23 Ocak 2015
Sayı: KB 2015/03

15 bin metal işçisi sömürüye karşı grev dedi
Erdoğan'ın saltanat hayalleri
AKP iktidarının İsrail'e yönelik sahte çıkışları
Avcılar'da faşist saldırıya kitlesel yanıt
Hırsızları sıfırladılar, katilleri akladılar
On binler Hrant'ı andı!
Cizre'de 'kamu düzeni': 1 ayda 5 çocuk katledildi
Metal grevi: Bitmeyen kavga! - T.Kor
"Bu mücadele bizim mücadelemiz"
Ya metal grevi yasaklanırsa?
"Her şeye hazırız"
"Metal grevi sahiplenilmeli"
Grev komiteleriyle greve hazırlık
İşçi eylemlerinden...
Charlie Hebdo katliamı, yeni ‘güvenlik zirvesi’ ve emperyalistlerin kanlı manevraları
Ne masa başı görüşmeler, ne anayasal düzenlemeler ne de emperyalist yalanlar...
Dünya işçi ve emekçi eylemlerinden…
8 Şubat’ın çağrısı: İşgal, grev, direniş!
DEV TEKSTİL’den örgütlenme çağrısı
Eğitimciler Forumu üzerine
Nasıl bir kadın çalışması’ ve emekçi kadın çalışmasının sorunları
DEÜ’de afiş ‘ateşli silah’ sayıldı
Hapishanelerdeki hak gaspları, saldırılar ve ötesi
"Dünya devriminin gelecek safhasında Türk proletaryası önemli bir yer işgal edecek!"
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ne masa başı görüşmeler, ne anayasal düzenlemeler ne de emperyalist yalanlar...

Çözüm birleşik devrimde, kurtuluş sosyalizmde!

 

PKK’nin Şengal’de kanton kurma girişimi Barzani ve Güney Kürdistan yönetiminin tepkisini çekmekte gecikmedi. Güneyli Kürtler oldukça sert bir tonla, PKK’nin bu girişiminin ülkeyi bölme girişimi olduğunu, Güney Kürdistan Parlamentosu’nun kararı ve izni olmadan böyle girişimlerde bulunulamayacağını, bu girişimin Şengal Ezidilerinin iradesini temsil etmediğini, gerçekte PKK’nin kendi tasarrufu olduğunu ileri sürerek, tüm bu nedenlerle girişimden derhal vazgeçilmesi çağrısı yaptılar. Bu durumun Kürtler arasında az-çok olumlu yönde seyreden ilişkilerin ruhuna aykırı olduğunu eklemeyi de ihmal etmediler.

PKK ve onu temsilen KCK ise, gerçekte bir kanton kurma girişiminin söz konusu olmadığını, olanın güneydeki federe yapıya bağlı bir özyönetim hazırlığı olduğunu, iddiaların tersine Ezidi Kürtlerin istem ve iradesi doğrultusunda böyle bir hazırlığın gündemleştirildiğini, dolayısıyla Barzani yanlısı basının olayı çarpıttığını ileri sürerek yanıt verdi. Bu arada, basının her fırsatta PKK aleyhtarı bir propaganda yaptığını, özellikle üslubu bakımından rahatsız edici bu propagandanın durdurulmasını talep etti.

Halihazırda dışa vurmasa da Barzani liderliğindeki Güney Kürdistan Yönetimi ile PKK/KCK arasındaki gerilim devam ediyor.

Bu aynı dönemde bir başka gelişme daha yaşandı. Bu kez, Suriye BAAS rejimi Rojava'da Haseke’ye saldırdı. Havan topları eşliğinde yapılan saldırılarda onlarca insan yaşamını yitirdi. Saldırılar başka bazı yerleşim birimlerini de kapsayarak devem ediyor. BAAS rejimi daha büyük saldırı için hazırlık yapıyor.

Saldırıların hedefinde Kürt halkının kazanımları var

Ayrıntılarından arındırıldığında bu her iki gelişmenin hedefi de dosdoğru, Rojava’daki fiili özerklik de dahil Kürt halkının son dönemlerde ve elbette ki çok büyük ölçüde PKK sayesinde elde ettiği kazanımlardır.

