadele) bu konuya yeterli bir açıklık getirse de kısaca değinmekte fayda görüyoruz.

Kadın sorununun ortaya çıkışına baktığımızda, temelinde özel mülkiyet düzeninin olduğunu görüyoruz. Bu sömürü düzeninin ilk yansıması efendi-köle ilişkisini doğurmuş, bu da doğrudan cinsler arası ilişkilerde belirleyici yer tutmuştur.

Engels bunu şu şekilde ifade ediyor: “İlk iş bölümü kadın ile erkek arasında döl verme bakımından yapılan iş bölümüdür. Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki çelişmenin karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle; ilk sınıf baskısı da dişi cinsin eril cins tarafından baskı altına alınmasıyla aynı zamana rastlar.” Bu baskı salt erkeğin kadın üzerindeki cinsel baskısı olmaktan öte yeni oluşan özel mülkiyetin cins ilişkilerine yansımasıdır. Kadın sorununun kökeninde cinsler arası ilişki ya da farklılıkların değil sınıfsal ilişki ve farklılıkların yattığını görüyoruz. O günlerden bugüne erkeğin her alanda egemen olduğu ataerkil toplumun temelleri atılmıştır. İşte bu ataerkil sömürü ve baskının tüm maddi ve manevi araçları, kadın üzerindeki cinsel sömürü ve baskının da araçları olmuşlardır. Bu sınıfsal ilişki biçimi günümüzde kapitalizmdir. O halde günümüz toplumunda kadınların ne yaşadıklarına bir göz atalım.

Hepimiz biliyoruz ki kapitalizm, aşırı kâr hırsıyla, işçi sınıfı üzerindeki sömürüyü her geçen gün arttırır, bunun bir parçası olarak her türden ayrımcılığı kullanır. Yukarıda bahsettiğimiz kadın üzerindeki sömürü ve eşitsizliği daha da katmerleştirir.

Günümüzde ise patronlar için kadınların çalışması ucuz ve yedek işgücü anlamına geliyor. Kadınlar erkek işçinin aldığı ücretten daha azına çalıştırılıyor, kayıtdışı istihdam edilerek her türlü güvenceden de yoksun bırakılıyor. Ayrıca geleneksel kadın algısı doğrultusunda, iş hayatında tanımı olmayan işler de -işyerinde yemek pişirmek, bulaşık yıkamak, hizmet etmek, vb- kadınlara yaptırılmaya çalışılıyor. Evli ve çocuklu kadınların, üretimde yeterli derecede verimli olmayacağını ve istihdamda süreklilik sağlamayacağını düşünen kapitalistler, genç kadınlar üzerinde yoğunlaşıyor ve kadınların evlenmesini engellemeye, evliyse de çocuk yapmasını önlemeye çalışıyor. Çocuklu kadınlar için çalışma hayatı bir kat daha zorlanıyor. İşyerinde çalışmanın zorluğuna evdeki işlerin yükünün eklenmesinin yanında, çalışırken bile çocuğuna bakmak durumu ekleniyor. Bugün burjuva yasalarda her ne kadar doğum izni verilse bile bu şartlara bağlanıyor, çoğu zaman yasadaki “ağır olmayan işlerde çalıştırılabilir” ibaresi doğrudan uygulamaya konuluyor. Çalışan bir kadın olsa bile doğumdan sonra da kadın için sıkıntılar bitmiyor. Yasada hak olarak tanınmış olsa da çoğu işyerinde süt iznine ve emzirme odalarına rastlayamıyoruz. Eğer çocuğunu kreşe bırakmak isterse o da işyerinde değil fakat özel kreşler halinde mevcut. Tabii ki kreşe verebilecek kadar ekonomik gücü varsa…

Tüm bu koşullar altında kadınların uzun süreli çalışması mümkün olmuyor. Elimizdeki sayısal veriler kadınların iş hayatında kalma sürelerinin ortalama 7 yıl olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla kadın için emeklilik hayal oluyor. Bu da kadın emeğinin sömürüsünün bir başka boyutudur.

