20 Temmuz 2007 Sayı: 2007/28(28)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzenin seçim oyununu bozalım,
mücadeleyi yükseltelim!
  Hükümetin ABD’ye kafa tutma
maskaralığı!
CHP emperyalizme uşaklıkta kusur etmeyecek!
Sermaye düzeninin harcı devlet terörüyle karılmıştır!
Bağımsız sosyalist adayların tanıtım şenliklerinden...
BDSP’nin seçim faaliyetinden...
  Seçim çalışması üzerine BDSP temsilcisi İstanbul 1. Bölge Bağımsız Sosyalist Milletvekili adayı N. Şafak Özdoğan ile konuştuk...
  Ümraniye, Samandıra, Sultanbeyli’de seçim çalışması…
  Herkese sınavsız, parasız eğitim hakkı!
  KESK’te üye ve yetki kaybı...
  Mahkeme sendikacılık yapmaya çağırıyor!..
Yüksel Akkaya
  Sınıf hareketinden...
  Sermaye devleti ormanları da katlediyor
  Irak’ta ABD vahşeti sürüyor!
  İP çetesinin Mamak İşçi Kültür Evi’ne saldırısı püskürtüldü...
  Hüseyin Karabulut’u unutmayacağız!
  Binali Soydan’la dayanışmayı
yükseltelim!
  Yurtsever Kürdistan halkına!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye devleti ormanları da katlediyor

Geçtiğimiz haftalarda peşpeşe yaşanan orman yangınları seçimlere ilişkin haberlerin gölgesinde kaldı. Ama sermaye medyasının konuyu gündeme getirişi, Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin konuya dair yaptığı açıklamalar, sermaye devletinin bu olaydan bile nasıl aşağılık bir propagandayla faydalanmak istediğini açık bir şekilde gözler önüne serdi.

Kocaeli, Balıkesir, İzmir, Muğla, Denizli ve Antalya boyunca uzanan sahil şeridinde peşpeşe çıkan yangınlar “ilgili ve yetkili” kişilerce hemen “sabatoj” ve “terör örgütünün işi” olarak kamuoyuna yansıtıldı. Bu yıl içerisinde yanan toplam 2 bin hektarlık alan ile geçen yılın iki katı kadar bir ormanlık alanın yandığı açıklandı. Toplumda yükseltilen şovenizm histerisi bu seferde farklı bir alan üzerinden devreye sokulmaya çalışıldı.

Zira toplum, kanıtlanamayan ama yaptıklarından hiçbir suretle şüphe duyulmayan bu sanal “vatan hainleriyle” uğraşırken yanan ormanlık arazilerin bir takım sermaye guruplarına peşkeş çekilmesi daha kolay halledilecekti. Nitekim yanan ormanlık arazilerin kati suretle devir işlemi yapılmayacağı ve yeniden ağaçlandırılacağını söyleyen Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin geçtiğimiz yıl Kuşadası’nda çıkan yangından sonra sözünü tutmadığı ortaya çıktı. Geçen yıl yanan ve tamamının ağaçlandırılması sözü verilen 500 hektarlık alanın 29,4 hektarının bir maden şirketine tahsis edildiği, 100 hektarlık alanda da maden arama izni verildiği anlaşıldı. Şirketin yol yapımına da onay verilirken ÇED raporu bile istenmediği ortaya çıktı.

Haberin kamuoyuna yansımasıyla Bakan Pepe, AKP’nin klasikleşen taktiğiyle önce icraatını arsızca savunma yoluna gitti fakat tepkilerin geçiştirilemeyeceğinin anlaşılması üzerine suçu bir takım görevlilerin üzerine yıktı. Bu sayede dikkatleri yeniden şovenizm üzerinden “Türk turizminin baltalanmak” istendiği noktasına çekti. Hatta ipin ucunu kaçırarak bu işin seçimler öncesi AKP hükümetini gözden düşürmeye dönük bir amaçla gerçekleştiği yönünde komplo senaryoları yazmayı da ihmal etmedi.

Oysa emekçiler, Bakan Pepe’yi “Acarsitan” döneminden de çok iyi hatırlayacaklardır. Beykoz’daki ormanlık araziye kaçak villaların yapımına göz yumulmuş, olay kamuoyuna yansımasına rağmen uzun bir süre müdahale edil(e)memiş, hatta bakanlık yetkilileri bile tehdit edilmişlerdi. Ya da Gebze Dilovası’nda sanayi atıkları yeraltına, derelere akıtılırken ciddi hiçbir yaptırım uygulanmamıştır. Aynı Pepe değil midir, bu gün Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü imzalamasına sermayeden fazla karşı çıkan?