Emperyalist müdahalelerin yanı sıra toplumsal çalkantılarla yerleşik statükosu son yıllarda hepten altüst olan Ortadoğu'da Kürt sorunu gitgide ön plana çıkmış, olayların seyrine bağlı olarak Kürt hareketleri gitgide etkin bir konum kazanmış, her geçen gün daha da çoğalan kazanımlar elde etmiştir. Hiç kuşkusuz tüm bu kazanımların elde edilmesinde PKK’nin belirleyici düzeyde rolü var.

Günümüzde emperyalizmin ve Türk sermaye devletinin Kürtler ve Ortadoğu’nun kardeş halklarının başına bela ettiği IŞİD adlı ölüm makinesi Şengal’i işgal ederek binlerce Ezidi Kürdü katlettiği sırada hem Irak merkezi hükümetine bağlı güçler hem de Güneyli peşmergeler utanç verici bir biçimde bölgeden kaçmışlardı. ABD öncülüğündeki emperyalist koalisyon güçleri ise, bu saldırıları, katliam yapıldıktan ve PKK/YPG saldırıyı püskürtene kadar sessizlikle karşılamışlardı. Buna karşın PKK’ye bağlı gerilla güçleri ve YPG Ezidi Kürtlerin yardımına koşmuş, kısa sürede insanlık düşmanı IŞİD çetelerini püskürtmüşlerdi. Bunu yine IŞİD çetelerinin Mahmur’a dönük saldırısının boşa çıkartılması izlemişti. Doğal olarak bu her iki gelişme PKK'ye ve Kürt halkına moral kazandırmanın yanı sıra, haklı olarak prestij kazandırmıştı. Fakat bundan da önemlisi, bu durum, PKK için bir meşruiyet imkanına dönüşmüştü. Nitekim bu gelişmenin ardından Barzani Mahmur Kampı’nı ziyaret etti, PKK’nin buradaki yöneticilerini resmen ziyaret etti. Bu bir tanınma durumuydu ve ilk kez oluyordu. Barzani emperyalist koalisyona bağlıydı ve dolayısıyla bu gelişme emperyalist koalisyondan habersiz bir gelişme değildi, tersine onların telkini ile gerçekleştirilmişti. Emperyalist devletlerin PKK’yi takdir mahiyetindeki açıklamaları ve başta Almanya ve Fransa’da PKK’nin terör listesinden çıkartılması tartışmalarının başlatılması, basında bu minvalde haber ve makalelerin yayınlanması, tam da bu durumun ifadesiydi. Bunun kendisi aynı zamanda genelde Kürt hareketlerinin ve en çok da PKK’nin manevra alanlarının genişlemesi demektir ki, bu da önemli bir kazanım olmuştur.

Kobanê süreci tüm bu bakımlardan daha ileri bir aşamadır. Şengal’in ardından IŞİD bu kez de Kobanê’ye saldırdı. Saldırının arkasında Türk sermaye devleti ve elbette ki emperyalist koalisyon vardı. IŞİD’in, bu güçlerin dolaylı-dolaysız desteği ve silah üstünlüğünü kullanarak kısa süre içinde Kobanê’yi işgal edeceği bekleniyordu. Barzani de dahil bu beklenti içinde olanların tümü de hüsrana uğradılar. YPG, Kobanê ve tüm bir Kürt halkı IŞİD’in ölüm kusan bu saldırısına destansı bir direnişle karşılık verdiler. Başta Türkiye’nin emekçi halkları olmak üzere, bölgenin ve dünyanın kardeş halklarının, ilerici ve devrimci güçlerinin aktif desteği ve enternasyonal dayanışması bu durumu ayrıca güçlendirdi. IŞİD ilerleyemedi, hedefine ulaşamadı. PKK, YPG ile omuz omuza bir yeni başarı daha elde etti. Doğal olarak bu başarı Kürt halkının kazanımlarını katladı. Örneğin, Kobanê’deki destansı direniş Kürt sorununu daha bir öne çıkardı ve uluslararası platformların gündemine soktu. Kürt hareketleri bölgenin en güçlü ve statükoların değiştirilmesinde, yararlanılması gereken bir güç konumuna ulaştı. Sistem nezdinde meşru hale gelmeye başladı, manevra alanları da iyice genişledi.

