18 Mayıs 2007 Sayı: 2007/19(19)

  Kızıl Bayrak'tan
   Burjuva gericiliğine ve parlamenter hayallere karşı devrimci sınıf alternatifi
  Sömürü ve talan düzeninin cellatlarını seçmek zorunda değiliz!
Düzenin seçim oyununu bozmak için
bağımsız devrimci sınıf çizgisini güçlendirelim!i
Kapitalizmin söndürdüğü hayatlar
Kapitalist sistemde ayrımcılık her yerde!
Devrimci gençlik mücadelesinde
gelecek için notlar
  Üniversitelerde şenlikler başlıyor...
  Liseli gençlikten...
  Seçimler ve devrimci müdehalenin sorunları
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Gençlik düzen içi çatışmalarda taraf olmayacaktır!
  Seçim mi, salaklığın tescili mi?
Yüksel Akkaya
  Sermaye temsilcilerinin meslek lisesi çığırtkanlığı…
  Gençlikten...
  Seçim çalışmalarından...
  Dünyadan...
  “Cumhuriyet mitingleri”…
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Burjuva gericiliğine ve parlamenter hayallere karşı devrimci sınıf alternatifi

Türk burjuvazisinin ve siyasi figüranlarının yönetememe krizi 22 Temmuz’da yapılması kararlaştırılan erken seçim sonrasına ertelenmiş görünüyor. Ancak bu erteleme pasif bir bekleyiş sürecini ifade etmiyor. Tersine, veriler, krize yol açan egemenler arası iktidar çatışmasında cephelerin karşılıklı olarak tahkim edildiği hareketli bir sürece girildiğini gösteriyor.

Düzenin “asıl efendileri” tarafından “sanal muhtıra”ya maruz bırakılan “milletin iradesi”, derin bir şoka eşlik eden kısa süreli bir şaşkınlığın ardından yeni dönem taktiklerini belirlemiş görünüyor. Kendini “milletin iradesi” diye lanse eden AKP hükümeti ile müritleri postallı muhtıraya boyun eğdikleri halde, “cumhur”a başvurarak “biz mazlumuz” edebiyatına başladılar bile.

“Biz mazlumuz” söylemiyle oy avcılığına çıkan Tayyip, yabancı basının, ordunun cumhurbaşkanı seçimine müdahalesiyle ilgili sorularına maruz kalınca takındığı sahte sükuneti bir anda yitiriyor. Ama yanıtları “Başbakan benim, ordu bana bağlı çalışan bir kurumdur, burası bir hukuk devletidir” türünden gevelemelerin ötesine geçemiyor. Bu tür sözleri elbette pek ciddiye alan olmuyor. Zira 353 milletvekili olan bir hükümetin sanal muhtıranın yayına girmesiyle büyük ölçüde işlevsizleştiğini “yabancı”lar da dahil artık herkes biliyor.

Karşıt kutbun tanımıyla “anti-laik” cepheyi temsil eden AKP, -ki kendisi laiklikten hiçbir koşulda ödün vermeyeceğini yineleyip duruyor!- “cumhur”dan büyük destek göreceğini varsayarak hem Başbakanlığı, hem de Çankaya tepesini ele geçirmeye odaklanmış görünüyor. Burjuva siyaset arenasındaki diğer figüranların vaziyeti ise, en azından verili koşullarda bunu engelleyebilecek gibi görünmüyor.

Bu durum sermayenin kalemşör ve “uzman” takımını fazlasıyla endişelendirmektedir. Zira bu varsayım tutarsa, egemenler arası çatışmanın şiddetleneceği, postallı muhtırayı verenlerin işi daha da ileriye taşıyacağı öngörülüyor. Washington’ın haber devşiricilerinin aktardığı bilgiler ise bu endişeyi daha da derinleştiriyor. Belirtildiğine göre, Beyaz Saray’la Pentagon’un şefleri her koşulda Türk ordusuyla arayı bozacak girişimlerden kaçınacak. ABD’nin Ankara büyükelçisinin birkaç gün önce generaller huzurunda yaptığı konuşmada, Kürt hareketiyle ilgili ifadelerde gözlenen belirgin üslup değişikliği de, ordu şeflerini hoşnut edecek cinstendi. Bush liderliğindeki savaş kundakçıları, Türk egemenleri arasındaki çatışmada generalleri rahatsız edecek girişimlerden kaçınacak, durum bunu gösteriyor.