Kadının ikincil cins olarak görülmesi, çalışma yaşamından sosyal haklarına, eğitimden evliliğine her alanında belirleyici olmuştur. Bütün bu baskı ve sömürünün yanında kadınların hem işyerinde, hem sokakta, hem de evde yani yaşamın her alanında maruz kaldığı kadın kimliğine dönük saldırılar var. Ve bu saldırılar elbette ki bütün kadınlara yöneliktir. Özel olarak belirtmek gerekir ki, bu saldırılar, öncelikli olarak ve doğrudan emekçi kadınları hedeflemektedir. Bugüne kadar değişerek gelen kadın üzerindeki baskı ve sömürünün en vahşisi kapitalizmde yaşanıyor.

İstemediği halde hiçbir söz hakkı tanınmayarak evlendirilen kadınlardır, yine istemediği halde bazen sokak ortasında, bazen işyerinde, bazen okulda ya da evde tacize, tecavüze maruz kalan kadınlardır. Tecavüzü “kadının rızası olmasa erkek yapmazdı” diyerek meşrulaştırılan, tecavüzcüsüyle evlendirilen ve böylesi evliliklerde çoğu zaman da kocası tarafından başka erkeklere zorla satılan yine kadınlardır. Kadınlar yalnızca dışarıda tanımadığı erkeklerin cinsel saldırılarına maruz kalmıyor. Evde babasının, abisinin ya da kocasının cinsel saldırısına ve şiddetine de maruz kalıyor. Bu yılki şiddet verileri bile bunu kanıtlamaya yeterlidir.

Savaşların da yine en ağır yüklerini kadınlar çekiyor. Ezilen ulusların özgürlük mücadelesinde ve en yakın örnek olarak emperyalist savaşın hüküm sürdüğü Suriye ve Rojava’da yaşanan kirli savaşın gösterdikleri, bu sömürü düzeninin en çok da kadınlar için tam bir cehennem olduğudur. Bugün Ortadoğu dendiğinde akıllara, kadınların pazarlarda cariye olarak satıldığı, dinci-gerici ve emperyalist güçler tarafından tecavüz edilerek katledildiği ve kurtulabilenlerin ise yerinden yurdundan olarak göç ettiği bir coğrafya gelmektedir.

Ve kapitalizm kendine yeni bir kâr alanı yaratarak pazara yeni ürün sunuyor: Kadın ve çocuk bedeni. Düşük ücretlerde çalıştırılan, çalışmak için fazla iş seçeneği bulunmayan, istemediği erkeklerle evlendirildiğinde ya da evdeki baskıya dayanamadığında çözümü kaçmakta bulan, sömürüye dayalı sistemlerde, hiçbir zaman son bulmamış savaşlarda eşlerini kaybeden ve hayata tutunamayan kadınlara “iş imkânı” kendine de devasa bir sektör yaratmış oluyor: Fuhuş.

Emekçi kadınların örgütlenmesi…

Buraya kadar söylediklerimizi toparlayacak olursak; her türlü sömürünün en katmerlisini yüzyıllardır biz yaşıyoruz. Sistemin en kirli çarkları arasında bizim emeğimiz, bedenimiz öğütülüyor ve yaşamlarımız sönüp gidiyorsa o zaman bu sömürü sistemine karşı da en önce savaşacaklardan biri de biz olmalıyız. Evet karşımızda her anlamıyla örgütlü bir güç olarak kapitalizm dururken bizler tek başımıza mı mücadele edeceğiz? Elbette hayır!

İşte tam da burada yüzyıllardır, çifte baskı, sömürü ve eşitsizlik koşulları içinde yaşamış, ataerkil bilinçle yetiştirilmiş ve artık gelinen aşamada bu hali meşrulaştırılmış kadınların örgütlenmesi sorunu çıkıyor karşımıza. Kadına yönelik her türlü ayrımcılığı reva gören, aşağılayan, yok sayan, emeği ve bedeni üzerine şirketler kuran bu düzenin yıkılması için öncelikle bu düzeni temellerinden yıkacak olan işçi sınıfının bir parçası olan işçi kadınları örgütlemek gerekiyor.