Burada dikkate değer olan ise şudur; kabul etmek gerekir ki, tüm bu gelişmelerin ve elde edilen kazanımların esas etkeni PKK ve onunla aynı çizgideki YPG ve İran Demokratik Çözüm Partisi gibi diğer Kürt hareketleridir. Şengal ve ardından Kobanê direnişi ile birlikte bu çok belirgin bir durum haline gelmiştir. Bunun dolaysız sonucu olarak bölgedeki gelişmelerde inisiyatif PKK’nin eline geçmiştir. Emperyalist güçler YPG ve yıllardır terör listesinden düşürmeyip düşman gördükleri PKK’yi muhatap almak durumunda kalmışlardır. YPG ve PKK konusunda yeni bir değerlendirme yapmak, bunlara dönük politikada bazı değişiklikler yapmak kaçılmaz hale geldi. Koalisyon güçleri de bunu yaptı.

ABD ve onun başını çektiği emperyalist koalisyon çok deneyimliydi. Pek çok sistem karşıtı gerilla hareketleriyle uzun yılları alan düşük yoğunluklu savaş adını verdiği savaşlar yürütmüş, ancak, zaman içinde bu hareketlerle masaya oturmayı, sistemin karanlık ve kirli dehlizlerinde oyalayıp aldatmayı, süründürmeyi ve çürütmeyi çok iyi biliyordu. Bu hareketlerin kusurları ve zaaf alanları konusunda da deneyimliydi. Çok bilinen ilkesini, yani “ezemiyorsan dizginle, yenemiyorsan ehlileştir, içine Truva atı sızdır, yozlaştır ve kirli manevralarla adım adım sistemin içine çek” ilkesini devreye soktu. İşbirlikçilerine, en başta sömürgeci sermaye devletine Rojava/ Kobanê politikasında değişiklik yapmasını, hiç değilse yumuşatmasını dayattı. Benzer bir dayatmayı da Barzani’ye yaptı. Barzani neredeyse hiç diretmedi, ancak Türk sermaye devleti başlarda varlık-yokluk sorunu olarak gördüğü politikasında diretti. Rojava’daki özerkliğin yok sayılmasını, bunun yerine bir işgal durumu olan tampon bölgenin kurulmasını ve Suriye rejimini yıkma şartlarını dayattı. Bunların hepsi de reddedildi. ABD kendi bildiği yolda ilerledi. Emperyalist koalisyon güçleriyle birlikte yardımsever pozlarında Kobanê’nin yardımına koştu. YPG’ye verilmek şartı ile silah, yiyecek, giyecek, ilaç vb. yardımları devreye soktu. Peşmergenin geçişi için sınırda koridor açılması için sermaye devletini zorladı. Belli bir gecikme ile bu da sağlandı. IŞİD’e karşı hava bombardımanlarına başladı.

Bir kez daha, tüm bu yardımseverliklerin yegane bir hedefi var, PKK’yi ehlileştirmek ve zaman içinde sistemin içine çekmek. PKK’yi bölge politikalarında yararlandığı bir güç haline getirmek. Bir başka anlatımla, PKK’yi hiç değilse Barzani çizgisine getirmek. Vesayete açık bir harekete dönüştürmek.

İşte tam da burada bilinen bir gerçeği tekrarlamakta yarar var:

Halihazırdaki Kürt ulusal hareketlerinin devrimci bir konum ve kimlikten yoksun olmaları Kürt özgürlük mücadelesinin en büyük sorunudur. Yine de mevcut Kürt hareketleri arasında konum ve kimlik bakımından temel önemde farklılıklar vardır. Güney Kürdistan’ın Kürt partileri tümüyle emperyalizmin hizmetinde hareket ediyorlarken, Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürt partileri, kuşkusuz büyük ölçüde PKK sayesinde, cepheden mücadeleye konu etmeseler bile emperyalizme karşı mesafeli durmakta, emperyalist planlara alet olmayı reddetmekte, tersine bölge halklarıyla yakınlığa ve dayanışmaya önem vermektedirler.” ( TKİP IV. Kongre Bildirisi, Ekim 2012 )

