23 Ocak 2015
Sayı: KB 2015/03

15 bin metal işçisi sömürüye karşı grev dedi
Erdoğan'ın saltanat hayalleri
AKP iktidarının İsrail'e yönelik sahte çıkışları
Avcılar'da faşist saldırıya kitlesel yanıt
Hırsızları sıfırladılar, katilleri akladılar
On binler Hrant'ı andı!
Cizre'de 'kamu düzeni': 1 ayda 5 çocuk katledildi
Metal grevi: Bitmeyen kavga! - T.Kor
"Bu mücadele bizim mücadelemiz"
Ya metal grevi yasaklanırsa?
"Her şeye hazırız"
"Metal grevi sahiplenilmeli"
Grev komiteleriyle greve hazırlık
İşçi eylemlerinden...
Charlie Hebdo katliamı, yeni ‘güvenlik zirvesi’ ve emperyalistlerin kanlı manevraları
Ne masa başı görüşmeler, ne anayasal düzenlemeler ne de emperyalist yalanlar...
Dünya işçi ve emekçi eylemlerinden…
8 Şubat’ın çağrısı: İşgal, grev, direniş!
DEV TEKSTİL’den örgütlenme çağrısı
Eğitimciler Forumu üzerine
Nasıl bir kadın çalışması’ ve emekçi kadın çalışmasının sorunları
DEÜ’de afiş ‘ateşli silah’ sayıldı
Hapishanelerdeki hak gaspları, saldırılar ve ötesi
"Dünya devriminin gelecek safhasında Türk proletaryası önemli bir yer işgal edecek!"
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Charlie Hebdo katliamı, yeni ‘güvenlik zirvesi’ ve emperyalistlerin kanlı manevraları

 

Emperyalist devletler zirveden zirveye koşuyorlar. Paris’teki Charlie Hebdo katliamını bahane ederek bu kez de güvenlik zirvesine hazırlanıyorlar. Bu yönde ilk adım sıcağı sıcağına AB içişleri bakanlarının katıldığı toplantıyla atıldı. Ancak asıl zirve ABD’nin önerisi ve çağrısıyla 18 Şubat'ta gerçekleştirilecek.

Koyulaştırılmış devlet terörü, temel hak ve özgürlüklerin budanması

Bugüne kadarki tüm deneyimlerle de kanıtlanmıştır ki, güvenlik zirvesi demek, “toplumun güvenliğini tehdit eden teröre karşı mücadele” aşağılık yalanları eşliğinde devlet terörünün daha da koyulaştırılması, aynı anlama gelmek üzere polis devleti uygulamalarına hız kazandırılması, polis gücünün arttırılarak adeta bir polis ordusunun kurulması, işçi ve emekçilerin yılları bulan mücadelelerine ve ağır bedellere mal olan temel hak ve özgürlüklerin tırpanlanması, zaman içinde olduğu kadarıyla burjuva demokrasisinin ve ona ait yerleşik kimi kurumların bir yana itilerek devletlerin birer polis devletine dönüşmesi demektir. Militarizmin azdırılması, bu çerçevede bütçeden askeri harcamalar için ayrılan payın arttırılarak ekonominin adım adım askerileştirilmesi, silahlanma yarışının hız kazanması, güvenlik ve silah sektörünün iyiden iyiye palazlanması demektir. Tüm bunları, askerlerin tam boy içeride de devreye sokulması demektir.

Emperyalist devletlerin “teröre karşı mücadele” dedikleri şey işçi ve emekçilerin en barışçıl eylemlerine dahi acımasızca saldırı demektir. Toplumun güvenliği ve huzuru yalanı ile toplantıların yasaklanması, gösterilerin iptal edilmesi, yapılması durumunda söz konusu gösterinin “yasadışı” ilan edilerek polis ve yetmezse asker gücüyle ezilmesi demektir. Tüm bunları, daha fazla akrep, TOMA, biber gazı, sis bombası, plastik mermi ve insansız hava aracının emekçilerin üzerine sürülmesi takip eder. Bu uygulamaları kentlerin içinde ve sınır boylarındaki kontrol noktalarının arttırılması, daha çok devriye, daha çok güvenlik kamerası, bunaltıcı düzeyde kimlik kontrolü uygulamaları, polisin daha fazla yetkilendirilmesi, keyfi biçimde silah kullanmasının önünün açılması ve yargısız infaz için cesaretlendirilmesi adımları izleyecektir.

