20 Temmuz 2007 Sayı: 2007/28(28)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzenin seçim oyununu bozalım,
mücadeleyi yükseltelim!
  Hükümetin ABD’ye kafa tutma
maskaralığı!
CHP emperyalizme uşaklıkta kusur etmeyecek!
Sermaye düzeninin harcı devlet terörüyle karılmıştır!
Bağımsız sosyalist adayların tanıtım şenliklerinden...
BDSP’nin seçim faaliyetinden...
  Seçim çalışması üzerine BDSP temsilcisi İstanbul 1. Bölge Bağımsız Sosyalist Milletvekili adayı N. Şafak Özdoğan ile konuştuk...
  Ümraniye, Samandıra, Sultanbeyli’de seçim çalışması…
  Herkese sınavsız, parasız eğitim hakkı!
  KESK’te üye ve yetki kaybı...
  Mahkeme sendikacılık yapmaya çağırıyor!..
Yüksel Akkaya
  Sınıf hareketinden...
  Sermaye devleti ormanları da katlediyor
  Irak’ta ABD vahşeti sürüyor!
  İP çetesinin Mamak İşçi Kültür Evi’ne saldırısı püskürtüldü...
  Hüseyin Karabulut’u unutmayacağız!
  Binali Soydan’la dayanışmayı
yükseltelim!
  Yurtsever Kürdistan halkına!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hükümetin ABD’ye kafa tutma maskaralığı!

“Türkiye olarak biz de bu tür çalışmalar yapacağız. Bunu yaparken niye izin almadın mı diyecekler? Bunu anlayışla karşılayacaklarını tahmin ediyorum”. Bu sözler siyasi geleceği bir hafta sonra gerçekleşecek seçimlere bağlı olan AKP hükümetinin başı Erdoğan’a ait. Erdoğan’ın bahsettiği “çalışmalar”, İran ile birkaç gün önce yaptıkları doğalgaz konulu anlaşmadır. Bu anlaşma ile birlikte İran, devlete ait TPAO kurumuna, “ihalesiz” olarak İran’da doğalgaz çıkarma ve satma imkanı tanıyor. Erdoğan’ın konuşmasında serzenişte bulunduğu muhatap ise ABD’dir. Çünkü bu anlaşmanın duyurulmasının hemen ardından ABD Büyükelçiliği ve Dışişleri Bakanlığı’ndan peşpeşe sert açıklamalar geldi. ABD Büyükelçiliği sözcüsü; “ABD, İran ile yapılan her türlü işbirliğine karşıdır” biçiminde tepki verirken, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü “‘İran’ın petrol ve gaz sektörüne yatırım için zamanın uygun olmadığını düşünüyoruz” diyerek ABD’nin tavrını net ifadelerle ortaya koymaktaydı. Aynı açıklamada ayrıca “İran ile iş yapmak isteyip istemediklerine karar vermek, Türk hükümetine düşüyor” denilerek üstü kapalı bir tehdit de savrulmaktaydı. ABD’li sözcünün son sözü, bu anlaşmanın “nihai bir özellik taşımadığı” biçiminde oldu.

Erdoğan’ın saflığa yatarak anlamaz göründüğü gerçekler, esasında ABD sözcülerinin bu birkaç cümlelik ifadelerinde oldukça yalın biçimde dile getirilmiştir. Zira “İran ile iş yapmak isteyip istemediklerine karar vermek, Türk hükümetine düşüyor” ifadesi, yapılmış bir kaba müdahalenin ardından geldiği ölçüde hem bir tehdit, hem de işi küstahlığa vardırmaktan başka bir şey değildir. Üstüne altına imza atılmış bir anlaşmayı “nihai bir özellik taşımamak”la yargılamak da esasında sözün sahibinin herşeyin kontrolünde olduğuna dair sağlam özgüvenini yansıtmaktadır. Yani, “benden habersiz ve onayım olmadan bu tür bir iş yapıyorsun ama ben izin vermeden bu işin nihayete eremez” demektedir efendi.