En başta ABD olmak üzere emperyalist koalisyon güçleri de bu gerçeğin farkındalar ve buna göre davranmaktadırlar. Özellikle ABD verili sürecin ve olayların seyrinin Kürt hareketinden yana olduğunu biliyor. PKK’nin kısa sürede ve kolayca sisteme entegre olmayacağını da... Ancak o, bugün için PKK’nin lehine olan koşulların, aynı zamanda PKK’nin ehlileştirilmesinin ve sistemin içine çekilmesinin de zemini olduğunu çok iyi biliyor. Bu nedenledir ki, umudunu koruyor ve bekliyor.

Saldırıların düğüm merkezi Rojava’dır

Rojava Kürt halkının son yıllarda elde ettiği en önemli kazanımdır. Dosdoğru Kürt halkının kendi güçlerine yaslanarak ve yılları bulan öz emeğinin ürünü olan bir kazanımdır. Özgür iradesinin ifadesidir ve en önemlisi de bu irade, emperyalizme, Türk sermaye devleti başta gelmek üzere sömürgeci diğer bölge devletlerinin ve bu arada da Barzani’nin hilafına ramen ortaya konmuştur. Rojava’yı gerçek bir kazanım yapan, değerli kılan da budur. Biz komünistler de en çok bu özelliği nedeniyle Rojava’ya sahip çıkmakta, ona dönük saldırılara ve şu ya da bu yönde yapılmak istenen sınırlandırma girişimlerine karşı Rojava kazanımını desteklemekteyiz.

Rojava tam da bu niteliği nedeniyle başından beri Türk sermaye devletinin düşmanlığını kazanmıştır. Emperyalizm ve Suriye de dahil bölgedeki işbirlikçisi devletler bu nedenle Rojava’yı tanımamış, içlerine sindirememişlerdir. Türk sermaye devleti daha ilk günden Rojava’yı bir savaş nedeni saymış ve her fırsatta ona dönük tertip ve provokasyonlarda bulunmuştur.

Bu aynı şey diğer sömürgeci devletler için de geçerlidir. Bu devletler arasında Kürt özgürlük mücadelesine karşı geçmişten beri tarihsel bir ittifak vardı. Aralarındaki çıkar farkı ne olursa olsun, söz konusu olan kendi ulusal çıkarları ve bölgedeki yerleşik statükonun geleceği olunca, hepsi zamanı geldiğinde Kürt özgürlük mücadelesi karşısında yekvücut oluyordu. Bölgedeki ardı arkası kesilmeyen toplumsal çalkantılar ve delik deşik olan bölgesel statükolara bağlı olarak, son yıllarda bu tarihsel ittifak darbe almış, zaafa uğramıştır. Kürt sorununun öne çıkmasında, Kürt hareketlerinin etkin bir konum kazanmasında ve yeni kazanımlar elde etmesinde bu durumun önemli rolü vardır. Haliyle hepsi de gelişmelerden, en çok da Kürt halkının burunlarının dibinde yaptığı Rojava çıkışından fazlasıyla rahatsız olmuşlardır. Bunun içindir ki, aralarındaki tarihsel ittifakın bozulmasına rağmen, hepsi birlikte çeşitli biçimlerde Rojava’yı daha doğmadan öldürmek istemişlerdir.