Konuya açıklık getirmek için, emekçi kadın mücadelesine ve kadın hareketine çok büyük katkılar yapan devrimci önder Clara Zetkin ile Lenin’in konuşmasına, -kadın örgütlenmesine dair önemli paylaşımlar sunduğu için- özel olarak bakmakta fayda görüyoruz:

“Örgütlenme ile ilgili olan şeyler, ideolojik anlayışımızdan çıkar: Komünist kadınların ayrı birlikleri yoktur. Komünist kadının yeri, tıpkı komünist erkeğin olduğu gibi, partide üyeliktir. Eşit yükümlülükler ve haklarla. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz. Ancak, gerçeklere gözlerimizi kapayamayız. Parti, özel görevi en geniş kadın kitlelerini uyandırmak, onları partiyle bağlamak ve sürekli olarak onun etkisinde tutmak olan çalışma gruplarına, komisyonlara, komitelere, kollara, ya da başka nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, organlara sahip olmalıdır. Bunun için tabii ki, bu kadın kitleleri arasında tamamıyla sistematik bir çalışma yapmamız gerekiyor. Uyanan kadınları eğitmemiz ve komünist partisinin önderliği altında proleter sınıf mücadeleleri için kazanmamız ve silahlandırmamız gerekiyor.

“Burada yalnızca fabrikada ya da ev ocağının başında bulunan proleter kadınları düşünmüyorum. Burada aynı zamanda küçük-köylü kadınları, çeşitli katmanların küçük-burjuva kadınları da aklımda. Onlar da hepsi kapitalizmin kurbanıdırlar ve savaştan beri de daha çok öyledirler. Bu kadın yığınlarının apolitik, asosyal, geri kalmış ruhu, faaliyetlerinin dar alanı, tüm yaşam tarzları birer olgudur. Bunları göz önünde bulundurmamak aptallık, hem de büyük aptallık olur. Onlar arasında çalışma yapmak için özel organlar, özel ajitasyon yöntemleri ve örgüt biçimlerine ihtiyacımız var. Bu feminizm değildir, bu pratik, devrimci amaca uygunluktur.”

Bu sözlerin, kadın çalışmasına dair yaklaşımı tümüyle özetlediğini düşünüyoruz. Buradan hareketle işçi ve emekçi kadın çalışmamıza bakacak olursak, tam da yukarıda Lenin ve Clara’nın da bahsettiği gibi temel olarak işçi sınıfının kadınlarının örgütlenmesine yönelik yine bu sınıf örgütlerine bağlı olarak oluşturulmuş özel örgütlenme biçimlerini işaret ediyoruz. Sınıf içinde işçi kadın komisyonları ve diğer emekçi kadın katmanları içinde emekçi kadın komisyonları.

Nasıl bir kadın çalışması ya da nasıl bir EKK?

Emekçi kadın komisyonları, bağımsız kadın örgütleri değil, fakat mevcut sınıf örgütleri içinde (sendikalar, kültür kurumları, işçi dernekleri vb.) onların kendi hedef kitlesi içindeki kadınlara yönelik özgül çalışmanın ihtiyaçlarına yanıt verebilen özgül ya da uzmanlaşmış örgütlenmelerdir. Kuşkusuz ki, kadınlara yönelik özgül çalışmayı örgütlemekle birlikte, mevcut sınıf örgütünün kendisine de mal edebilmek, emekçi kadın komisyonlarının vazgeçilmez görevi olmalıdır.

O halde kadın çalışmamız iki şeyi hedeflemelidir!

Yukarıda da bahsettiğimiz üzere kadın sorunu tek başına kadınları ilgilendiren bir sorun değildir. Bu sorun bizzat işçi sınıfının sorunudur. Kadınların sömürülmesinin, aşağılanmasının, ezilmesinin temel kaynağı sömürü sistemidir ama bu sistemin şekillendirdiği erkek de bu sorunun bir parçasıdır. O halde biz bir kadın çalışması yürütürken, işçi sınıfını bir bütün olarak, erkekleri de özel olarak da ezilen sınıfın erkeklerini de bu konuda bilinçlendirmek, eğitmek ve harekete geçirebilmek durumundayız. Dolayısıyla yapacağımız çalışmada, kadınların sorunlarını, taleplerini bütün olarak işçi sınıfı içinde olabildiğince yaygın işlemek ve işlerken de bilinçlendirmeyi ve eğitimi hedeflemek zorundayız. Bu eğitim aynı zamanda, işçi sınıfının devrimci bir sınıf bilinci kazanmasının ve devrimcileşmesinin bir parçasıdır.