Elbette sermaye adına ülkeyi yöneten hükümet görevlilerinden de başka bir icraat beklenmez. Ama bu icraatlarına eşlik eden aşağılık propagandalarıyla biz emekçilerin bilincini zehirlemelerine de izin vermemeliyiz. Zira bu “milli kampanya” sadece hükümet eliyle değil sermaye devletinin tüm kurumları tarafından elbirliğiyle yürütülmektedir.

Böyle bir katliama hiç kimsenin tepkisiz kalamayacağını bilen sermaye medyası da olayı manşetten duyurmayı ihmal etmedi. Ama sermaye için önemli olan yok olan doğal bitki örtüsü ve tabi yaşamın bozulması değil, bunun sonucunda “turizm gelirinde” yaşanacak kayıplardı. Bu anlamda döktükleri tam bir timsah gözyaşıdır. Zira çevre katliamının ve doğanın yıkıma uğratılması söz konusu olduğunda bu ülkede bunu sermayeden daha iyi ve sistemli bir şekilde kimse yapamaz.

Karadeniz sahil yolu projesi, kıyı şeritlerinde ve ormanlık arazilerde kurulan hidroelektrik santraller, doğal yaşama etkisi hesaba katılmadan yapılan barajlar, siyanür vb. zehirli kimyasallarla madenlerin aranması, yakın bir tarihte uygulamaya geçilecek olan nükleer santral projeleri, sahil kenarlarının ve ormanlık arazilerinin satışa çıkarılması ve daha sayamadığımız birçok örnek; ülkedeki doğa ve çevre katliamının gerçekte kimlerin tarafından yapıldığını da en açık şekilde sunmaktadır bizlere. Daha fazla kâr elde edebilmek için ne doğa, ne çevre hiç umrunda olmamaktadır sermayenin.

Örneğin sermaye medyası, turizm yerleşkelerinde yanan ormanlar için “ciğerimiz yanıyor” tabiri kullanırken, neden yıllardır ordunun Kürt illerinde, köylerinde, dağlarında çıkarttıkları yangınlara dair tek bir söz edip, itiraz etmiyorlar? Neden emekçilerin bu gerçeklerden haberdar olması istenmiyor? Yoksa “ülkenin ciğerleri” sadece batıda mı bulunuyor? Bu ciğerler olsa olsa sermayenin ciğerleridir ve de kendileri için turizm geliri yarattığı ölçüde öyle kalacaktır. Ötesinde başka bir anlam taşımayacaktır.

İşçi ve emekçiler sermaye devletinin bu ikiyüzlü ve aşağılık propagandalarına kanmamalı ve gerçeklere gözlerini kapamamalıdırlar. Nerede milliyetçilik, ulusalcılık adına konuşuluyorsa bilin ki orada rant ve sömürü paylaşımı adına pazarlıklar yapılıyordur. Ormanlarımız yakılıp, yıkılıp peşkeş çekiliyor, özelleştirmeler yoluyla devrediliyor, sermaye gruplarına hibe ediliyor sonra da gerçeklerin önüne bir sis perdesi çekiliyor.

Halkların katili sermaye devleti, doğayı da katletmekten geri durmamaktadır. Geleceğimize sahip çıkmak istiyorsak, yarınımıza yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyorsak sermayeye karşı sınıf mücadelesini yükseltmeliyiz.


 

Özel sağlık kuruluşlarından hizmet alımı davalık

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK), “Özel Sağlık Kurumundan/Kuruluşundan Sağlık Hizmeti Satın Alma Sözleşmesi” davalık oldu. Bir işçi emeklisi, sözleşmenin muayene, tetkik ve tedavilerde sağlık hizmeti yararlanıcılarından ilave ücret alınabileceğine ilişkin maddesinin iptali ve yürütmesinin durdurulması talebiyle İdare Mahkemesi’ne dava açtı.

Türkiye İşçi Emeklileri Derneği (TİED) üyesi Seyde Koç’un, Avukat Yavuz Dersan aracılığıyla açtığı davanın dilekçesinde, sözleşmeye göre sağlık kuruluşunun muayene, tetkik ve tedavi amacıyla yapılacak her işlem öncesinde hasta veya hasta yakınının yazılı onayını alarak, ilave ücret talebinde bulunabileceğine dikkat çekildi.

