18 Mayıs 2007 Sayı: 2007/19(19)

  Kızıl Bayrak'tan
   Burjuva gericiliğine ve parlamenter hayallere karşı devrimci sınıf alternatifi
  Sömürü ve talan düzeninin cellatlarını seçmek zorunda değiliz!
Düzenin seçim oyununu bozmak için
bağımsız devrimci sınıf çizgisini güçlendirelim!i
Kapitalizmin söndürdüğü hayatlar
Kapitalist sistemde ayrımcılık her yerde!
Devrimci gençlik mücadelesinde
gelecek için notlar
  Üniversitelerde şenlikler başlıyor...
  Liseli gençlikten...
  Seçimler ve devrimci müdehalenin sorunları
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Gençlik düzen içi çatışmalarda taraf olmayacaktır!
  Seçim mi, salaklığın tescili mi?
Yüksel Akkaya
  Sermaye temsilcilerinin meslek lisesi çığırtkanlığı…
  Gençlikten...
  Seçim çalışmalarından...
  Dünyadan...
  “Cumhuriyet mitingleri”…
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İşçiler 1 Mayıs 2007’yi anlattı...

“Heyecan aynı heyecandı, coşku aynı coşkuydu!”

Ben çalıştığım yerde idari konumda çalışıyorum. O yüzden diğer işçi arkadaşlarımla konuşmak çok kolay olmuyor. Sanki onları oyuna getiriyorum da isim topluyorum gibi bir şey oluyor. Nitekim hiç kimseye hiçbir şey söylemeden, hiçbir mazeret göstermeden 1 Mayıs’a geldim. Bu kadar tepkiyle, polisle, baskıyla karşılaşacağımı beklemiyordum. Taksim’e girileceğine emindim ama böyle baskı olacağını tahmin etmiyordum.

Bütün emekçilerin, işçilerin orada birleştiğini görmek gerçekten heyecan vericiydi. Orada önemli olan 3-5 polisin zorbalık yapması değildi. Orada ele ele, kol kola hiç tanımadığım insanlarla aynı sloganı haykırıp, aynı saygı duruşuna duruyorsam, benim için heyecan budur. Şunu çok açık ve net söylüyorum, her 1 Mayıs’ta değişen hiçbir şey yoktu. Heyecan aynı heyecandı, coşku aynı coşkuydu.

Daha sonra çalıştığım işyerine gittim. Orada iki arkadaşım var. Televizyonda gördüğünü bana sormaya başladılar. Dedim ki “Onlar ne kadar bastırmaya çalışsa da biz daha çok sesimizi duyurduk, tüm dünya gördü.” Onlara “1 Mayıs resmi tatil ilan edilse gelir misiniz?” dedim. Geliriz dediler. Daha sonra diğer arkadaşlara sordum. Onlar da geliriz dediler. Oradaki izlenim gerçekten güzeldi.

Alemdağ’dan bir işçi


“Şimdi bu cesareti işyerlerine taşımalıyız!”

Ben ilk defa bu sene katıldım 1 Mayıs’a. İnsanlar Taksim’e çıkmak için azim gösteriyordu. Orada bir bedel verildiği için insanlarda bir istek vardı. Hiç 1 Mayıs’a gitmeyen insanlar Taksim’e geldi. İnsanlar içindeki korkuyu atmış gibi geldi bana.

Biz de Taksim’e varabilseydik çok güzel olurdu. Ama biz de her yeri Taksim’e çevirdik. Açıkçası Tuzla’da, otobanın orada biraz heyecanlandım ben. Slogan atarken büyük bir coşku duydum, etkilendim.

İşyerimde de sorun yaşadım. İşyerini aramayacaktım, onlar aradı. Hastayım dedim. Çarşamba günü işe gittim. Niye gelmedin dediklerinde “1 Mayıs’a gittim, bir sorun mu var?” dedim. Niye gittiğimi sorduklarında ise işçi haklarını savunmaya gittiğimi söyledim. İşyerinde bazı arkadaşlar terörist demeye kalktılar. Epeyce tartıştık. Yarım saat sonra ise gelip özür dilediler. “Sen anlattıkça anlamaya başladık!” dediler...