Elbette Washington’daki efendilerin bu tutumu, darbe istedikleri veya Ankara’daki uşaklarından birini feda etmeye karar verdikleri anlamına gelmiyor. Ancak bu, dönemsel işlevi olan bir partiyi (AKP’yi), hizmetlerindeki düzene sadakatle bekçilik yapan temel bir kuruma, yani düzen ordusuna tercih etmeyeceğinin de somut bir göstergesidir. Görünen o ki, Washington’daki efendiler gelişmelere bağlı olarak ve eğer ihtiyaç kalırsa, Tayyip, müritleri ve temsil ettikleri sermaye güçlerinin artı-değer yağmasından daha çok pay alma, bununla bağlantılı olarak iktidarda daha etkili bir güç olma hırsını dizginleme yoluna gidebilecekler.

Irkçılık ve gericiliğin en berbat versiyonlarıyla malul olan “laik cephe”nin sağcı partileri ile “sol kılıklı” sağcı patilerini birleşmeye veya seçim ittifakına gitmeye zorlayan güçlerin işi de pek kolay görünmüyor. Zira bu birleşmelerin üstten dayatmayla, böyle olunca da iğreti olduğu her halinden bellidir. Gerici/sağcı partilerin kirli savaş şefi Mehmet Ağar başkanlığında birleştiği söyleniyor. Ancak bu birleşmenin “mucize” yaratmasını pek bekleyen yok. Sol kılıklı sağı temsil eden CHP-DSP ise, şovenist histeriyi körükleyen organizatörlerin başını çektiği mitinglerde de gündeme gelen “birleşin” baskısına rağmen birleşmekte güçlük çekiyorlar. Zira koltuk hesabı üzerinde yoğunlaşan pazarlıklarda anlaşmaları kolay görünmüyor.

Dinci gericiliğin yanısıra milliyetçi şoven söylemin de şampiyonluğunu yapan AKP’ye karşı olma iddiasındaki partiler, üstten gelen talimatla birleşse bile, egemenler arası çatışmada denge sağlayacak güce ulaşıp ulaşmayacakları belli değil. Dahası verili durumda bunu başaracak gibi de görünmüyorlar. Bu durum hem sömürü çarkının istikrarlı bir şekilde dönmesini isteyen sermeyenin, hem de kalemşör takımının AKP’ye “uzlaşmaya hazır olun” telkininde bulunmalarına yol açıyor. Aksi halde yine postallı muhtıracılar sahneye çıkacak. Olayların bu noktaya varması halinde egemenlerin yönetememe krizinin farklı boyutlara evrilebilme olasılığı gündeme gelecek.

Her ne kadar egemenler cephesi, sermaye ve emperyalist merkezler, “sorun demokratik işleyiş zedelenmeden çözülmeli” dese de, tüm taraflar bu “demokratik işleyişin” ne menem bir şey olduğunu gayet iyi biliyor. Yani “cumhur”un ne diyeceği fazla bir şey ifade etmeyebilir. Ancak AKP dışındaki partilerin meclis çoğunluğuna ulaşabilmesi durumunda postallı muhtıracılar “milletin iradesi”ne “saygı” gösterecek. Aksi halde “cumhur”un tercihi bir kez daha postallar altında çiğnenebilir.

Aslında “demokratik işleyiş”in ne menem bir şey olduğunu görmek için 22 Temmuz sonrasını beklemeye gerek yok. Postallı muhtıra bir yana, bugünlerde Kürt milletvekillerinin meclise girmesini önlemek için akla hayale gelmeyecek şaklabanlıklar yapan meclis bileşimine bakmak bile yeterlidir. Güya iki cepheye ayrılan düzen partileri, ırkçı-gerici zihniyet sözkonusu olunca tam bir mutabakat için harekete ediyor. Amaç; DTP’nin milletvekili adaylarının ne pahasına olursa olsun meclise girmesini engellemek. İşte “demokratik işleyiş”in sınırları da buraya kadar.

Hal böyleyken, DTP’nin bağımsız adaylarla seçime girme kararı, parlamenter avanaklıkla malul reformist çevreleri pek heyecanlandırmış görünüyor. DTP etrafında pervane gibi dönen reformist şefler, belli ki, kendilerini şimdiden mecliste hayal etmeye başladılar. Bu hayallerden dolayı olsa gerek, emperyalistler, sermeye örgütleri, düzen partileri ve gericiliğin pekçok versiyonunu temsil eden güçler “milletin iradesi”nin sınırları konusunda gerçekçi olabilirken, sermayenin meclisine itibar atfetmek sol, hatta sosyalist söylemi bırakmayan reformistlere “nasip oluyor”.

