20 Temmuz 2007 Sayı: 2007/28(28)

  Kızıl Bayrak'tan
   Düzenin seçim oyununu bozalım,
mücadeleyi yükseltelim!
  Hükümetin ABD’ye kafa tutma
maskaralığı!
CHP emperyalizme uşaklıkta kusur etmeyecek!
Sermaye düzeninin harcı devlet terörüyle karılmıştır!
Bağımsız sosyalist adayların tanıtım şenliklerinden...
BDSP’nin seçim faaliyetinden...
  Seçim çalışması üzerine BDSP temsilcisi İstanbul 1. Bölge Bağımsız Sosyalist Milletvekili adayı N. Şafak Özdoğan ile konuştuk...
  Ümraniye, Samandıra, Sultanbeyli’de seçim çalışması…
  Herkese sınavsız, parasız eğitim hakkı!
  KESK’te üye ve yetki kaybı...
  Mahkeme sendikacılık yapmaya çağırıyor!..
Yüksel Akkaya
  Sınıf hareketinden...
  Sermaye devleti ormanları da katlediyor
  Irak’ta ABD vahşeti sürüyor!
  İP çetesinin Mamak İşçi Kültür Evi’ne saldırısı püskürtüldü...
  Hüseyin Karabulut’u unutmayacağız!
  Binali Soydan’la dayanışmayı
yükseltelim!
  Yurtsever Kürdistan halkına!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Eğer hükümet olursa;

CHP emperyalizme uşaklıkta kusur etmeyecek!

Seçimlere sayılı günler kala düzen partilerinin yalan kampanyaları, karşılıklı atışmaları vb. iyice çığırından çıkmış bulunuyor. Kürsüye ya da televizyon ekranına çıkan parti başkanları kendi partilerini ve seçimlerden sonra uygulayacakları o eşsiz politikaları öve öve bitiremezken, rakip partileri yerin dibine batırıyorlar. İşçi ve emekçilerin oylarını alabilmek için yalanlardan ibaret dünyalar kuruyorlar.

Fakat yayınlanan seçim bildirgelerine, meydanlarda atılan ateşli nutuklara ve düzeysiz atışmalara rağmen birbirlerinden farksız oldukları gerçeğini gizleyemiyorlar. Seçimden başarıyla çıkma şansı bulunmayan düzen partileri için böyle bir sorun yok elbette. Onlar nasıl olsa seçimden sonra iktidarda olmayacaklarını şimdiden bildikleri için ölçüsüzce yalanlar savurmakta, hükümete her türlü eleştiri ve suçlamayı yöneltmekte son derece eli açık davranıyorlar. Ne var ki bir ihtimal seçimlerden sonra hükümette görev alma olasılığı bulunan partiler, seçim gününün yaklaşmasına paralel olarak yalanlarında belli bir ölçü tutturmaya, hatta giderek kendi gerçek konumlarını alçak sesle de olsa ortaya koymaya başlıyorlar.

Dış politika konusunda da durum böyledir. Başta CHP olmak üzere MHP’sinden DP’sine kadar düzen siyasetindeki tüm muhalefet partileri AKP hükümetinin dış politikasını yerden yere vurmaktadırlar. Kürt halkına düşmanlık ve şovenizm konusunda sürdürülen gerici yarışa, bir de “bağımsızlık” ve “onurlu dış politika” üzerinden yaşanan çekişmenin eklendiği görülmektedir.

Toplumdaki yaygın ABD ve AB karşıtlığını kendi hanesine oy olarak yazmak isteyen CHP, düzen siyasetçileri arasındaki bu “bağımsızlık” yarışında başı çekmektedir. Her fırsatta AKP hükümetinin ABD’den izin almadan adım atmadığını, teslimiyetçi bir dış politika izlediğini tekrar etmektedir. Nitekim CHP’nin seçim bildirgesinde de hükümet “dış politikada tam bir teslimiyetçilik sergilemiş” olmakla suçlanmakta, CHP iktidarının ise dış ilişkilerde Türkiye’nin “haklarını, çıkarlarını ve onurunu” koruyacağı öne sürülmektedir.

Bunları duyan biri şayet CHP iktidara gelecek olsa Türkiye’nin dış politikasının tamamen değişeceğini, ABD ya da AB ile ilişkilerde çok daha farklı bir döneme girileceğini düşünebilir. Ama gerçekte durum bunun tam tersidir. Olası bir CHP iktidarında sermaye devletinin dış politikasında hiçbir temel değişiklik söz konusu olmayacaktır. Zaten hükümet olma olasılığını da gözeten CHP, son zamanlarda el altından bunun teminatlarını vermekte, bir anlamda efendilerine mesajlar yollamaktadır. Geçtiğimiz günlerde Vatan Gazetesi’nden Ruşen Çakır’ın Deniz Baykal’la yaptığı röportaj bunun örneklerinden biridir.

CHP’nin “Pusula” adlı seçim bildirgesinde AKP hükümeti teslimiyetçilikle, ABD istedi diye 2003 yılında tezkereyi meclisten geçirmeye çalışmakla suçlanıyor. “Bu tehlikeli girişim, CHP’nin öncülüğüyle önlenebilmiştir. Hükümet, Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirilmesine de seyirci kalmıştır” deniliyor. Normalde, seçim bildirgesinde bunları söyleyen bir partinin ABD’nin Irak’taki işgal politikasına açıktan karşı çıkacağı, ABD ile “teslimiyet” ilişkilerine son vermeye yelteneceği, örneğin İncirlik Üssü’nü kapatmaya kalkışacağı düşünülebilir.