İşyerindeki arkadaşlarımın çoğu ise zaten gitmemi destekledi. Birçok arkadaş gururlandığını, göğsünün kabardığını, cesaret aldığını söyledi. Biz Tuzla’da 5000 kişiydik, belki daha fazlaydık. Örnek olduk. İnsanlara cesaret geldi. Şimdi bu cesareti işyerlerine taşımalıyız. İşyerlerinde örgütlenmeliyiz

Dudullu OSB’den bir metal işçisi


“İstanbul’un akışı 1 Mayıs’ta değişti!”

1977 1 Mayıs’ından 30 yıl sonra Taksim’de olmak gerçekten güzel bir duyguydu. Taksim’i yeniden kazandık. Kapitalizm ne kadar saldırırsa saldırsın 2007 1 Mayıs’ında Taksim’deydik. 2008 1 Mayıs’ında da Taksim’de olacağız.

İstanbul’da genel bir grev vardı. İstanbul’da hayat kilitlendi. İstanbul’un akışı bu 1 Mayıs’ta değişti. Şimdi kapitalizmin korkusu 2008 1 Mayıs’ı, 2007 2 Mayıs’ı. Bu korku onlara yetti. Vali Muammer Güler istediği kadar tedbir alsın. 1 Mayıs için onlarca şehirden 17 bin polis getirdiler. Ama Taksim yine işçilerin oldu.

Mitinge giderken yaşananlar çok güzel duygulardı benim için. Taksim’e giremedik. Giremedik ama her yer Taksim’di, her yer kavgaydı. Miting dönüşü haberleri izledim. Devlet televizyonu dahi o zaferi, o coşkuyu yeniden yaşattı. Bu devlet televizyonundan bile yansıdıysa, kapitalistler oturup bir kez daha düşünsün. İşçiler, sadece 1 Mayıslar’da değil her gün, her direnişte, her grevde yine karşılarında olacaklar.

Miting gerçekten çok güzeldi. İnanılmaz bir coşkusu vardı. İnanılmaz bir heyecanı vardı. Hiç gitmeyen insanlar bile, “Ben gelmem, ne yapacağım mitingde!” diyenlerden 2 Mayıs’ta arayıp “Ben gelmedim. Nasıl geçti. Çok güzel geçmiş. Keşke ben de gelseydim!” diyenler oldu. Şimdi insanlar pişmanlık içinde. Şimdi onlar da kendilerini 2008 1 Mayıs’ına hazırlıyorlar.

Ümraniye’den bir işçi


“O heyecan, o hırs bürüyor insanı!”

Çok heyecanlıydım, merakla gittim oraya. Biz Taksim Meydanı’na girmeyi başardık. Oturma eylemi yaptık. Polis bize bir saldırmaya başladı. Çok heyecanlıydı. Bir pastaneye attık kendimizi. Esnaflar da bizlere yardımcı oldu. Polis sürüleri geçerken kepenkleri kapattılar. Savaş gibi geçti. Biber gazından belki geri çekildik ama tekrar tekrar ısrarla Taksim’e çıkma kararlılığıyla yüründü.

İlk defa gitmeme rağmen o heyecan, o hırs bürüyor insanı, oraya çekiyor. Dönüş gibi bir şey olmuyor. Polis saldırılarının ardından kitle yeniden toplanıp yürüyüşe geçiyordu. İlk önce bir grup eylem yapıyordu. Onlara saldırıldıktan sonra çevrede duran sessiz topluluklar başlıyordu eyleme.

Sultanbeyli’den bir tekstil işçisi

(OSB-İMES İşçi Bülteni’nin son sayısından alınmıştır...)


Seçim oyunu başlıyor!

Cumhurbaşkanlığı seçimi, sermaye iktidarını yeni bir krize sürükledi. AKP demokrasicilik oyunu oynarken, diğer cephede CHP ve ordu başta olmak üzere düzenin has efendileri, sözde laiklik adına bir savaş başlattı.