Rojava, emperyalist devletler ve bu arada da Barzani için de benzer anlama sahiptir. Örneğin Barzani başından itibaren, kendisine rağmen ortaya konan iradeyi tanımamış, onu kendisinin sonu olarak algılamıştır. Bu yüzden de her fırsatta Rojava’ya saldırmış, sınırlarını kapamış, ambargolar uygulamış, geçişlere izin vermemiş, utanç verici biçimde hendekler kazmıştır. PYD temsilcilerinin uluslararası platformlara alınmaması yönlü çabalar sergilemek bir diğer icraatı olmuştur. Rojava’daki özerkliği tasfiye etmek ve kendine bağlı ve vesayete açık bir Rojava her zaman Barzani’nin yegane arzusu olmuştur. Bu olmadığı için Rojava’ya düşmandır. Bunu engelleyen yegane güç olduğu için PKK’ye düşmandır. Bu duruma son vermek üzere peşmergelerini Rojava’ya göndermiştir. Bugünlerde Şengal’de kanton kurma girişiminde bulunduğu bahanesi ile PKK’ye verdiği ültimatom da bu nedenledir. Görüntü çoğu kez aldatıcıdır. Ne denirse densin, Barzani’yi ve Güney’deki yönetimi çileden çıkartan asıl şey, kendisine rağmen ortaya konan özgür iradedir. Bunun Rojava’da, Şengal’de olması gerçeği değiştirmez. Barzani kendisine, dolayısıyla da sisteme tabiiyeti dayatıyor. Bu koşulla kardeşliğe hazırdır. İç birlik olacaksa bu koşullarda olabilir. Kürt alt sınıflarının iradesi ve bunun ifadesi çözümler onun için kabul edilmezdir. Şengal’deki henüz belirsiz girişimi engelleyip “Rojava virüsü”nün daha fazla yayılmasını engellemek istiyor. 

Suriye’nin Kürtlerle yaşadığı çatışmasızlığa son verip, birden bire Kürt halkına karşı hareketlenmesine ve Haseke’ye saldırmasına gelince, Suriye daha yakın günlere kadar dört yandan kuşatılmış bir devletti. Türk sermaye devleti sürekli olarak buraya dönük savaş çığırtkanlığı yapıyordu. ABD ve AB’ye mensup emperyalistler koro halinde Suriye düşmanlığı yapıyorlardı. Kısacası, emperyalist saldırganlık ve savaşın sivri ucu Suriye’ye dönüktü. Suriye bir yandan da bir iç savaşın içindeydi ve bu onu iyiden iyiye güçten düşürüyordu. Ardından bir IŞİD belası türetildi. Bu koşullarda Suriye’nin Rusya, Çin ve İran destekli deneyimli rejimi hedefi daraltmak ve hesabı sonra görmek üzere Kürt halkına ve onun yaptığı Rojava çıkışına doğrudan saldırmadı. Pek çok yerde kimi kurumlarını çekmedi. Bekledi, günü geldiğinde saldıracaktı, hesap buydu. Ve o gün gelmiş bulunuyor.

Gelinen yerde olayların seyri yavaş yavaş değişmektedir. Emperyalist sistem bir süredir Suriye düşmanlığı yerine bir yumuşama içindedir. BAAS rejimi güçlü çıkmıştır ve kısa sürede işbaşından uzaklaşması olası görünmemektedir. Bu ise bir politika ve yönelim değişikliğini zorunlu hale getirmiştir. Artık Suriye rejimini yıkmak öncelikli hedef olmaktan çıkartılarak, bölgenin yeniden şekillendirilmesi hayati planları çerçevesinde bu önceliğe IŞİD'in tasfiye edilmesi terfi ettirilmiştir. Onlara göre bölge ve dünya halklarını aldatmak için en uygun şey budur. Bu amaçla Suriye politikası yumuşatılmıştır. Henüz BAAS rejimi ile doğrudan değil ama gizli görüşmeler yapılmaktadır. Yani BAAS rejimi şimdi rahattır. Bu rahatlığı kazandığı içindir ki Haseke’ye saldırıya cesaret etmektedir. Asıl hedefi de dosdoğru Rojava’dır, orada kendi sömürgeci saltanatının sonu demek olan özerk yönetimdir. Haseke saldırısının esas hedefi bu özerklik durumudur.

Kaldı ki, Suriye de sömürgeci bir devlettir. Hiçbir dönem mazlum halkların ve bu arada da Kürt halkının gerçek dostu olmamıştır. Bir dönemler Filistin Kurtuluş Örgütü’ne Bekaa kapılarını açmış, ama günü geldiğinde onları sınırdışı etmekte sakınca görmemiştir. Filistinlileri mülteci konumuna düşürmüş, Tel Zaatar katliamından geçirmiştir.

Bu trajik hikaye Kürtlerin de başından geçmiştir. Bu aynı BAAS rejimi PKK’ye de kapılarını açmış, Bekaa’da barınmalarına izin vermiştir. Ancak günü gelmiş, Öcalan'ın da Suriye’yi terk etmesini istemiştir.

