29 Haziran 2007 Sayı: 2007/25(25)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sivas katliamının 14. yıldönümünde katliamcı devletten hesap soralım!
  Sivas katliamının hesabı sorulacak!
Düzen pisliklerini ortalığa saçmaya
devam ediyor!
Düzen bekçileri yeni silah alımları için Pentagon kapısında...
Tırmandırılan polis terörüne karşı
mücadeleyi yükseltelim!
Kamuda satış sözleşmesi imzalandı!
  Mamak İşçi Kültür Evleri’nin düzenlediği etkinliğe 700 işçi ve emekçi katıldı…
  BDSP’nin sosyalist milletvekili adayları
işçi ve emekçilerle buluştu...
  İstanbul bağımsız sosyalist milletvekili adaylarıyla konuştuk...
  BDSP’nin seçim faaliyetlerinden...
  “Milli şirket” OYAK
yabancı sermayeye satılıyor!
  İşten atılan Esen Plastik işçileriyle
dayanışmayı yükseltelim!
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Petrol-İş Başkanlar Kurulu:
  Gaziosmanpaşa seçim çalışması üzerine…
  Bir çift güvercin havalandı...
  İlmeği tutan ellerle şenlik yapmak!..
  Binali Soydan’a özgürlük!
  Basından...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İlmeği tutan ellerle şenlik yapmak!..

Ulucanlar Cezaevi’nin artık kullanılmayacağını duymak, orada ömrünün belli bir bölümünü geçirmiş herkes üzerinde tuhaf bir etki yaratmıştır. Ulucanlar’ın küflü, kalın duvarına karşı bir gece yarısı sigaranızı yakıp dışarıyı düşünmüşlüğünüz varsa... Yahut sevdiğiniz birileri o duvarın arkasındayken kapı önünde çay ocağında oturmuş, jandarmanın elinde silahla beklediği kapıya dönüp bir türlü sesinizi yükseltemeden bir türkü söylemişseniz.

Ulucanlar, herkesin kucak dolusu anılarını alıp gizlemiş bir mahzendir. Şimdi kentin sosyal dokusunun bir parçası olarak kent yaşamına kazandırılacakmış. Üstelik projenin başlangıcında Ulucanlar’ın şimdiye kadarki sosyal dokusunun ve acılarının hep bir parçası olmuş İnsan Hakları Derneği ve TMMOB’a bağlı odalar bulunuyor. Böylesi tuhaf bir aklama operasyonunun, hafızasızlaştırma girişiminin bir parçası olmak!..

Hatırlanırsa her yıl Eylül’ün 26’sında önüne karanfil attığımız binadır orası. Her yıl Eylül’ün 26’sında İHD adına birilerinin birkaç söz söylediği yerdir orası. Her yıl Eylül’ün 26’sında İHD’lilerin de içinde yeraldığı bileşenlerle slogan atarken jandarmayla gerilim yaşadığımız binadır orası. Şimdi bir gecede nostaljik bir harabe mi sayılmaya başladı? Evet Ulucanlar’da insanlar kucak dolusu anılarını bıraktılar, ama bazılarımız anılardan daha fazlasını bıraktı orada.

Yeni kent, yeni insan, AB’ye adımlar, Türkiye’nin imajı, şenlikli muhalefet, toplumsal barış, acıların tesellisi, kentin sosyal dokusu… Bırakınız bu zırvalıkları. O duvarların ardında meşe odunu ile dayak yemediyseniz, orada şenlik yapmak da sizin haddinize değildir. Hem de meşe odununu tutan ellerle birlikte, hem de kurşun sıkan elleri avuçlarınızın içine alarak, hem de hamamda İsmet’in boğazını kestikleri kasaturanın yarası içimizi dağlarken hala. Destekçi kurumun Adalet Bakanlığı olduğu bir şenliğe katkı sunmak!.. Üstelik toplumsal duyarlılığı olduğunu ileri süren kurumlar olarak.