Kadın çalışmamızın bir ayağı toplumun içinde kadın sorununu yaygın bir şekilde işlemek ve talepler konusunda harekete geçirmek ise, diğer ayağı da kadınları hedef alan özgül bir çalışmadır. Özellikle de işçi kadınları. Kadın işçilere dönük çalışmamız, sınıf çalışmamızın bir parçasıdır, özgül boyutudur. Kadınların sınıfsal ezilmişliğine bağlı olarak cinsel ezilmişliğinden kaynaklı sorunları dikkate almak, bu temelde de çalışma yürütmek durumundayız. İşte bu, çalışmamızın özgülleştirilmesini de kolaylaştıracaktır. Kuşkusuz ki, kadınların kurtuluşunun devrimde olduğunu bir an bile yok saymadan, demokratik talepleri uğruna işçi kadınları harekete geçirmeye ihtiyacımız var. Bununla ilgili yapılacakların başında işçi kadınların hak alma bilincini geliştirmek gerekiyor. Her bir çalışma alanının özgüllüğü içinde, sınıf çalışmasının gündemleriyle paralel olarak çalışma yürütülmelidir. Mesela birçok işyerinde yasal hakkımız olmasına rağmen kreş ve emzirme odaları olmadığını söylüyoruz. Bununla ilgili çok farklı türlerde eylemler, kampanyalar, yasal süreçler başlatılabilir. “Eşit işe eşit ücret” talebiyle defalarca eylem yapıldığını gördük ama ücretler her yerde eşit mi, değil. Bunun gibi pek çok örnek sıralanabilir... Aynı zamanda kadınların cinsel ezilmişlikten kaynaklı sorunlarına da hem politik hem de pratik müdahaleyi gerçekleştirebilmek durumundayız.

Aynı zamanda kadınların gerçek kurtuluşu olan devrimi ve sosyalizm propagandasını da daha etkin nasıl yapacağımızı tartışmak durumundayız.

Emekçi kadın çalışmasında zorlanma alanlarımız…

Kadın çalışması konusunda temel esasları ortaya koymanın ardından çalışmanın sorunlarına değinecek olursak:

Emekçi kadın çalışmasında süreklilik…

Uzunca bir süredir bu alanda yoğunlaşmaya çalışıyoruz ama çalışmalarımızda süreklilik sağlamak konusunda zorluklar yaşıyoruz. Bunun pek çok nedeni var elbette. Kadın çalışması dışında pek çok işi bir arada yapmak, kadın çalışmasına belli kalıplar ekseninde yaklaşmak, kadın sorununu genelliği içinde işlemek, soruna bakış konusunda bilinç açıklığıyla davranamamak vb. gibi birçok etkeni sayabiliriz. Ancak öncelikli vurgulanması gereken nokta, sınıf çalışmasıyla arasındaki bağdır. Kadın çalışmasını, sınıf çalışmasının bir parçası olarak ele almak gerekirken, sınıf çalışmasında istenilen mesafeyi alamamamız, bu açıdan da çalışmanın kendini üretmesini zora sokmuştur. Bir sonraki sunumda ayrıntılı bir şekilde ele alacağımız, Greif deneyimi sunumu, kadın çalışmasının gerçek zemininde kendini nasıl üreteceğini de somut olarak göstermiştir. Ancak sorunumuz tek başına bu da değil. Bir de sorunun politik yanları, politik olarak üretmede yaşanan zorlanma var. Kadın çalışmasını genel kadın sorunları ekseninde ele aldığımızda bunun bir sınırı vardır. Hem seslendiğimiz genel kadın kitlesinin tutunacağı alanları yaratmakta hem de kendi çalışmamızın yeniden üretiminde belli sıkıntılar yaşamak kaçınılmazdır. Kadın çalışmamızdaki sürekliliği sağlamak için yukarıda da döne döne bahsettiğimiz gibi sınıf zemininde üretmek, ama işçi sınıfını, kadın işçi ve emekçiyi ilgilendiren her gündeme yanıt üretmek ve gündelik bir çalışmada sürekliliği güvencelemek gerekiyor.