Nitekim, Avrupa ve Fransa’nın 11 Eylül’ü olarak nitelenen Paris’teki Charlie Hebdo katliamı sırasında ve sonrasında başta Fransız devlet ve hükümet yetkilileri olmak üzere, ABD dahil tüm bir emperyalist merkezlerde bu çerçevede dile getirilen her şey bunu doğrulamaktadır.

Şöyle ki, sol kılıklı ama gerçekte aşırı sağcı Fransa Başbakanı Manuel Walls Paris’te yapılan AB içişleri bakanları toplantısında ev sahibi olarak söz almış ve katliamın Fransa ve dünyada yarattığı infialden de yararlanarak “teröre” karşı bir an önce harekete geçilmesi çağrısı yaptı. Bu konuda tüm bir “uygar”, demek oluyor ki emperyalist dünyanın deyim yerindeyse kutsal bir ittifak yapmasını istemişti. Devamla, her şeyin istihbarat zaafiyetinden kaynaklı olduğunu ileri sürerek, ilk elden istihbarat servislerini güçlendirmenin, internet ve sosyal medya üzerinde çok sıkı bir denetimin, Avrupa’ya gelen uçak yolcularına ait bilgilerin AB düzeyinde merkezileştirilmesinin acil olduğunu belirtmişti. Manuel Walls sözlerini getirip, ABD ve AB gizli servisleri arasında sıkı işbirliğinin şart olduğuna bağlamıştı.

Sonrası biliniyor, hiç vakit kaybedilmeksizin, mevcut polis ordusu yetmezmiş gibi, Yahudi okullarını, sinagogları ve camileri koruma yalanı ile 10 bin asker de sokaklara salındı. Artık askerler de tren garlarında dolaşmaya başlamıştır. Şüpheli paket bahanesi ile emekçi semtlerine banliyö seferleri dahi iptal edilmektedir. Almanya, Fransa ve özellikle Belçika’da cihatçı terörist avı adı altında, her yerde esası işçi ve emekçilere dönük olan azgın bir devlet/polis terörü estirilmektedir.

İbret verici olan şudur ki, tüm ülkelerin emperyalist burjuvazisi, tam bir birlik halinde ve kendilerine özgü bir ikiyüzlülük ve utanmazlıkla Charlie Hebdo katilamını protesto vesilesiyle yapılan 1.5 milyon insanın katıldığı yürüyüşte yükseltilen düşünce ve ifade özgürlüğü çığlığına sahip çıkmıştı. Şimdi, bir yandan ulus, din, renk, mezhep ayrımı yapmaksızın hangisi amaca uygunsa her türlü ırkçılığı daha bir azdırıp sokaklara salarken, diğer yandan en başta düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere tüm temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak üzere kapsamlı ve merkezi bir saldırıya  hazırlanıyor. 18 Şubat’ta yapılacak olan “Güvenlik Zirvesi”nin temel amaçlarından biri budur. 

Emperyalist saldırganlık ve
savaşın yeni boyutlar kazanması 

ABD ve AB’li emperyalistlerin “güvenlik ve teröre karşı mücadele” yalanı ile hummalı biçimde hazırladıkları saldırıların bir ayağı, tek tek ülkelerde ardı arkası kesilmeyen ve gitgide kitlesel boyutlar kazanan sınıf ve kitle hareketleriyken, diğer ayağı da, bu yalanın arkasına saklanarak ezilen dünya halklarına büyük acılar yaşatan ve işgal edilen ülkelerde büyük yıkımlara yol açan emperyalist saldırganlık ve savaşın alanını genişletmek, deyim uygunsa her yere yaymaktır.

Fransa’da gitgide derinleşen bir iktisadi kriz var. İşsizlik, toplum ölçüsünde yaygınlaşan yoksulluk, servet-sefalet arasında her yıl biraz daha büyüyen uçurum ve gelecek güvensizliği, günümüzde Fransa’da daha da yakıcı boyutlar kazanmıştır. Belli umutlarla işbaşına getirilen sözde “sosyalist” hükümet ve devlet başkanı Hollande kısa süre içinde yıpranmış, ırkçı-faşist Le Pen yükselen değer haline gelmiş, partisi Ulusal Cephe aldığı oylarla ikinci büyük parti habine gelmiştir. O kadar ki, bir diğer ırkçı-faşist olan Sarkozy aranır hale gelmiştir.