Kürt hareketini zor günler bekliyor

PKK, Barzani çizgisine gerilemek şurada dursun, elde ettiği inisiyatifi, kazanımlarını, Kobanê direnişi ile birlikte daha bir katlanan itibarını, büyüyen gücü ve genişleyen manevra imkanlarını en iyi biçimde kullanmak, bugünkü en somut ve elle tutulur kazanımı olan Rojava’yı kalıcı hale getirmek istemektedir. Bu denilebilir ki, PKK için bir gelecek sorunudur, bir varlık-yokluk sorunudur. Öyle ki, Rojava Kürt halkının gelecek umudu haline gelmiştir ve PKK bu umudu korumak istemektedir. Rojava, PKK’nin ve aslolarak da Öcalan’ın “kapitalist modernite”ye karşı ileri sürdüğü “demokratik modernite” projesinin de karşılığıdır. Rojava en çok da bu nedenle PKK’nin olmazsa olmazıdır.

Demek oluyor ki, emperyalizmin de, işbirlikçi bölge devletlerinin de, Barzani’nin de işi zordur. Fakat yine de ABD başat gelmek üzere emperyalistler umutlarını koruyorlar. Onlar, şimdilik cepheden bir savaş yerine, aldatıcı manevralar eşliğinde Kürt hareketini eninde sonunda sistemin içine çekebilecekleri hesabını yapıyorlar. Tüm imkanlarını da bu hesabın gerçekleşmesi için seferber ediyorlar. Kürt hareketinin devrimci bir kimlikten ve dolayısıyla devrimci bir stratejiden yoksunluğu, onların en güvendiği zaafiyet alanıdır. En çok buna güveniyorlar, en çok bu onlara umut veriyor.

Kısacası, bütün kazanımlarına ve çoğalan avantajlarına rağmen bölgenin toplamında Kürt sorununun akıbeti belirsizliğini korumaktadır. Bölge yeni altüst oluşlara gebedir ve bölge gericiliği hala çok güçlüdür. Bölgenin sömürgeci devletleri arasında düne kadar zaafiyet içinde olan tarihsel ittifakı yeniden canlanma belirtileri göstermektedir. Emperyalizmin İran’la ilişikleri de farklı bir mecraya girmiş bulunuyor. Suriye politikasında bir yumuşama var. Tüm sorunlara rağmen emperyalizm için Türk sermaye devleti hala bölgedeki en sadık müttefiktir. Merkezi Irak hükümeti ile fazla bir sorun bulunmamaktadır. Barzani ise onların Kürdistan’daki güvenilir dayanağıdır.

Çözüm birleşik devrimde, kurtuluş sosyalizmd!

Gerçek şudur ki, Kürt hareketini oldukça zor günler beklemektedir. Her şeyden önce bölge belirsizliklerle yüklü istikrarsız bir bölgedir. Her an olayların seyrini değiştirebilecek gelişmelere gebedir. Tüm emperyalistler bölgede adeta kamp kurmuşlardır. Bölgeyi baştan aşağı yeniden şekillendirmek amacıyla buradadırlar. Tüm zor aygıtlarını ve başka diğer tüm imkanlarını bunun için seferber etmek konusunda kararlıdırlar. Gelinen yerde Kürtlerin bölgede üstelik de hareket halinde örgütlü büyük bir güç olduğunu biliyorlar. Bu güçten yaralanmak istiyorlar. Bu amaçla adım adım bunun koşullarını oluşturuyorlar. YPG ile dolaysız temas, PKK’ye dönük övgüler, onu terör listesinden çıkartma yönlü tartışmalar, YPG’ye verildiği gibi gerektiğinde PKK’ye de yapılacak silah yardımları, PKK ile doğrudan görüşmeler için zemin yoklamalar, bunların tümü de bu amaçlıdır.