Kadın sorununa ilişkin teşhir ve ajitasyon...

Yoldaşlar, sınıf çalışmamızın bir parçası olarak kadın çalışmamızı ele alacak olmakla birlikte, toplumsal olarak, kadın cinsine yönelik çok kapsamlı saldırılar yaşanıyor. Özellikle gerici AKP iktidarı döneminde bu saldırılar, çok daha tırmanmış durumda. Kadın cinayetleri, tecavüz ve tecavüz davaları, şiddet, kürtajın yasaklanması, kadına yönelik gerici uygulamalar vb. sayılabilir. Toplumsal boyuttaki kadın sorununun teşhiri, ajitasyonu açısından zayıf kaldığımız gibi, bu sorunların sınıf çalışmamızla bağını kurmakta da zayıf kalıyoruz. Çok açık ki, kadın cinsine dönük bu saldırılar, öncelikle ve doğrudan emekçi kadınların sorunudur. Kuşkusuz ki her gelişme karşısında eylemli süreç içinde olmak gerekmiyor. Ancak bu gelişmelere karşı sessiz kalmamak, tutum almak, olanaklı olan koşullarda eylemli tepkileri göstermek, imkanlar ölçüsünde hukuksal süreçleri takip etmek, ancak işin özünde ise çalışmamızla bağını kurmak, işçi ve emekçileri ama daha çok bu sınıfa mensup kadınları taraflaştırmayı ve bu doğrultuda kazanmayı önümüze hedef olarak koymalıyız.

Kadın sorununa bakışın içselleştirilmesi ve devrimci eğitim...

Yoldaşlar, öncelikle kendimizden başlamak gerekiyor. Her bir komünistin kadın sorunu konusunda ciddi bir donanıma ve açık bir bilince sahip olması gerekiyor. Kaldı ki, sorunun çözümünde ideolojik olarak kadın sorununda tam yetkin olmak, her şeyi bilmek de yeterli değil.

Sorun, öncelikli olarak kadın sorununun esası konusunda tam anlamıyla ideolojik açıklıktır. Buna dair vurgular ilk sunumda (‘Kadın sorunu’ ve ideolojik donanım ve mücadelenin önemi, Kızıl Bayrak, 9 Ocak 2015) kapsamlı bir şekilde yapıldığı için değinmiyoruz. Bu açıdan teorik ve ideolojik donanımı önümüzdeki süreçte ele almalıyız ve sistematik bir çalışmaya konu etmeliyiz. Ancak bu da yeterli değildir. Aynı zamanda, kadına yaklaşımda ataerkil ideoloji ve kültürün, yanı sıra burjuva yozluğunun etkilerinin saflarımızdan kazınması için özel bir çaba içinde olmalıyız. Bu, özü bakımından, teorik dağarcığın gelişmesiyle değil, fakat ideolojik ve kültürel açıdan, ahlak ve moral değerler bakımından, devrimci sınıf mücadelesi içinde çok yönlü bir dönüşüm sorunudur. Bu sorun yakıcılığını hissettiriyor yoldaşlar. Alanlarımızda kimi erkek yoldaşlarımızın, özellikle çevre güçlerimizin kadın sorunu konusunda, özellikle pratiğe geldiğinde de ataerkil davranışlar içerisinde olduğunu görüyoruz. Bu her alanda farklı yansıyabilir. Örneğin bazı yoldaşlarımız eril dili fazlasıyla kullanıyor, bazı yoldaşlarımız ise kurumlarımızda, ortak çalışma alanlarımızda her türlü işi yaparken evde annesine, eşine karşı aynı davranışı göstermiyor, bazı yoldaşlarımız ise kadınların inisiyatifini açığa çıkaracak şekilde davranmak yerine kendisi inisiyatif alabiliyor. Yoldaşlar, bütün bunlar, kadın sorununa bakışımızı yeterinde içselleştiremediğimiz ve ataerkil sistemin yansımalarını barındırdığımız gerçeğini gözler önüne seriyor. Öyle ki açık etkinliklerimizde yoldaşlarımızın eşlerinin bu konudaki sitemlerine tanık oluyoruz. Yoldaşlar, her birimizin bu konuda devrimcileşme temelinde, kendini geliştirmesi gerekiyor.