Bu Adalet Bakanlığı’nın neler yaptığını hatırlatalım. 122 insanın ölümünün, yüzlerce insanın sakat kalışının doğrudan sorumlusu olan kurumdur Adalet Bakanlığı. Üstelik bu ölümlerin dolaysız nedeni olan F tipi hücreler ve tecrit konusunda herhangi bir adım atmamış, hiç de toplumsal barışa katkı sunma heveslisi olmamıştır. Şenlik yapılan cezaevinde ‘99’da yaşanan katliam konusunda hala sanıktır Adalet Bakanlığı. Üstelik bir dava da kendisi açmış, tutsakların isyan etmekten ve devlet malına zarar vermekten yargılanmasını istemiştir. Bu davaların her ikisi de hala sürüyor. Madem Ulucanlar’da şenlik yapacak kadar basitleşmiş bu işler, Adalet Bakanlığı davasını geri çekmekle işe başlasın. Madem barışacağız, dördüncü ve beşinci koğuşların arasına bir anıt yaptırsın. Ama öyle sahte özürlerle yetinmeyeceğiz; altında “Katil devlet!” yazmayan bir anıtla da çıkmasınlar karşımıza. Şenliklerde katılımcı olan Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Kenan İpek, boş konuşmalar yerine gerçekleri açıklasın. Ölülere bile işkence yapan infaz koruma memurları “UIucanlar tarihinin sözlü anlatımı”nı yapacaklarmış; anlatsınlar demir sopalarla üstümüze nasıl saldırdıklarını. Ettikleri küfürleri yazıp sergi açsınlar. Toplumsal barış ve kentin imajı konusunu belki o zaman düşünebiliriz. Belki o zaman affedebiliriz. Ama daha affetmedik!

Bir başka konu da köhnemiş bu zindan binasının neden terkedildiği. Orada yeterince acı çekildiği için mi? Elbette hayır. Birincisi yeterince güvenlikli olmadığı, ikincisi kentin görünümünü bozduğu. Peki oradaki adli tutsaklar şimdi nereye götürüldü. Şenlik yapacağınız avluda en azından insan yüzü görebilen kişiler siz o şenliği yaparken nerede ve ne halde olacaklar?

Bir de şu kentin imajı konusu var ki, gecekondu yıkımlarıyla yapılmak istenenin bir parçası. Yeni rant alanları yaratmak, kentlerin lanetlilerini evsiz bırakmak pahasına görüntüyü kurtarmak. Herhalde Mimarlar Odası’nın insanların evsiz bırakılması konusunda ya da bilinen adıyla “Kentsel Dönüşüm” hakkında pek de olumlu düşünceleri yoktu. Ama ne gam, bugün cezaevinde şenlik var, yarın da çadırlarda, otobüs duraklarında yaşamak zorunda kalan insanların kaldığı yerlerde şenlik yaparız.

Bir nokta daha var. Tüm bunları bir yana bırakalım. Bu kötümserlik ülkesinde bir gün olsun tatlı bir düş görelim. Gerçekten artık cezaevlerinin olmadığı bir ülkede yaşıyor olalım. Devletin iş makineleri ve silahlı askerlerle cezaevlerine operasyon yapmadığı, çocukların demir parmaklıkları tanımadığı bir ülke düşleyelim. Bu düşü yaşamak için de gerçekleri görmezden gelelim ve Ulucanlar’ı geziye gidelim. Siz hiçbir cezaevinde neşeli olunabileceğini, şenlik yapılabileceğini düşünür müsünüz? Bu koşullarda bile. Gidin Auschwitz’de bırakın şenlik yapmayı, sırıtarak dolaşmayı deneyin! Binlerce insanın kapalı bırakıldığı, onlarca insanın katledildiği bir yerde güle oynaya dolaşmak nasıl mümkün olabilir ki. Gazete haberlerinde ana maltadaki kavak ağacının yanında insanların fotoğraf çektirdiği söyleniyor, o ağacın karşısında da fotoğraflar çektirildi, boyunlarına ilmek geçirilmiş 22 yaşında gençlerin fotoğrafları. Emekten yana olduğunu söyleyenlerin, insan hakları savunucularının önce o fotoğraflara saygı duyulmasını sağlamaktır görevleri. İlmeği tutanlarla elele şenlik yapmak değil!

K. Benan


Ulucanlar’da çocuk gülüşü…

Ankara Merkez Kapalı Cezaevi yani Ulucanlar Cezaevi bu haftadan itibaren şenlik alanı oldu. 81 yıllık geçmişi olan bu zindan artık tiyatro gösterileri, konserler ve kokteyllerin yapıldığı bir han. 81 yılın izlerinin silinmediği bu duvarlar şimdi “topluma kazandırılıyor”. Ulucanlar artık Ankara’nın yeni kültür ve gösteri alanlarından birisi olacak.