Fakat CHP genel başkanı Deniz Baykal, bildirgedeki bütün bu lafların ikiyüzlülüğün ifadesi olduğunu ispatlıyor. Vatan Gazetesi yazarı Ruşen Çakır kendisine “Türkiye’de yükselen Amerikan karşıtlığından sizi ve partinizi de sorumlu tutanlar var” dediğinde hemen itiraz ediyor ve şunları söylüyor. “Amerikan karşıtlığıyla hiç ilişkimiz yok, hatta bilinçli olarak uzak duruyoruz. Ne söylemimizde, ne eylemimizde bulamazsınız. Hiçbir mitinge katılmadık. Çuval hadisesi gibi durumlarda bile mesafeli, dikkatli, olumlu, husumetten uzak hareket ettik.” Ve kendi hükümetlerine verilecek icazetin işareti olarak gördüğünden olsa gerek, “son zamanlarda Amerikalılarla temaslarımız çok yoğunlaştı” demeyi de ihmal etmiyor.

Benzer bir durum AB ile ilişkiler konusu için de geçerlidir. CHP’nin seçim bildirgesinde hükümetin AB politikası örneğin Kıbrıs üzerinden şu sözlerle eleştirilmektedir; “Hükümet, Kıbrıs’ta dış baskılara direnememiş ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin meşrulaştırılmasının ve tanınmasının yolunu açan ek protokolü imzalamıştır. AB ile müzakere sürecimizin Kıbrıs’ın ipoteğine konulmasına engel olamamıştır. İç politikada dış destek sağlamak uğruna Türkiye’nin temel çıkarlarını feda etmiştir. AB ile ucu açık müzakere sürecini kabul ederek tam üyeliğin altında bir statüyü kabul edebileceği izlenimini vermiştir.”

Güney Kıbrıs AB üyesidir. Ve başka nedenleri bir kenara koysak bile, Türkiye’nin Güney Kıbrıs devletini tanımadan AB’ye tam üye olmasına imkan ve ihtimal yoktur. Türkiye ya paşa paşa Rum Devleti’ni tanıyacaktır ya da AB’ye girme hayallerinden vazgeçecektir. En azından AB’nin Türkiye’ye dayattığı şey budur. Bunun AKP ile de ilgisi yoktur. Türkiye’deki sermaye iktidarı ne kadar itilip kakılırsa kakılsın AB’ye sırtını çeviremeyeceğine göre, hangi parti hükümette olursa olsun AB’ye boyun eğmek dışında yapabileceği bir şey yoktur.

Bu gerçekleri görmezden gelen ve AKP’nin izlediği politikaya atıp tutan CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal Ruşen Çakır’ın yaptığı röportajda bu konuya da açıklık getiriyor. “AB’ye tam üye olma ihtimali beni çok heyecanlandırıyor. Polonya, İtalya, Yunanistan gibi eşit koşullarda, tam üye olabilirsek büyük mutluluk duyarım” şeklinde konuşan Baykal, AB tam üyelik sürecini “Türk modernleşmesinin zorunlu bir etabı” olarak gördüğünü, şu anda yaşanan tıkanmanın ise kendisini “inanılmaz üzdüğünü” söylüyor. “İktidara gelirsek bu işin ucunu bırakacak değiliz, tabii ki takip edeceğiz. 40 yıllık emeğimizi heba ettirmeyiz” diyerek de olası bir CHP iktidarı döneminde de Türkiye-AB ilişkilerinin hiç de bugünkünden farklı olmayacağını itiraf etmiş oluyor.

Peki geriye ne kalıyor? ABD ve AB ile ilişkiler bugünkü gibi devam edecekse, ABD ile ilişkiler daha da geliştirilecekse, AB’ye tam üyelik için her istenen yerine getirilecekse CHP nasıl bir “onurlu, başı dik” dış politikadan söz edebiliyor?

Açık ki böyle bir şey mümkün değildir. Üstelik ne CHP’nin ne de düzen siyasetini bugün esas olarak CHP üzerinden denetimleri altında tutan generallerin ABD emperyalizmiyle ya da Avrupa Birliği ile bir problemleri yoktur. Tersine, onlar bu ülkede emperyalizme kölece bağımlılık ilişkilerinin organik bir parçası ve teminatı durumundadırlar. “Ne ABD ne AB, tam bağımsız Türkiye” gibi şiarlar, onlar için kitleleri aldatmanın, emperyalizme dönük tepkileri yedeklemenin, gerici kanallara akıtarak yok etmenin bir aracından başka bir şey değildir.

Görüldüğü üzere düzen partilerinin dış politika konusunda söyledikleri, bir kez daha işçi ve emekçileri kandırmaya yöneliktir. Hangisi iktidara gelirse gelsin sömürücü sermaye sınıfına hizmette kusur etmeyecektir. Hangisi hükümet olursa olsun ABD’nin Ortadoğu’daki saldırı ve işgal politikalarına hizmet etmek için canla başla çalışacaktır. Çok değil bundan bir iki hafta sonra yeni hükümet kurulup da işe başladığında bu çok daha açık bir biçimde görülecektir.

İşçi ve emekçilerin yapması gereken, sermaye partilerinin “bağımsızlık, ulusal onur, milli çıkar” gibi konular üzerinden atıp tutmalarına aldanmamak, emperyalizmin ve sermayenin sömürü, zulüm politikalarına örgütlü mücadeleyle karşı çıkmaktır.