20 Temmuz 2007 Sayı: 2007/28(28)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzenin seçim oyununu bozalım,
mücadeleyi yükseltelim!
  Hükümetin ABD’ye kafa tutma
maskaralığı!
CHP emperyalizme uşaklıkta kusur etmeyecek!
Sermaye düzeninin harcı devlet terörüyle karılmıştır!
Bağımsız sosyalist adayların tanıtım şenliklerinden...
BDSP’nin seçim faaliyetinden...
  Seçim çalışması üzerine BDSP temsilcisi İstanbul 1. Bölge Bağımsız Sosyalist Milletvekili adayı N. Şafak Özdoğan ile konuştuk...
  Ümraniye, Samandıra, Sultanbeyli’de seçim çalışması…
  Herkese sınavsız, parasız eğitim hakkı!
  KESK’te üye ve yetki kaybı...
  Mahkeme sendikacılık yapmaya çağırıyor!..
Yüksel Akkaya
  Sınıf hareketinden...
  Sermaye devleti ormanları da katlediyor
  Irak’ta ABD vahşeti sürüyor!
  İP çetesinin Mamak İşçi Kültür Evi’ne saldırısı püskürtüldü...
  Hüseyin Karabulut’u unutmayacağız!
  Binali Soydan’la dayanışmayı
yükseltelim!
  Yurtsever Kürdistan halkına!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mahkeme sendikacılık yapmaya çağırıyor!..

Yüksel Akkaya

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 17 Temmuz 2007’de verdiği karar ile bir kez daha kamu emekçilerinin örgütleri olan “sendikaları” sendikacılık yapmaya çağırdı. 1998 Mart’ında köprülerde üç saat iş bırakan kamu emekçilerinin AİHM’de açtıkları dava sonuçlanmış, eylem bir sendikal eylem olarak değerlendirilmiştir. Böylece, bu tür “kabul edilebilir” eylemlerin grev yasağı çerçevesinde değerlendirilemeyeceği, tersine sendikal örgütlenmenin bir gereği olduğu bir kez daha dile getirilmiştir. Kuşkusuz, bu karar sendika olmanın ilk şartına da dikkat çekmektedir. Sendikalar çalışanların haklarını koruyan, geliştiren örgütlerdir. Bu nedenle de kaçınılmaz olarak bazı eylemlere baş vurması gerekir. Kısacası, AİHM, sendikalar üyelerinin çıkarlarını koruyup, geliştirmek için sendikacılık yapmak, yani eyleme başvurmak zorundadır demektedir. Aslında bu kararı üstü örtük bir grev hakkını savunma kararı olarak da kabul etmek mümkündür. Zira, hükümetin sivil sorumluluk çerçevesinde kamu emekçilerinin sendikal örgütlenme ve grev yasağına yönelik yaptığı savunmayı AİHM yerinde görmemiş, tersine örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde bu tür eylemlerin sendikal eylemlerin bir parçası ve gereği olduğunu belirtmiştir.

AİHM’den böyle güzel/iyi haberler gelirken Çalışma Bakanlığı’ndan gelen haberler pek içaçıcı değil!.. Son sayıma göre KESK ve bağlı sendikalar diğer konfederasyon ve bağlı sendikalar karşısında güç kaybederek üçüncü sıraya düşmüştür. İktidarın nimetlerinden yararlanan sendikaların korporatist ilişkiler sonucunda üye sayılarını artırmaları anlaşılır bir durumdur. Anlaşılmayacak durum ise tam da sendikacılık yapılacak bir dönemde muhalif sendikaların ve konfederasyonunun güç kaybetmesidir. Bu durumda sorunu çok yönlü ortaya koymakta yarar var. Sorunun bir kısmını şöyle sıralamak mümkün:

1- KESK ve bağlı sendikalar birer sendika olmaktan çok siyasal yapıların güç gösterisi yaptığı örgütlere dönüştürüldüğünden üyelerin beklentileri değişmiştir. Bağlı oldukları siyasal yapının politikaları üzerinden faaliyet gösteren yönetici ve üyeler asli işleri olan sendikacılığı unutmuşlardır. Bu tutum sendikalardan soğumayı ve kaçışı hızlandırmıştır.

2- Siyasal partiler parti gibi hareket edemediğinden, KESK ve bağlı sendikaları partileştirmiştir. Bu tutum sendikaların örgütlenme ve mücadele alanını daraltmış, sendika içi, üyeler arası çatışmaları derinleştirmiştir. Kuşkusuz, bu pek çok üye üzerinde olumsuz etkide bulunmuştur.