“Yazılı onay” şartının, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmayacağı savunulan dilekçede, “Bu koşulla hasta ve yakınlarının sıkıntıya ve zorlamaya sokulması hem makul ve hakkaniyetli hem de hukukun kabul edebilecek bir çözüm değildir. Bu uygulamayla sağlık hizmeti alacak olanların, sağlık kuruluşları elinde büyük bir açmaza ve çaresizliğe itileceği şüphesizdir” denildi.

Düzenlemenin hukuki dayanağının bulunmadığı öne sürülen dilekçede, idarenin, 3. şahıslarla yapılacak sözleşmelerde, sigortalılar adına bu şekilde bir düzenleme yapabilme yetkisinin bulunmadığı iddia edildi. Düzenlemenin, Anayasa’daki eşitlik ilkesi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal hukuk devleti olmasına ilişkin hükümlerine aykırı olduğu öne sürülen dilekçede, sözleşmenin ilgili maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması talep edildi.


Madımak Oteli’nin kibriti MİT’ten

Sivas katliamı üzerine söylenen sözler tanıkların açıklamalarıyla doğrulanırken devletin yalanları da bir bir ortaya çıkmaya devam ediyor. Katliamın bir kontrgerilla operasyonu olduğu kanıtlarla ortaya konulurken olayları takip eden eski SHP milletvekili Mustafa Kul’un açıklamaları söylenen ama kanıtlanamayan gerçeği tüm çıplaklığıyla somutladı. Kul, olayların MİT’in tezgahı olduğunu 14 yıl sonra açıkladı.

Dönemin SHP Erzincan milletvekili ve Sivas Olaylarını Araştırma Komisyonu Başkanı Mustafa Kul, geçtiğimiz günlerde Cem TV’de katıldığı Çapraz Ateş programında, Sivas katliamıyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Katliamdan 14 yıl sonra ilk kez dile getirilen bu açıklamalara göre MİT Bölge Başkanlığı’nda görevli bir istihbaratçı, Kul’a olaylardan önceden haberdar olduklarını belirterek, “Bir provaydı, ancak sınırı aştı” dedi.

Bu tezgah olduğu sırada ve olduktan sonra olayla doğrudan ilişkili yüzler hep tanıdık simalardı. Gerek katliam yaşanırken gerekse de soruşturma sürecinde olayla doğrudan ilişkileri olanlardan bazılarını tekrar hatırlamak gerekirse: Başbakan Tansu Çiller, Emniyet Müdürü Mehmet Ağar, Başbakan Yardımcısı sosyal-demokrat Erdal İnönü, Sivas Olaylarını Araştırma Komisyonu’ndan Abdullatif Şener ve o gün MHP’li şimdi AKP’li Osman Seyfi...

Mustafa Kul bir MİT görevlisiyle Sivas Valiliği’nin koridorlarında yaptığı görüşmeyi şöyle anlattı: “Evet, MİT’te çalıştığını söyledi ve şöyle dedi: ‘Efendim, bizim bu gelişmelerin hepsinden öncesinden haberimiz vardı. Biz yerel basını günü gününe takip ediyoruz. Sivas’a dışarıdan gelenlerin kimler olduğunu, hangi amaçla geldiklerini biliyorduk. Kale Camisi’nin önünden slogan atarak bu işi başlattıklarını biliyoruz. Bizim, bu provokasyonun olacağından haberimiz de vardı ama, acaba bunların burada gücü nedir, toplananların ne kadarı sempatizan, ne kadarı taraftar, bunları tespit etmek için böyle bir olay olması halinde bunları ne kadarlık bir güçle dağıtabileceğimizin provasını yaptık. Ancak olay öyle bir hale geldi ki, elimizdeki güçle bunları engellememiz mümkün olmadı’”.

Olaylardan sonra ne İçişleri Bakanı hakkında, ne Emniyet Müdürü hakkında, ne Vali hakkında soruşturma açılmadı. Alay komutanı Tuğgeneral Ahmet Yücetürk de dahil olmak üzere hiçbiri ifade vermedi, haklarında en ufak bir işlem yapılmadı. Sivas’ta olanlar TC’nin kanlı elleriyle yaptığı bir provokasyon olarak kaldı.