29 Haziran 2007 Sayı: 2007/25(25)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sivas katliamının 14. yıldönümünde katliamcı devletten hesap soralım!
  Sivas katliamının hesabı sorulacak!
Düzen pisliklerini ortalığa saçmaya
devam ediyor!
Düzen bekçileri yeni silah alımları için Pentagon kapısında...
Tırmandırılan polis terörüne karşı
mücadeleyi yükseltelim!
Kamuda satış sözleşmesi imzalandı!
  Mamak İşçi Kültür Evleri’nin düzenlediği etkinliğe 700 işçi ve emekçi katıldı…
  BDSP’nin sosyalist milletvekili adayları
işçi ve emekçilerle buluştu...
  İstanbul bağımsız sosyalist milletvekili adaylarıyla konuştuk...
  BDSP’nin seçim faaliyetlerinden...
  “Milli şirket” OYAK
yabancı sermayeye satılıyor!
  İşten atılan Esen Plastik işçileriyle
dayanışmayı yükseltelim!
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Petrol-İş Başkanlar Kurulu:
  Gaziosmanpaşa seçim çalışması üzerine…
  Bir çift güvercin havalandı...
  İlmeği tutan ellerle şenlik yapmak!..
  Binali Soydan’a özgürlük!
  Basından...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen pisliklerini ortalığa saçmaya devam ediyor!

Geçtiğimiz günlerde Ümraniye’de bir eve yapılan polis operasyonuyla emekli bir rütbeli asker, cephaneliğiyle birlikte gözaltına alınmıştı. Bu emekli asker son dönemin “kitle refleksi” eylemlerinin organizatörlerinden Kuvay-i Milliye Derneği’nin yöneticilerindendi. Sonradan deşifre edilen bağlantılarıyla birlikte Danıştay saldırısının zanlılarından emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin ile birlikte kirli savaşın “kıdemli” askerlerinin de olduğu birkaç kişi daha gözaltına alındı. Polisin gözaltına aldığı bu yeni isimlerle birlikte operasyonun kapsamı daha da genişletildi. Bursa’da, Ankara’da ve en son olarak da Eskişehir’de yeni baskınlar yapıldı. Her baskında yeni bir rütbeli emekli asker ile yeni cephanelikler gün yüzüne çıktı. Şimdilik ortaya çıkarılan bu cephaneliklere bakılırsa, emekli askerlerin omurgasını oluşturduğu bu örgüt, ülke sathına yayılacak bir iç savaşın gereklerine uygun bir yapılanma içerisindedir. Bununla birlikte, son dönemlerde yoğunlaşan bombalama ve saldırıların arkasında son derece bilinçli ve planlı hareket eden bu askeri yapılanmanın durduğu da böylelikle kanıtlanmış olmaktadır.

Elbette bu silahlı kontr-gerilla örgütlenmesi kendinden menkul bir yapılanma değildir. Bunun böyle olduğu, neredeyse istisnasız her basılan evde devletin “gizli ama fiili anayasası” olan “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”nin çıkmasından bellidir. Belli ki, devletin yönetici çekirdeği olan Genelkurmay tarafından idare edilen kontr-gerilla örgütlenmesinin uzantısı bir örgütlenmedir bu. Her ne kadar resmi bir ilişki olmasa da, devlet yönetimi ve politikasının ilkeleri ve hedeflerinin yazılı olduğu belgenin bu ellerde bulunmasının başka bir izahı yoktur. Demek ki, bu kağıt üzerinde emekli, ancak fiiliyatta iş başında olan askerler ellerine verilmiş “fiili anayasa” ve yine bir takım gizli genelgelerle yönetilmekte, görevlerini icra etmektedirler.