Kadın sorununda bakışın içselleştirilmesinin yanı sıra, emekçi kadın çalışmamız, kadınların inisiyatifinin geliştirilmesi ve kadınların özgüven kazanmasını sağlamaya hizmet etmelidir. Devrimci eğitimin burada özel bir rolü olduğu gibi, bu temelde yapılacak müdahaleler belirleyici bir öneme sahiptir.

Kadınların inisiyatifinin gelişmesi, kuşkusuz ki kadın çalışmamızda aldığımız mesafeyle doğrudan bağlantılıdır. Zayıf alanlarımızın üzerine ne kadar gidersek, hatalarımızı ve eksiklerimizi o kadar görür ve müdahale olanaklarını yaratırız. Kadın çalışmamıza bu eksende de bakalım ve hatalı davranışlar karşısında tutuk davranmayalım yoldaşlar… Aynı zamanda örgütün kadınların inisiyatifini geliştirmede sunduğu olanaklar, yarattığı zeminler belirleyicidir. Soruna buradan bakıldığında pozitif ayrımcılık ilkesinin önemi de anlaşılacaktır.

Ayrıca kadına yönelik pozitif ayrımcılığın, sadece kadın gündemlerinde inisiyatif alanı tanınarak değil, mücadelenin her alanında onu öne çıkarmayı hedefleyerek gerçek amacına ulaşabileceği gerçeğini gözden kaçırmamak gerekiyor. KESK, bu durumun en olumsuz örneği olarak karşımızda durmaktadır.

Çalışmada bazı sorun alanlarımız…

Çalışmayı kendi içinde özgülleştirmede zorluklar yaşayabiliyoruz. Bu, kadın çalışmasında kullandığımız dilin ve araçların diğer çalışma alanlarımızla aynılaşması sorununu ortaya çıkarmaktadır. Emekçi kadın komisyonları, kadın kitleleriyle iç içe olmalıdır. Onların dilinden ama devrimci bir içerikle konuşmalıdır. Bu da kadınların içinde olmaktan geçmektedir. Onları işin parçası haline getirdiğimizde, işçi kadın kitleleri ile daha iç içe olduğumuzda, bu mekanik tarzımızın da kırıldığını göreceğiz.

Aynı zamanda kadın çalışmasında uzmanlaşma ve bu alanda profesyonelleşme sorunumuz var. Yürüttüğümüz siyasal faaliyette çoğumuz sadece kadın çalışmasıyla değil farklı alanlarla da ilgileniyoruz. Ama kadın çalışması kadın sorununa yoğunlaşabilen, sorunlara kafa yorup çözüm sunabilen, güncel planda politika üretebilen ve ideolojik olarak kendini yeniden yeniden üreten bir alan olmalıdır. Bunların olabilmesi için kuşkusuz ki kadın çalışmasıyla yoğunlaşan güçler gereklidir. Kadın çalışmasında yol almak ile kadın çalışmasına kadro ayırmak diyalektik bir tarzda birbirini bütünler. Kuşkusuz ki her açıdan ciddi anlamda kadro sıkıntısı yaşıyoruz. Ancak emekçi kadın çalışmasına, kendi kadrolarını yaratabilecek, bu alanda yoğunlaşan güçleri kadrolaştırabilecek, ihtiyacı kendi zeminlerinden karşılayabilecek şekilde bakabilmeliyiz.