Öte yandan, iktisadi ve sosyal yıkım politikaları ve bunun ifadesi saldırılar işçi ve emekçilerin yaşamını çekilmez hale getirmiş, işçi ve emekçilerin öfkesini mayalamıştır. Fransa’da işçi grevleri bekleniyordu ve Charlie Hebdo katliamı tam da bunun üstüne geldi. Bu arada, Fransa’da iktisadi kriz, sosyal ve siyasi krizleri de tetikleyen bir rol oynamakta ve toplumun derinliklerinde sürekli patlayıcı maddeler birikmektedir.

Fransa aynı zamanda Avrupa Birliği ülkeleri içinde ırkçılığın en çok prim yaptığı ülkelerin başında gelir. Tek başına Le Pen ve Ulusal Cephesi bunu kanıtlamaya yeterlidir. Paris’in orta yerinde ve güpegündüz acımasız bir katliam gerçekleştiren cihatçı çeteler bizatihi Fransız kapitalizminin eseridirler, bu bataklıkta üremişlerdir. Fransa diğer emperyalist devletlerle birlikte din ve mezhep farklılıklarını kışkırtarak Ortadoğu’da IŞİD’i yaratan ve onun aracılığıyla bölgeyi bir kan gölüne çeviren politika ve kirli icraatların ortağıdır da. Libya’da belki de başı çekenidir. Keza, IŞİD uzantısı caniler en çok Fransa’da üremiş, İŞİD saflarında savaşmak üzere Suriye ve Rojava’ya gitmişlerdir. Şimdilerde ise, kapitalist metropollerde cinayetler işlemek üzere yeniden geri dönmüşlerdir. Charlie Hebdo katliamı ve bunu gerçekleştiren caniler bu durumun somut örneğidir.

Fransa emperyalist bir güç olarak da rakipleri karşısında birtakım dezavantajlara sahiptir. Libya ve Suriye'de olduğu gibi, her dünya olayında atak davranmakta, başa güreşmekte, buna karşın hegemonya savaşında hep geride kalmaktadır. Ortadoğu’da halihazırda sahip olduğu pozisyondan da memnun değildir. Almanya ile aynı birliğin içindedir, ama giderek daha çok ABD ile mesai halindedir. Kendi doğal etkinlik alanı olarak gördüğü Orta Afrika’ya da fazla yoğunlaşamamaktadır. Yani dış politika alanında da ciddi sıkıntıları vardır.

Benzer iç ve uluslararası sıkıntılar diğer AB üyesi ülkelerin de inkar edilemez gerçeğidir. İktisadi kriz Almanya’da da kendisini hissettirmeye başlamıştır. Önümüzdeki dönem bu daha da belirgin hal alacaktır. IŞİD ve onu besleyen politikaların sonucu olarak, Almanya da IŞİD saflarında savaşmak üzere Ortadoğu’ya giden yüzlerce insanlık düşmanı çetenin fideliğini yapmıştır. Resmi rakamlara göre 500’ün üzerinde çete üyesi Almanya’dan IŞİD saflarına katılmıştır. Şimdi burada da geri dönüş var. Almanya İslam karşıtlığı temelinde ırkçı-faşist örgütlerin mantar gibi ürediği, ırkçı-faşist saldırganlığın adeta tavan yaptığı bir ülkedir. Charlie Hebdo katliamı bile son günlerde gündemden düşmeyen ırkçı ve yabancı düşmanı PEGIDA aracılığıyla ırkçılığın tırmandırılmasının vesilesi yapılmıştır. Keza Almanya, sınıf ve kitle hareketlerinin zayıf olduğu bir toprak olmasına karşın, en sıradan greve dahi ileri düzeyde bir tahammülsüzlük göstermektedir. Yakın dönemde gerçekleşen makinistler grevi sırasında sergilenen sınırsız grev ve işçi düşmanlığı bunun somut bir örneği olmuştur. Ve nihayet, Almanya her zaman için en iştahlı, en hırslı emperyalist güç olmuştur ve o bugün de hegemonya savaşının en aktif tarafıdır, hummalı biçimde yeni bir emperyalist savaşa hazırlanmaktadır.

Benzer şeyler İngiltere, İtalya, Yunanistan ve Belçika için de ileri sürülebilir. Bilindiği gibi, Yunanistan grevden greve koşuyor. Yığınlar ikide bir on binler, yüz binler halinde sokaklara çıkıyorlar. Yunanistan’a hükümet dayanmıyor. Ekonomi, AB, AMB ve IMF’nin marifetiyle dibe vurmuş durumda. Sosyal kutuplaşma korkunç boyutlarda. Siyasi kriz ögeleri giderek birikiyor. Toplum sürekli bir gerilim içinde. Buranın da Altın Şafak adlı bir acımasız faşist cinayet örgütü var.