Sık sık belirtiyoruz ama tekrarlamakta yarar görüyoruz:

Belirsizliklerle dolu bu istikrarsızlık ortamında Kürt halkı kendi gücüne dayandığı ve bölge halklarıyla devrimci kader birliği çizgisinden kopmadığı ölçüde süreçten en iyi kazanımlarla çıkmayı başarabilecektir. Emperyalizmin bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirme çabalarından yarar umduğu ve daha da kötüsü buna alet olduğu ölçüde ise bölge halklarıyla birlikte bunun acısını çekmek akıbetiyle yüz yüze kalacaktır”. (TKİP IV. Kongre Bildirisi, Ekim 2012)

Kürt halkı dört yanıyla giderek daraltılacak olan bir kuşatma ile karşı karşıyadır. Bundan böyle emperyalizmin sayısız kirli manevrasının muhatabı yapılmak istenecektir. Türkiye’deki tümüyle aldatıcı sözde “çözüm” süreçleriyle, hiçbir karşılığı olmayan masa başı görüşmelerle ve sözde anayasal düzenlemeler yalanı ile oyalanmaya devam edecektir. Kürt halkı bugüne kadar yaptığı gibi kendi gücüne yaslanmalı ve kardeş halklarla devrimci kader birliği çizgisinde daha fazla ısrar etmelidir. Bugüne kadar ne kazanmışsa böyle yaptığı için kazanmıştır. Rojava da dahil tüm kazanımlarını korumanın yolu da bu aynı çizgide ısrar etmekten geçmektedir.

 

 

 

 

ABD çetelerle İstanbul’da buluştu

 

Suriye’de 200 bin kişinin ölümüne, milyonlarca insanın ise mülteci konumuna gelmesine yol açan gerici savaşı kızıştırmak için ABD ve işbirlikçilerinin çalışmaları sürüyor. Suriyeli çetelerin Esad yönetimine karşı silahlandırılmasını ve eğitilmesini içeren “Eğit donat” programı kapsamında ABD’li askeri yetkililer, İstanbul’da çete liderleri ile toplantı gerçekleştirdi.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) açıklamasına göre 12-13 Ocak’ta İstanbul’da gerçekleşen toplantıya ABD Merkez Komutanlığı Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Michael Nagata ile ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Daniel Rubinstein ve Suriye’deki çetelerin temsilcileri katıldı. ‘IŞİD ile mücadele’ adı altında düzenlenen toplantıda ABD’nin öncülük ettiği koalisyonun, eğitim ve ekipman sağlanmasına yönelik programı ele alındı.

Çetelerle gerçekleştirilen toplantıların “eğit donat” programının uygulamaya konulmasına ve Suriye’de, ‘sahadaki şartların daha iyi anlaşılmasına katkı sağladığı’ belirtilirken tarafların programa odaklanmasının sürmesi gerektiği konusunda mutabık kaldığı açıklandı.

Suriye’de iş savaşın başlamasından bu yana çetelere her türlü desteği veren Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar, ABD’nin isteği doğrultusunda çeteler için planlanan ‘eğit donat’ pragramına ev sahipliği yapmayı kabul etmişti. ABD, hazırlıklar normal sürecinde devam ederse eğitimlere ilkbaharda başlamayı planladığını açıklarken programın sadece ‘IŞİD ile mücadele kapsamında’ duyurulması dikkat çekti. Türkiye, programın Esad rejimine karşı yürütülmesi gerektiğini söyleyerek ABD ile pazarlığa girişmiş ve bu şekilde silahların Esad rejimine karşı da kullanılabileceği ABD tarafından kabul görmüştü.

“Eğit donat” programına ilişkin mutabakat muhtırasının bu ay sonunda imzalanacağı, eğitimlerin ise Mart ayında başlatılacağı açıklanmıştı.

Program kapsamında Ürdün ve Suudi Arabistan ile yılda 5 bin, 3 yılın sonunda ise 15 bin çetecinin eğitiminin tamamlanması düşünülüyor. Kırşehir’de yapılacağı söylenen eğitimlere 100 ABD subayının katılacağı belirtilmişti.

Denetim dışına çıkan IŞİD çetesine karşı ‘ılımlı’ çeteleri silahlandıran ABD’nin daha önceki programları fiyaskoya dönüşmüş, silahlandırılan çetelerin bir kısmı IŞİD saflarına katılmıştı.

 
§