Elbette ABD’nin bu özgüveninin yersiz olmadığı bu ülkede aklı başında herkesin bildiği bir gerçektir. Türkiye’deki kurulu kapitalist düzen ekonomisinden siyasetine kadar her bakımdan ABD emperyalizminin kontrolü ve yönetimi altındadır. Öyle ki, ABD emperyalizmi ülkeyi hepsi de kendisine sadakatle bağlı olan memurları aracılığıyla yönetmekte, duruma göre Kemal Derviş olayında olduğu gibi bazen açıktan kadrolu memurlarını atayarak işlerini yürütmektedir. Düzenin yönetici çekirdeği olarak hareket eden ordu, içeride emekçilere ve Kürt halkına karşı acımasız bir savaş makinası olarak hareket ederken ABD emperyalizmi karşısında süt dökmüş kuzu gibidir. Çünkü bu ordu, aynı zamanda ABD’nin savaş makinası NATO’nun sadık bir bölüğünden başka bir şey değildir. Zaten bu ülkede ABD vizesi olmadan hükümet olunamayacağını bilmeyen düzen partisi yoktur. ABD’den izin almak üzerine ahkam kesen Erdoğan’ın 3 Kasım seçimleri öncesinde Beyaz Saray’ın ve CİA’nın kapılarında vize almak uğruna neler yaptığı hala unutulmadı. Herşey bir yana 1 Mart’taki tezkere kazası sonrasında ABD’nin kulaklarını çekmesinin ardından generallerin ve hükümetin nasıl da canhıraş bir çabayla peşpeşe tezkereler çıkarıp Beyaz Saray’ın kapısında af diledikleri unutulmadı.

Efendinin uşaklarının iplerinin sıkıca tutuyor olmanın güveniyle sözkonusu anlaşmanın nihai olmadığına dair söyledikleri boşuna değildir. Afganistan ve Irak’tan sonra saldırı hedefine konulmuş bulunan İran’la ekonomik işbirliği yapmak uşağın haddine değildir. Dahası, son günlerde İran’a yönelik bir ABD saldırısının yeniden ısıtıldığı düşünülürse bunun böyle olacağı kesindir. Zaten Türkiye’nin ABD uşağı iktidarı için böyle bir saldırıda nerede saf tutacağı ile ilgili bir sorun yoktur. Olmadığı gibi, İran’a yönelik artan emperyalist baskı ve kıskacın bir aleti olarak da çalışmaktadır.

Peki durum böyle ise, ülke yönetenleri tüm bu gerçeklere karşın neden böyle bir yol tutmuş ve efendilerinin hışmına uğramayı göze almışlardır? Bunun nedenleri vardır. İlk önce AKP açısından bu durum iyi bir seçim malzemesidir. Zira ABD’ye kafa tutuyor görünmek bugün düzen siyasetinin en etkili malzemesi durumundadır. AKP böyle bir adım atmakla birlikte rakipleri karşısında düşürüldüğü savunma pozisyonundan çıkma fırsatı yakalamıştır. AKP yönetimi de bu gerçeğin bilincinde olarak hareket ettiği ölçüde, ortaya gerçeklerin yüz geri edildiği ve her yerinden sahteliği belli bir oyun çıkmaktadır.

Diğer taraftan, bu olayı sadece AKP’nin bir tercihi olarak tanımlamak gerçeği tam olarak açıklamamaktadır. Zira, siyasal gelişmelerin toplam seyri dikkate alındığında PKK ve Irak konusunda ordu ve hükümet arasında belli bir işbirliğinin olduğu göze çarpmaktadır. Bu durumda, İran’la yapılan işbirliğinin bir devlet politikasının gereği olarak gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. ABD’nin hışmına uğrama tehlikesine karşın İran ile yapılan işbirliğinin temel amacı bu durumda, ABD karşısında bir pazarlık marjı oluşturmaktan başka bir şey değildir. PKK ve esas olarak da Irak’ta kurulmakta olan Kürdistan devletini engellemek üzere canhıraş bir çaba gösteren devlet, böylelikle efendisine ne denli vazgeçilmez olduğunu göstermeye ve kendini ağırdan satmaya çalışmaktadır.

Tüm bunlar seçimlerin tozu dumanı arasında, işçi ve emekçileri bekleyen tehlike ve tuzakları göstermektedir. Seçimlerin ardından ABD ve tekelci burjuvazi adına çalışmak üzere hükümete gelecek parti ya da partilerin önüne kapsamlı ve yıkıcı bir saldırı programının konulacağı bugünden belli olmaktadır. Bu durumda, düzen partilerinin şovenizm zehri ve seçim aldatmacalarıyla oluşturdukları mevcut siyasi ortamı yararak düzene karşı işçilerin-emekçilerin ve Kürt halkının birleşik mücadele cephesini oluşturmak günün ertelenemez acil görevidir.