İtalya son yılların en büyük işçi grevine sahne oldu. Belçika’da geçtiğimiz günlerde oldukça kitlesel bir işçi grevi yapıldı. İngiltere kitlesel sınıf ve emekçi kitle hareketlerine sahne oluyor. Irkçı-faşist saldırganlık bu ülkelerin de gerçeğidir. Bu ülkelerin fay hatlarında da sürekli olarak patlayıcı maddeler birikmektedir.

Bir kez daha dönem bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemidir. Proleter kitle hareketleri ve halk isyanları dönemidir. Bugüne dek gerçekleşenler sadece öncü sarsıntılardı. Bunların yeni örnekleri görülecektir. Hem de daha sarsıcı biçimde sökün edeceklerdir. Emperyalist burjuvazi de bunu biliyor ve bu bilinçle merkezi olarak ve tek tek ülkelerde buna karşı hazırlık yapıyor.

Tüm ülkelerde muhtemel yeni sınıf ve kitle hareketlerini önlemenin yegane yolu, demokratik hak ve özgürlükleri budamak, bu amaçla devlet terörünü, polis devleti uygulamalarını koyulaştırmaktır. Ama bu kadarı yetmez; militarizmi azdırmak, orduları sınır ötesine ve her yere göndermektir. Emperyalist ve gerici işgal ve savaşlara hız kazandırmak, sadece Ortadoğu’da yoğunlaşmakla kalmamak, onu her yere taşımaktır. “Sınıf savaşını önlemek istiyorsanız, savaşı sömürgelere taşıyın”, yani emperyalist bir savaş örgütleyin. ABD ve AB’ye mensup emperyalist burjuvazi de bu veciz sözlerin gereğini yapıyor. Tek farkla ki, kendi deyimlerince bir yandan “yerel ortaklıkları” güçlendirirken, diğer yandan ABD’nin ABD ve AB gizli servisleri arasında ileri bir işbirliği önerisini hayat geçirerek, devlet terörünü dünya ölçüsünde merkezileştirmektedir. Muhtemel sınıf savaşlarını bu merkezi devlet terörü ile ezmek istemektedir.

Bir kez daha, ABD Galler’deki NATO Zirvesi ile diğer emperyalistlere kendi öncülüğünü dayattı, kendi öncülüğünde bir emperyalist koalisyon kurdu. Bizzat Barak Obama’nın önerisi ile şimdi de, 11 Eylül saldırısı bahanesiyle yaptığı gibi, teröre karşı tek tek ülkelerde ve dünya çapında merkezi ve etkili mücadele yalanı ile öncülüğünü daha ileri boyutlara taşımak istiyor. 18 Şubat’ta yapılması düşünülen güvenlik zirvesinin esaslı amaçlarından biri de budur.

Merkezileştirilmiş devlet terörüne, emperyalist savaşa karşı, birleşik devrimci sınıf savaşı!

Merkezileştirilmesi gündemde olan devlet terörüne, bu amaçla hız kazandırılacak olan polis devleti uygulamalarına, işçi ve emekçilere dönük saldırılara ve ezilen mazlum halklara büyük acılar yaşatan, ülkeleri yıkıma uğratarak viraneye çeviren haksız, gerici ve emperyalist müdahale ve savaşlara karşı, “İşçilerin birliği halkların kardeşliği!” şiarına sıkı sıkıya sarılarak, tek tek ülkelerde ve dünya çapında din, dil, ulus, mezhep ve renk ayrımı yapılmaksızın birleşik devrimci bir sınıf mücadelesiyle, her yerde kapitalist barbarlığın ve emperyalist saldırganlığın yegane alternatifi olan devrim ve sosyalizm kavgasının adım adım öne çıkartılması ve büyütülmesi ile cevap verilebilir.

Emperyalist burjuvazinin kanlı ve kirli manevralarını, mezhepsel farklılıkları istismar ederek kışkırttığı halklar arası kanlı boğazlaşmaları boşa çıkartmak ve enternasyonal düzeyde birleşik devrimci bir sınıf savaşının yolunu açmak, emperyalist saldırganlık ve savaşa karşı direnen halkların birleşik devrimci mücadelesini büyütmek, tek tek ülkelerde ve dünya ölçüsünde günün en yakıcı görevi ve sorumluluğudur.

 
§