AKP, 2002’de hükümet olduktan sonra, efendilerine hizmette hiç kusur etmedi. İşçi ve emekçilere yönelik ne kadar saldırı planı varsa, bu dönemde büyük bir gayretle hayata geçirmeye çalıştı. Elbette 4,5 yıllık kaymağın esas kısmı sermayenin tekelci kesimlerine düştü doğal olarak. Fakat AKP’nin yaslandığı sermaye grupları da bunun karşılığını fazlasıyla aldı. Albayraklar, Unakıtanlar, Kilerler semirdikçe semirdi. Yine 4,5 yılda devlet mekanizmasında, eğitim, sağlık, ulaşım kuruluşlarında kör gözlere bile batan bir kadrolaşma sağladı.

AKP, ekonomide, iç ve dış politikada işçi-emekçi düşmanı çizgisi ve uygulamalarıyla tekelci sermayenin ve emperyalist devletlerin desteğini sürekli kılmayı da başardı. Dahası bu süreçten, kendi tabanı içinde yıpranmadan çıkabildi. İşte kendisine verilen bu iç ve dış desteğe, bir de parlamento çoğunluğuna dayanarak, temsil ettiği sermaye grupları adına iktidarda ve devlet mekanizmasında yeni mevziler koparmaya yöneldi. Bu konuda kendine o denli güveniyordu ki, cumhurbaşkanlığı seçimini, AKP’yi kerhen kabul eden sermaye kesimleri ile sermaye iktidarının orduda cisimleşmiş kanadını çileden çıkaran bir oyuna çevirdi.

Sonuçta yalnızca kendilerine ve yalnızca bu konuda hassas orta ve alt sınıfları peşlerine takmak gerektiğinde “laik” olan generaller ile aynı kumaştan sermaye çevrelerinin, bu pervasızlığı pek de kolay kabul etmeye niyeti yoktu. Mahkeme kapıları, muhtıralar, her şey ama her şey sözde şeriatçı bir cumhurbaşkanını engellemek içindi. Bugüne kadar yaptığı darbelerden ders çıkaranlar, bu sefer sokakları tank paletleriyle değil, kafası sulandırılan yüzbinlerle doldurdular.

AKP, sözde demokrasi savunucusu olarak kendi tabanındaki itibarını sağlama bağlarken, CHP ise yarattığı laik-şeriatçı kutuplaşması ile kendi itibarını tazelemeye çalışıyordu.

Bu tartışma hepimizin bildiği üzere iki tarafı da memnun ederek bir erken seçim noktasına ulaştı. Görünen odur ki 22 Temmuz’da bir kez daha önümüze sandıkları getirecekler.

Şu haliyle erken seçim biz işçi ve emekçiler için tam bir tuzağa dönüşmüş durumda. İşçi-emekçilere saldırıda hiçbir farkı olmayan, dahası birbirleri ile yarışan bu düzen partilerinin sahte kutuplaşmaları olacak ayrım noktası. İktidara geldiklerinde ise ne “laik”in laikliği, ne de “demokrat”ın demokratlığı kalacaktır. Hepsi ama hepsi, emperyalist devletlerin ve büyük patronların istediği ne varsa onu gerçekleştirecektir. Doğalında ise kaybeden bizler olacağız.

Bunun için bu ortaoyununa kanmamalı, düzenin seçim oyununu boşa çıkarmalıyız. Sahte kutuplaşmaları değil, sınıfsal uçurumları düşünerek seçim sürecine yaklaşmalıyız. Çalıp çırpmaktan başka bir şey yapmayan düzen partilerinden hesap sormalı, kapitalist düzenle hesaplaşmadan hiçbir sorunumuzun çözülemeyeceğinin farkına varmalıyız. Onlar bize ancak açlık ve sefalet getirirler. Laikliğin de, gerçek demokrasinin de mümkün olmasının tek yolu işçi sınıfının kendi iktidarını kurmasıdır.

Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmdedir!

(OSB-İMES İşçi Bülteni’nin son sayısından alınmıştır...)