3- Sendikalar çalışma yaşamına yönelik düzenlemelerde mücadeleyi yeterince politize edememiş, böylece cılız, etkisiz, başarısız eylemler ile üyelerinin güvenini kaybetmiştir.

4- Sendikalar üyelerinin çıkarlarında bir artışa yol açmadığı gibi zaman zaman “zarar” görmelerine yol açmıştır. Sendikal eylemler nedeni ile cezalandırılan üyeler zamanla geri çekilmeğe başlamıştır. Böylece mevcut konumunu korumanın bir yolu sendikadan kaçış olmuştur.

5- Kurulduğu günden beri üyelerini tatmin edecek bir kazanım elde edemeyen sendikalar sendika üyeliğinin ne kadar anlamlı olduğunu sorgulatmaya başlamıştır. Böylece, muhalif bir sendikaya üye olmanın sıkıntısı ile geri durmanın anlamlı olacağına karar vermiştir. Kısacası sendikalar üyelik açısından çekici olmaktan çok itici olmaya başlamıştır.

6- Sendikalar iç hukukun da bir parçası olan uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan haklarını iyi kullanamamış, giderek birer bürokratik örgüte dönüşmüştür. Eylem içinde büyüme ve örgütlenme gibi bir gerçeği unutan sendikalar bu ataletlerinin karşılığı olarak da zayıflamışlardır.

Yukarıda belirtilen nedenlere başka nedenler de eklemek mümkündür. AİHM kararı sendika olmaya ve sendikacılık yapmaya bir çağrıdır. Çalışanlara güven veren, mücadeleci ve kazanımlarla eylemlerden çıkan bir sendikacılık yeniden güçlenmenin olmazsa olmaz koşullarıdır. Uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararları bu olanağı yaratmış bulunuyor. Sorun sendika yönetimlerinin cesaret ve isteğine bağlı bulunmaktadır.

 


 

GOP’ta eğitim seminerleri

Gaziosmanpaşa bölgesinde ideolojik ve politik eğitimi seçimlerle beraber düzenli ve sistemli bir biçimde sürdürmek hedefi ile başlattığımız eğitim seminerlerinin üçüncüsünü 12 Temmuz akşamı gerçekleştirdik. Bugüne kadar gerçekleştirilen “Ekim Devrimi ve Bolşevik Partisi” ve “İşçi sınıfının komünist partisi ve parti tarihi” konulu seminerlerin bir devamı olan etkinliğimiz oldukça canlı geçti.

Sunum kapsamında partili kimliği oluşturan devrimci kimlik, örgütlü kimlik ve ideolojik kimlik anlatıldı. Üç özelliği kapsayan partili kimliğin komünist bir parti için vazgeçilmez önemi tanımlanmaya çalışıldı.

Sunumda üç temel kimliğe ilişkin olarak “Devrimci bir parti için kadrolarının niteliği, militanlığı ve devrime adanmışlığı, tüm diğer işçi ve sınıf örgütlenmelerinden daha güçlü bir nitelik olmak zorundadır. Komünist bir sınıf partisi işçi sınıfının en ileri en fedakar unsurlarından oluşur” denildi. “Devrimci kimlik ne anlama gelmektedir. Açık ki devrime adanmışlık, yaşamının tüm önceliklerini devrime göre tanımlamak ve planlamak anlamına gelir. Devrimci bir parti örgütünü böylesine profesyonel işçilerden oluşturduğu ölçüde devrimci bir pratiğin taşıyıcısı olabilir. Diğer tüm sınıf örgütlerinden farklı olarak komünist partisi işçi sınıfını devrime taşıyacak olan asli siyasal örgütlenmeyi ifade eder. İşçi sınıfının iktisadi demokratik mücadelesinin ötesinde bir kimliği devrime yürüyen, bunun tüm zorluklarına göğüs geren bir kimliği ifade eder devrimci kimlik” ifadeleriyle devrimci kimliğin ana çerçevesi çizilmeye çalışıldı.

Örgütlü kimlik üzerine yapılan tartışma partinin ve örgütlü mücadelenin komünist bir siyasal sınıf hareketi açısından taşıdığı önemin vurgulanması ile başladı. “Düzen ve devrim arasındaki çatışma ve mücadelede nasıl ki düzen medyası, ordusu, polisi, tüm ideolojik aygıtları ile örgütlü bir tutum sergiliyorsa, devrim cephesi de aynı ölçüde örgütlü ve disiplinli bir mücadele ile düzenin karşısına çıkmak zorundadır. Örgütlü kimlik bu gerçeklikten hareketle tanımlanmalıdır. Devrimcilik eğer sürekli bir yenilenme ve gelişme sürecini ifade ediyorsa eğer bunu örgütlü bir mücadele dışında oluşturmak mümkün değildir” denildi.