Son bir nokta ise, yer yer tartışıldığı için değinmek gereği hissediyoruz. Emekçi Kadın Komisyonları’nın bileşenleri, ya da erkeklerin komisyonlara katılımı üzerine… Bu konu aslında çalışmanın ihtiyaçlarına göre karar verebileceğimiz bir konu. Kadınların örgütlenmesi açısından da erkek işçilerin bilinçlendirilmesi açısından da ihtiyaç ne ise, her yerelimiz buna uygun kararını kendisi verebilir. Önemli olan kadın kitlelerine en etkin şekilde seslenebilmek, nüfuz edebilmek, değiştirmek ve dönüştürmektir. Kuşkusuz ki, emekçi kadın çalışması öncelikle kadınlar üzerinden yürütülmesi gereken bir çalışmadır. Greif işgalinde görüldüğü gibi, direnişin ihtiyaçları çerçevesinde erkek işçiler de komisyonda yer alabilmiştir. Çok da iyi olmuştur. En başta, erkek işçilerdeki ataerkil algının kırılmasına hizmet etmiş, kadınlarla erkeklerin sınıf zemininde kaynaşmasına, kadın sorunun sadece erkekleri ilgilendirdiğine dair bir algının oluşmamasına hizmet etmiştir.

Arkadaşlar, bu alanda tartışılacak pek çok noktanın olduğunu düşünüyoruz. Ancak emekçi kadın çalışmasında mesafe aldıkça, sorun ve ihtiyaçlarımızın daha da artacağına inanıyoruz.

Hepimize başarılar diliyoruz.

 

 

 

 

Sermayeden AKP’ye
‘kadın işçi uyarısı’

AKP’nin kadını toplumsal yaşamdan silmeye ve eve hapsetmeye yönelik gerici hedeflerinin bir parçası olarak gündeme getirdiği ‘aile paketi’ne ‘Yarım günlük işimizi kime yaptıracağız?’ itirazını yönelten tekstil patronlarının ardından uyarı ve tehdit niteliğinde başka bir açıklama da Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’ndan (TÜRKONFED) geldi.

TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Onatça, AKP’nin aile paketine ilişkin yazılı açıklama yaptı. Açıklamasında, “İş hayatında daha fazla kadın görebilmemiz için işverenin, hükümetin ve kadının samimi gayretine ihtiyaç var” diyerek AKP’yi ‘uyaran’ Onatça, faturayı ise kadın işçilere kesti.

Onatça yazılı açıklamasında, “İş hayatındaki kadın oranını artıracak düzenlemelerin işvereni kadın çalıştırdığı için pişman” etmemesi gerektiğini belirterek, yeni düzenlemenin sermaye cephesinde yarattığı kaygıyı şu sözlerle ifade etti:

Kadını istihdama katılım oranının yüzde 29,5 olduğu bir iş hayatıyla Türkiye’yi ilk 10 büyük ekonomi arasına taşımak hayal. Girmeyi arzu ettiğimiz Avrupa Birliği’nde istihdama katılan kadın oranı yüzde 60’ın üzerinde. Hala bu oranın yarısına ulaşabilmiş değiliz. İş hayatında daha fazla kadın görebilmemiz için işverenin, hükümetin ve kadının samimi gayretine ihtiyaç var.”

Bizi pişman etmeyin’

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi’nin yaptığı açıklamaya paralel ifadeler kullanan Onatça, yeni uygulamanın ‘kadın istihdam etmek isteyen işvereni caydırabileceğini’ belirtti. Onatça, düzenlemeyle, anne olan bir çalışanın, çocuğu 5,5 yaşına gelinceye kadar isterse yarım gün çalışabilmesine imkan sağlandığını, ‘artık işverenin kadın çalışan alırken bir değil on kez düşüneceğini’ söyledi.

Açıklamanın son bölümünde ise, sözkonusu düzenlemenin sermayeye faturası şöyle özetlendi:

AB ülkelerinden daha uzun doğum izni, yarım gün çalışma modeli kadın istihdamına ve Türkiye’nin rekabetçiliğine zarar verir. Düzenlemenin ilgili tarafların görüşü alınarak tekrar gözden geçirilmesini öneriyoruz.”

 
§