Açılış töreninde konuşmalar yapıldı, ilk gösteriler izlendi. Ve gece olduğunda Ulucanlar’da yine tarih vardı. Erdal Eren hücresinde idamını bekliyordu. Bahçede yaşlı çınarın dibinde Denizler için 3 idam sehpası kuruluyordu. Yılmaz Güney filminin son karelerini çekiyordu. Yaşar Kemal birkaç cümlesini daha bulduğu son eserine yoğunlaşıyordu. Ve şafak sökerken Ümit yoldaş şehit düşüyordu. Sabah olduğunda “Hayata Dönüş” yalanıyla katliam başlamıştı.

Daha nice olay ve isim Ulucanlar arşivlerine geçti. Murat Demirel banka hortumlamaktan yattı. Bülent Ecevit “görüş bildirme” yasağına uymadığı için 12 Eylül’ün siyasi tutsağı olarak yattı. Ama Ulucanlar Cezaevi’nin tarihini devrimciler kanlarıyla, ölümü yenen duruşlarıyla yarattılar. 81 yıllık geçmişinin tüm dönemlerinde devrimcilerin adı vardır. Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde isyanlar, direnişler, şehitler vardır. Ve bir kez bile yenilgi yüzü görülmedi. Kızıl bayrağa leke sürülmedi. Düşman her seferinde Ulucanlar’ın duvarlarında yankılanan sloganlarla geri çekildi.

Ulucanlar Kapalı Cezaevi’nde bayram dolayısıyla açık görüş... Hiçbir çocuk benim kadar mutlu olmamıştır. Ümit’i görmenin mutluluğu, tanımadığım ama ismini öğrendiğim abla ve abiler; Habip abi ve Hatice abla. Habip’in adını benim açık görüşümü sağlamasından öğreniyorum. Mutluyum, arada zırhlı 3 kat cam olmadan Ümit’in yanındayım. Gülüyorum. Ümit’in kahkahası yanında gülüşüm farkedilmiyor ama ben gülüyorum. Maç yapıyoruz, yemek yiyoruz. 4 koğuşu geziyorum. Ve duvarı mermi deliği dolu kütüphaneyi görüyorum. Yıllar öncesinden Ulucanlar’a yazılan tarihin bir kanıtı. Ve ben akşama doğru görüşten çıkıyorum, gülüyorum.

Şimdi yıl 2007, bir haber seyrediyorum. Arka fonda çocuk gülüşleri ve Denizler’in tanığı çınar ağacı, önde kokteyl masası ve muhabir. Şenlik alanının açılışını müjdeliyor. Tarih gözümün önünde canlanıyor. Ama orası hala Ulucanlar, yani namı diğer Ankara Merkez Kapalı Cezaevi.

Alcatraz Cezaevi’nde rehberle gezenler kaçmanın imkansız olduğu cezaevindeki hücrede 5 dakika kalarak oradaki “duyguyu” yaşıyor. Ulucanlar’da bu turistik uygulama yok ama o koğuşlarda ya da hücrelerde 5 dakika kalsalar Ulucanlar’a atılan gaz bombalarının kokusunu, yakılan ateşlerin duvardaki sıcaklığını ve mermi deliklerini görebilirler. Ama bunun yerine meydanın sıvalı ve boyanmış duvarları arasında çocuk gülüşleri sunuluyor.

Düzen bir kez daha yenemediği değerlerimizi yok saymaya çalışıyor. Ankara’nın orta yerinde her seferinde yenildiği zindanı unutmak istiyor. Ama bu kolay değil. Artık orası şenlik alanı olsa da, hala Ulucanlar zindanı. Çocuk gülüşünün gizleyemeceği tarihin diyarı.  

Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nin tabelası değişebilir. Ama yaşananlar, anılar ve en önemlisi direniş o duvarlarda var olmaya devam edecek. Ulucanlar Cezaevi’ni onlar unutup yok sayabilir ama ben hala 4. koğuşta top oynamaya devam ediyorum. Ümit hala koğuş duvarına yaslanmış bekliyor. Habip hamamda direnişin adını haykırıyor. Ve ben buradan söz veriyorum. Ulucanlar benim çocuk gülüşümle yankılanıncaya kadar o duvarlar yıkılmayacak!

Tayfun Altıntaş