Tüm bu niteliklere paralel olarak ideolojik kimliğin, sistemin ideolojik hegamonyası ve saldırıları karşısında güçlü ve etkili bir komünist tutum açısından taşıdığı öneme vurgu yapıldı. “Biz bilimsel sosyalistleriz, söylediğimiz herşeyin yaptığımız her işin bilimsel ve ideolojik bir niteliği olmak zorundadır. Kendimizi düşünen ve savaşan kişiler olarak eğitmek ve güçlendirmek zorundayız. Devrim ciddi bir iştir. Bu yıkma ve yapma diyalektiği kendi devrimci gelişimimizi ve yenilenmemizi, bu kapsamda devrimciler örgütü partinin ideolojik politik yenilenmesini sağlayarak mümkün olacaktır. Bu nedenle bilimsel teorinin ve güncel politikanın ihtiyaçlarına yanıt veren okuma, araştırma ve tartışmalara bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktayız” ifadeleriyle partili kimliği oluşturan niteliksel temel tanımlanmaya çalışıldı.

Son olarak ise bu niteliklerin birbiri ile kurduğu diyalektik ilişkiye vurgu yapılarak partili kimliğin bütünsel çerçevesi tanımlanmış oldu.

Ardından devrimci yaşamın örgütlenmesi üzerine, yani partili kimliğin yaşam pratiğine taşınmasına ilişkin tartışmaya geçildi. Pratik örneklerle bütünleştirilen tartışmada “bir devrimci yaşamının tek başına pratik faaliyet sürecinde değil, her adımında her zamanında yalnızken dahi partili kimliğin gerektirdiği bir yaşam pratiği sergilemelidir” denildi.

Yaklaşık 1.5 saat süren sunuma 20 kişi katıldı.

Gaziosmanpaşa/BDSP


Dink davasına erteleme

Agos gazetesi yazarı Hrant Dink, Serkis Seropyan, Arat Dink 18 Eylül ‘06 tarihinde, Türklüğü aşağılamak bahanesiyle Türk Ceza Yasası’nın 301/1. maddesine dayanılarak cezalandırılmak istenmişti. Davanın açılmasından sonra Hrant Dink’in katledilmesi üzerine dava ertelenmişti.

Ertelenen dava 18 Temmuz günü Şişli Adliyesi’nde saat 09.45’de görüldü.

Davada yargılanan sanıkların katılmadığı duruşmada yargıç, iddiaların ve savunmaların araştırılması için dosyanın incelemeye alınmasını ve duruşmanın 11 Ekim günü saat 10.30’a ertelenmesine karar verdi.

Mahkeme çıkışı ilk olarak avukat Yücel Sayman bir konuşma yaptı. Yaptığı konuşmada, düşünceye yasak getirilmesinin özgürlüğün önünü tıkayacağını, TCK’da 159. madde olmasına rağmen soykırım iddialarıyla ilgili davalar açılamadığını ama mili çıkarlara aykırı diye TCK’nın 305. madde gerekçesiyle dava açıldığını ifade etti.

Daha sonra avukat Engin Cinmen bir konuşma yaptı. TCK’nın 301 maddesinin TC devletinin kurulmasından önceki yıllar ve olaylar için uygulanmaya başlandığında işin içinden çıkılamayacağını, mahkemelerin tarih ve sosyoloji biliminin görevini üstlenemeyeceğini ve mahkemenin tarafsızlığından şüphe duyulmaması için beraat kararı verilmesi gerektiğini ifade etti.

En son avukat Fethiye Çetin bir konuşma yaptı. Müvekkili hakkında 1915’i soykırım olarak tanımladığı ve kamuoyuna açıkladığı için soruşturma açıldığını, ancak atılı bir suç oluşmadığını ve 1915 yılında yaşananların konuşulmasında kamu yararının olduğunu ifade etti.

Savcının, görevini yaparken kendi adına veya herhangi bir siyasi kurum ya da etnik bir grup adına değil toplum adına hareket etmesi gerektiğini, ancak savcının etnik gruplardan biri adına hareket ederek tarafsızlığını yitirdiğini vurguladı.

Sonuç olarak tarihi yargılamanın, savcıların ve yargıçları görevi olmadığını, bundan dolayı müvekkillerinin serbest bırakılmasını talep etti.

Mahkemeye birçok aydın ve sivil toplum örgütü temsilcisi katılarak destek verdi.

Kızıl Bayrak/İstanbul