Aslında, genel hatlarıyla ortaya çıkmış bulunan bu örgütlenmenin yapılanma tarzı ve şekline bakıldığında, bunun klasik bir NATO patentli kontr-gerilla örgütlenmesi olduğu görülmektedir. NATO’nun kendisine üye ülkelerde ‘50’li yıllardan itibaren “komünizm tehlikesi”ne karşı kurduğu bu örgütler, bombalama, sabotaj, suikast ve olası bir devrime karşı iç savaşı yürütmek üzere görevlendirilmekteydiler. Panama vb. Amerikan uydusu devletlerin topraklarında kurulu kamplarda eğitilen kişiler, daha sonra ülkelerine gönderilmekteydiler. Bu yolu izleyerek oluşturulan örgütlenmeler, daha sonra bir kısmı aydınlatıldığı üzere büyük halk kırımlarında rol almış, darbeler düzenlemiş ve genellikle bulundukları ülkeleri kan gölüne dönüştürmüşlerdir. 12 Eylül darbesi de zaten bu yoldan gidilerek örgütlenmişti. Çatlılar, Kırcılar vb. tüm bu faşist güçler, daha sonra deşifre edildikleri üzere, NATO patentli Genelkurmay’ın “Özel Harp Dairesi”nin kumandasında hareket etmişlerdir. Her ne kadar bazı unsurları açığa çıkmış ve tasfiye edilmişse de bu kontr-gerilla örgütlenmesi varlığını sürdürmüş, Susurluk ve Şemdinli’den sonra bugünkü operasyonlar vesilesiyle de görüldüğü üzere hala da sürdürmektedir. Ortaya çıkan yeni örgütlenme de her bakımdan tipik bir NATO örgütlenmesidir.

Bundan dolayıdır ki, bir kısmı her ne kadar deşifre olup açığa çıksa da, haklarında açılan davalar “devletin güvenliği” adına mahkeme kararlarıyla gizlenmektedir. Susurluk ve Şemdinli’den sonra değişik nedenlerle tasfiye edilmek zorunda kalınan bu tür kontr-gerilla mensuplarına uygulanan prosedür bellidir. Bunlar şu veya bu nedenle açığa çıktıkları ölçüde hapse atılsalar da, kısa sürede kendilerine kahraman muamelesi yapılarak dışarı salınmaktadırlar. Susurluk sürecinde bu yoldan geçen Sedat Bucaklar, Mehmet Ağarlar, Korkut Ekenler, özel harekatçılar vb.’nin durumu malumdur. Şimdilerde Mehmet Ağar düzen siyasetinin etkili bir partisinin başındadır. Bucak bu partinin milletvekili adayıdır. Diğerleri de yine ellerini kollarını sallaya salaya dolaşmakta, devletlerine çeşitli kademelerde hizmete devam etmektedirler.

Şemdinli’de durum çok daha alenidir. Şemdinli halkı tarafından görev halinde yakalanan kontr-gerilla şebekesinin elemanı astsubaylar anında, bugünün Genelkurmay Başkanı Büyükkanıt tarafından doğrudan sahiplenmişlerdi. Bu sahiplenme daha sonra da sürdürülmüş ve mahkeme aşamasında iddianameyi hazırlayan savcı görevinden uzaklaştırılmıştı. Dahası bugün bir taraftan polis sözkonusu operasyonları yaparken, diğer taraftan Şemdinli davasına bakan mahkeme heyeti hakkında tutuklu askerlere ceza vermekte direnmesi üzerine soruşturma açılmıştır.