“Özgürlükçü/demokratik” güçlerin mecliste olmasının önemine işaret eden reformistler, emekçilerin, itibarı yerlerde sürünen sermaye meclisinden medet ummasını sağlamaya çalışıyorlar. Parlamentoya kapağı atabilmek için iyi bir gerekçe; “Mecliste demokrasi mücadelesi!” Ceylan derili koltuklar, 10 bin YTL’ye yakın maaş, iki yıl içinde süper emeklilik... Tüm bunlar fena değil elbette, ancak bunların işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen hakların kazanımlarıyla bir ilgisi yoktur.

Sorun elbette seçimlerden ve burjuva parlamentosundan devrimci amaçlar doğrultusunda yararlanmaktan değil, fakat bizzat bu meclisin emekçilere çözüm platformu olarak sunulmasından çıkmaktadır. Parlamentarist hayallerle sersemlemiş durumdaki liberal sol için seçim çalışması, burjuva parlamentosu da dahil olmak üzere kapitalist düzeni tüm kurumlarıyla teşhir etmenin, işçi sınıfı ve emekçileri meşru-militan mücadeleye çağırmanın bir fırsatı ve olanağı değil, fakat meclise girmek için “oy desteği” elde etme aracıdır.

“Laik, anti-laik” kutuplarıyla, bu iki kutup dışında görünmeye çalışan versiyonlarıyla tüm emekçi düşmanı, gerici düzen partileri, “tek”leşen programlarıyla işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen halkların karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Düzen, bir kez daha “celladınızı seçmek hürriyetiyle hürsünüz!” diyor.

Meclise girme hayalleri kuran reformistler de, belli pazarlıklardan sonra, “demokratik sorunların çözümü için bizi meclise gönderin, demokrasi güçlerinin parlamentoda olmaması büyük bir kayıptır, biz oraya giderek bu durumu emekçiler ve Kürt halkı lehine çevireceğiz” mealindeki düzene hizmet eden propagandaya başlayacaklardır. 2002 seçimlerinde bu eksende nasıl çırpındıkları, ne türden ham hayaller kurdukları bilinmektedir.

Komünistler seçimlere ve burjuva parlamentosuna karşı ilkesel ve politik yaklaşımlarını her zaman bütün bir açıklığı ile ortaya koymuşlardır:

“Komünistler seçimlere katılmayı ve burjuva parlamentosundan devrimci amaçlar için yararlanmayı ilke olarak reddetmezler. Fakat bunu yaparken, bizzat bu çaba içinde parlamentarizmi en etkin biçimde teşhir ederler ve bu konuda kitlelerde en ufak bir yanılsamaya mahal vermemeye özel bir dikkat gösterirler. Seçimler süreci ve olanaklı olduğu ölçüde parlamento kürsüsü, onlar için, temel yapısı ve kurumlarıyla burjuva düzeni, bu arada bizzat burjuva parlamentosunun içyüzünü ve temel işlevini teşhir etmenin; devrimci ilke ve amaçları propaganda etmenin, kitlelere gerçek kurtuluş yolunu göstermenin bir aracından ve fırsatından başka bir şey değildir.

“Seçimler dönemi burjuva düzen partileri için, hoşnutsuzluğu büyümüş ve sorunlarına çözüm arayışları peşindeki kitleleri sahte vaatler ve çözümlerle aldatmanın, onları kendi bağımsız güçleriyle siyasi yaşama katılmaktan alıkoymanın, parlamento dışı sınıf mücadelesinin önünü kesmenin bir olanağıdır. Tersinden devrimci sınıf partisi içinse, parlamenter hayalleri darbeleyerek devrimci sınıf bilincini ve mücadelesini geliştirmenin temel önemde bir fırsatıdır. Bu çerçevede komünistler için seçim çalışmaları tümüyle devrimci sınıf mücadelesine ilişkin genel hedef ve görevlere tabidir; onlar seçim atmosferinden, kitleleri devrimci hedeflere kazanmanın, onların birliğini, örgütlenmesini ve mücadelesini bu doğrultuda geliştirmenin bir olanağı olarak yararlanmaya bakarlar. Bu çerçevede onlar kitlelerin karşısına düzenin yasallık cenderesine ve seçimlere uyarlanmış güdük seçim platformları ve bildirgeleriyle değil, kendi bağımsız devrimci sınıf programlarıyla, bunun döneme uyarlanmış ve güncel devrimci görevlere bağlanmış popüler açıklamalarıyla çıkarlar. (Seçimler ve Devrimci Sınıf Çizgisi, Parti Değerlendirmeleri-1, Eksen Y., s. 422)

Bu görüşler komünistlerin gündemdeki seçimlere yaklaşımlarının ilkesel ve politik çerçevesini vermekle kalmamakta, devrimci güçlerle muhtemel bir ortak seçim çalışmasının özüne ve amacına bakışlarını da esası yönünden ortaya koymaktadır.