29 Haziran 2007 Sayı: 2007/25(25)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sivas katliamının 14. yıldönümünde katliamcı devletten hesap soralım!
  Sivas katliamının hesabı sorulacak!
Düzen pisliklerini ortalığa saçmaya
devam ediyor!
Düzen bekçileri yeni silah alımları için Pentagon kapısında...
Tırmandırılan polis terörüne karşı
mücadeleyi yükseltelim!
Kamuda satış sözleşmesi imzalandı!
  Mamak İşçi Kültür Evleri’nin düzenlediği etkinliğe 700 işçi ve emekçi katıldı…
  BDSP’nin sosyalist milletvekili adayları
işçi ve emekçilerle buluştu...
  İstanbul bağımsız sosyalist milletvekili adaylarıyla konuştuk...
  BDSP’nin seçim faaliyetlerinden...
  “Milli şirket” OYAK
yabancı sermayeye satılıyor!
  İşten atılan Esen Plastik işçileriyle
dayanışmayı yükseltelim!
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Petrol-İş Başkanlar Kurulu:
  Gaziosmanpaşa seçim çalışması üzerine…
  Bir çift güvercin havalandı...
  İlmeği tutan ellerle şenlik yapmak!..
  Binali Soydan’a özgürlük!
  Basından...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kanunlarını tümüyle rafa kaldıran sermaye düzeni tıpkı hamisi ABD gibi özgürlüğü ve demokrasiyi namlunun ucunda aramaya devam ediyor. Gerçi 24 yaşında soygun zanlısı Mustafa Kükçe’nin 15 Haziran’da başına gelenler düşünüldüğünde, yargısız infaz herhangi TC’nin bir vatandaşı için iyi sayılabilecek bir ölüm şekli olarak bile görülebilir. Mustafa Kükçe, Çekmeköy’de bir gecekonduda yaşayan bir Alevi’ydi ve şoförlük yapıyordu. Kükçe, savcılıktaki ifadesine göre, 14 Haziran’da üç arkadaşıyla bir inşaattan “jantlarıyla” birlikte üç lastik almış, ardından polis tarafından takip edilerek yakalanmıştı. Kükçe, Sarıgazi’de yakalanıp önce Dudullu, sonrasında da Acarlar Karakolu’na götürüldü. Bu arada damadıyla karakolda görüşen Ali Alver, Kükçe’nin durumunun iyi olduğunu söylüyordu.

Gazi Alver’e göre Kükçe, bir gün sonra saat 11.00 sularında karakoldan çıkarıldı: “Elleri kelepçeliydi ama sapasağlam yürüyordu. ‘Beni dövmediler’ dedi.” Kükçe’nin kayınvalidesi Emine Alver’e göre, “biri kilolu, biri kısa boylu iki sivil polis arasında” karakoldan çıkarılıp Çakmak Karakolu’na götürüldü. Daha sonra karakolun önüne gelen akrabalarının ve Ali Yılmaz’ın Mustafa’yı görme isteği hakaretlerle karşılandı. Polis, Kükçe’nin yakınlarına ‘Pis Çingeneler’, ‘Pis Aleviler’ diyerek yumruklarla saldırdı. Aile, Kükçe’nin 19.00’da savcılığa çıkarılacağını öğrenince Ümraniye Adliyesi önünde toplandı. Adliyenin önünde bulunan Ali Yılmaz’ın anlatımına göre Kükçe, dört resmi polisin kolları arasında savcılığa çıkarıldı: “Elleri kelepçeliydi. Yürüyemiyordu. Yüzünde darp izi yoktu ama çok kötü görünüyordu. Köpek ölüsü gibi sürüdüler.”

Cezaevine gönderildiği ilk gün hayatını kaybeden Mustafa Kükçe’nin cenazesini almaya morga giden ailesi vücudunda birçok işkence izi olduğunu anlatıyor. Mustafa Kükçe 15 Haziran günü, yani polis yasasının yürürlüğe girmesinden bir gün sonra katledildi. Sessiz sedasız yürürlüğe giren yasa kısa sürede sonuçlarını üretmeye başlamış oldu. Polisi yasal işkence ve yargısız infaz yapabilir hale getiren bu yeni düzenlemeler ile birlikte zaten kırıntı halinde kalmış hukukun bile polisin emrine verilmiş olduğu açıkça kanıtlanmış oldu.