Açıktır ki, bu durum bugün gerçekleşmekte olan operasyonların göstermelik olduğunu kanıtlamaktadır. Zira amaç kontr-gerilla örgütlenmesini tasfiye etmek değil, iç çatışmalarında birbirlerine karşı üstünlük kurmak, rakibini yıpratmaktır. Daha önce Küre ve Atabeyler operasyonunda olduğu gibi, ordu ve AKP arasındaki mücadelede AKP tarafından kontrol edilen polis örgütüne dayanılarak yapılmış hamlelerdir bunlar. Nitekim bu operasyonların AKP-ordu mücadelesinde, ordunun “kitlesel refleks” çağrısı çıkarması ardından, AKP’nin durumu dengelemek için başlattığı karşı çıkış sonrasına denk gelmesi raslantı değildir. AKP’nin bu çıkışının ardından ardı ardına gelen hükümet-genelkurmay zirvelerinde her ne kadar birlik mesajları verilmekte ise de, belli ki mücadele alttaki kurumlar ve güçler aracılığıyla sürdürülmektedir. Üsteki birlik görüntüsü düzenin bekası adına, egemen sınıfların zorlamasıyla yaratılmıştır. Altta ise kavga tüm kapsamıyla devam etmektedir.

Tüm kirli işleri ayyuka çıktığı çıktığı halde bu çürümüş düzenin ayakta kalabilmesinin gerisinde işçi ve emekçilerin suskunluğu vardır. Oysa tüm bu pislikleriyle düzen, işçi ve emekçilerin köleliği üzerine kuruludur. İşçi ve emekçiler açığa çıkmış tüm bu pisliklere karşın düzeni tehdit edecek ve üzerinden atacak bir hareketlilik içerisine giremediği sürece, pisliğin kendisine de bulaşması kaçınılmaz olacaktır. Ne yazık ki bu çürümüş düzen, bağımsız çıkarları uğruna mücadele etmek yerine kendisine boyun eğen bu toplumu da çürütmektedir. Çürümemek için, düzene karşı mücadele cephesinde saf tutmak dışında bir yol yoktur. İşçi ve emekçiler daha geç olmadan bu yolu tutmalıdırlar.


Şemdinli hakimlerine soruşturma!

Yargıtay’ın “Dosya askeri mahkemeye gönderilsin” kararına rağmen Şemdinli davasını askeri mahkemeye göndermeyen Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı İlhan Kaya ve üye Eşref Aksu hakkında soruşturma açıldı. Hatırlanacağı üzere, Yargıtay, Şemdinli sanıkları astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz hakkındaki hapis kararını “eksik soruşturma” gerekçesiyle bozmuş ve dosyanın askeri mahkemeye gönderilmesine hükmetmişti. Ancak, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi bu karara direnerek, dosyayı askeri mahkemeye göndermedi. Sanık astsubayların tahliye talebini ise reddetti.

Sanıklar ve avukatları Adalet Bakanlığı müfettişlerine suç duyurusunda bulundular. Adalet Bakanlığı müfettişleri hakimler hakkında “davayı kişiselleştirmek, tarafsız olmamak” suçlamasıyla soruşturma başlattı.

Öte yandan Hakkâri Valiliği Şemdinli davasına ilişkin olarak 29 Haziran günü yapılacak olan keşfin ertelenmesini talep etti. Mahkemeye bir yazı yazan Valilik, “güvenlik açısından kuşku yaşadıklarını, bu nedenle talep edilen helikopterin tahsis edilemeyeceğini, keşfin ertelenmesini” istedi. Fakat Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise keşfin kesin olarak yapılması yönünde karar aldı.

İki hakim hakkında alınan soruşturma kararının bir dizi anlamı mevcuttur. En önemlisi, ordunun konumunu ve rolünü tüm çıplaklığıyla ortaya koymasıdır. “Kuvvetler ayrılığı”, “hukukun üstünlüğü”, “yargının bağımsızlığı” gibi tüm yaftalar bir yana bırakılarak bu karar verilmiştir. Böylece ordunun, düzenin yönetici çekirdeği olduğu gerçeğinin altı bir kez daha çizilmiştir. Van Savcısı Sarıkaya’nın başına gelenlerin bir benzeri ile karşı karşıyayız. Öte yandan bu karar genelde Kürt halkına ve özelde Şemdinli halkına karşı bir meydan okuma anlamına geliyor. Bu, Kürt halkına yönelik inkar ve imha politikasının yeni bir yansımasıdır.