AB standartlarında bir yasa çıkartmış olmakla övünen milletvekilleri yasayı zaten şöyle tanımlıyorlardı: “Polisin yerine getirdiği görev itibariyle suç önleme ve adli görevlerinin bir bütün olduğu ve birbirini tamamladığı görülmektedir. Bu nedenle Avrupa ve diğer gelişmiş dünya ülkelerindeki uygulamalar paralelinde, ülkemizde de hedeflenen etkin, hızlı ve caydırıcı ceza adalet sisteminin gerçekleştirilebilmesi için, polisin etkinliği artırılmalıdır”. Caydırıcı polis tanımlamasının en güzel örneğini TC’nin kolluk güçleri hemen uygulama ile göstermiş oldular. Polisin seçtiği hedefler ise yine bu yasa kapsamında “önleme aramasının” tanımlandığı bölümde son derece açık ve net olarak ortaya koyuluyor:

“Önleme araması aşağıdaki yerlerde yapılabilir:

a. 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamına giren toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapıldığı yerde veya yakın çevresinde.

b. Özel hukuk tüzel kişileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları veya sendikaların genel kurul toplantılarının yapıldığı yerin yakın çevresinde.

c. Halkın topluca bulunduğu ve toplanabileceği yerlerde.

ç. Öğretim ve eğitim özgürlüğünün sağlanması için her derecede öğretim ve eğitim kurumlarının ve 20. maddesinin ikinci fıkrasının (A) bendindeki koşula uygun olarak girilecek yüksek öğretim kurumlarının içinde, bunların yakın çevreleri ile giriş ve çıkışlarında.

d. Umuma veya umuma açık yerlerde…”

Sıralama açık eylemler, sendikalar, demokratik kurumlar ve olmazsa olmaz üniversiteler… Ancak sona doğru, aşağı yukarı her yerde manasına gelen umuma açık yerler başlığı geliyor. Yani polis umumi tuvalet dahil her yerde arama yapabilecek. Böylece suça karşı güçlü bir koruma yaratılmış olacak. Peki, insanları bir numaralı emekçi halk düşmanı polisten kim koruyacak!

Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’nun ne olduğu konusunda son bir ayda yaşananlar yeterli bilinç açıklığı yaratmaktadır. Ölçüsüz polis terörü 2007 1 Mayıs’ına damgasını vururken, polis bu sefer sadece eylemci kitleyi değil herkesi hedef haline getirdi.

Devlet, kapsamını genişlettiği bu terör dalgası ile İstanbul’u büyük bir cezaevi haline getirmiş, tüm toplumu hedef seçen bir “güvenlik” anlayışını uygulamaya koymuştur. Sadece Beyoğlu ve Taksim civarında kısa zamanda yaşananlar bunun açık kanıtıdır.

22 Mayıs: Taksici Engin Topal ve Topal’ı döven polislere itiraz eden Ali Bakça, tahta cop, yumruk ve tekmelerle dövüldü.

26 Mayıs: Ferhat Yalçınkaya, Galatasaray Meydanı’nda çıkan bir tartışma sonrasında kimliği olmadığı ve üzerinden bıçak çıktığı gerekçesiyle alınıp tahta coplarla dövüldü, yüzüne sprey sıkılıp Yedikule’ye atıldı.

5 Haziran: Transeksüel Esmeray, evine gitmek üzere Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü önünden geçerken “Buradan geçmek yasak” diyen iki polis tarafından dövüldü.

8 Haziran: Cumhuriyet Caddesi’nde trafik kontrolü sırasında gözaltına alınıp Taksim Polis Merkezi’ne götürülen işadamı Sezai Yakar, burada dövüldü. Yakar’ın burnu ve eli kırıldı.

“Terörle mücadele”nin dünya çapında tırmandırılıyor olmasına yaslanan TC burjuvazisi de tıpkı diğer terörle mücadele edenler gibi geçtiği yeri kanla boyamaya devam ediyor. Kendilerine güvenleri o kadar tam ki, seçim öncesi TC tarihinin en faşist yasalarından birini çıkartmakta bir sakınca görmüyorlar, tersine övünüyorlar. Bu yasayı çıkartanlar şimdi işçilerin ve emekçilerin karşısına oy istemek için çıkıyorlar. Bu yüzsüzlüğe, bu orta oyununa emekçilerin vereceği cevap, kendi adaylarını, bağımsız devrimci sosyalist adayları desteklemek olabilir ancak.


 

Bir kontrgerilla cephaneliği de Eskişehir’den!

İstanbul Ümraniye’deki bir gecekonduda yapılan aramada ele geçirilen bombalarla ilgili olarak başlatılan soruşturma kapsamında mühimmat dolu yeni bir ev daha ortaya çıkarıldı. İstanbul ve Bursa’daki evlerden sonra, Eskişehir’de de bir evde patlayıcılar, bombalar, tüfekler, tahrip kalıpları ve infilak fitilleri ele geçirildi. Bu evde kalan emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’le bağlantısı saptanan emekli Binbaşı Fikret Emek gözaltına alındı. Böylece Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların benzerlerinin ele geçirildiği ve kontrgerilla elemanı emekli Yüzbaşı Tekin ile arkadaşlarının tutuklandığı Ümraniye soruşturması Bursa’dan sonra Eskişehir’e uzandı.

Muzaffer Tekin, ele geçirilen dökümanların başında yer alan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni (MGSB) Fikret Emek adlı emekli bir binbaşıdan aldığını söyledi. Tekin’le bağlantılı olduğu anlaşılan Fikret Emek’in Ankara’daki evi ile Eskişehir’deki 2 ayrı adrese baskın düzenlendi. Eskişehir’de bir eve yapılan polis baskınında yeni bir kontrgerilla cephaneliğine ulaşıldı. Evde yapılan aramada şunlar bulundu:

11 kilogram C–3 tipi plastik patlayıcı, 1 adet kanas tipi dürbünlü tüfek, 1 adet kalaşnikof otomatik tüfek, 1 adet av tüfeği, M–16 mermileri, 10 adet Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) yapımı savunma ve taarruz tipi el bombası, 2 adet MKE yapımı olmayan el bombası, gaz bombası, sis bombaları, 210’ar gramlık 12 TNT düzeneği, 6 adet yarımşar kiloluk TNT kalıbı, 1 adet 1.5 kilogramlık TNT kalıbı, 1 kilogramlık tahrip kalıbı, naylon torbada ateşleme mühimmatı, 1 adet patlayıcılı imha kiti, normal tipte kapsül, infilak kapsülleri, patlayıcı düzenekleri hazırlamada kullanılan saniyeli fitiller ile infilak (patlamalı) fitilleri.

Öte yandan İHD’nin eski Başkanı Akın Birdal suikastının kilit ismi Semih Tufan Gülaltay’ın yolu, adı Danıştay saldırısı olayına karışan ve Ümraniye’de ele geçirilen bombalar yüzünden tutuklanan Muzaffer Tekin ile kesişti. Semih Tufan Gülaltay ve Muzaffer Tekin sık sık bir araya gelerek birtakım planlar yaptığı, ikili arasındaki gizli ilişki, Gülaltay hakkında hazırlanan soruşturma evrakında ve bu operasyon çerçevesinde yapılan telefon dinlemelerinde ortaya çıktı.

Bu gelişmeler, kontrgerilla örgütlenmesinin hangi boyutlara ulaştığını tüm açıklığı ile göz önüne seriyor. Yaşananlar, sermaye devletinin nasıl çeteleştiğini, kendi halkına karşı bir cinayet şebekesine dönüştüğünü, kontra çetelerini hep el altında tuttuğunu, ciddi bir toplumsal muhalefetle karşılaşmadığı koşullarda kirli savaşı sürdüreceğini gösteriyor.