18 Mayıs 2007 Sayı: 2007/19(19)

  Kızıl Bayrak'tan
   Burjuva gericiliğine ve parlamenter hayallere karşı devrimci sınıf alternatifi
  Sömürü ve talan düzeninin cellatlarını seçmek zorunda değiliz!
Düzenin seçim oyununu bozmak için
bağımsız devrimci sınıf çizgisini güçlendirelim!i
Kapitalizmin söndürdüğü hayatlar
Kapitalist sistemde ayrımcılık her yerde!
Devrimci gençlik mücadelesinde
gelecek için notlar
  Üniversitelerde şenlikler başlıyor...
  Liseli gençlikten...
  Seçimler ve devrimci müdehalenin sorunları
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Gençlik düzen içi çatışmalarda taraf olmayacaktır!
  Seçim mi, salaklığın tescili mi?
Yüksel Akkaya
  Sermaye temsilcilerinin meslek lisesi çığırtkanlığı…
  Gençlikten...
  Seçim çalışmalarından...
  Dünyadan...
  “Cumhuriyet mitingleri”…
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Gençlik düzen içi çatışmalarda taraf olmayacaktır!

Düzene karşı devrimin safındayız!

Yakın dönemde cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaşması ile beraber sermaye düzeninin farklı klikleri arasındaki çatışmalar da derinleşti. AKP ve ordu arasında yaşanan, muhtıralara ve karşılıklı meydan okumalara varan bu çatışmada üniversiteler açık bir tutum alarak ordu eksenli bir konumlanış içerisinde bulunmuştur. Rektörlerden ardı ardına gelen açıklamalar, üniversitelerden miting alanlarına kaldırılan otobüsler, ilgili üniversitenin yönetiminin inisiyatifi üzerinden şekillenen münferit örnekler değil, aksine üniversitelerin sözkonusu düzen içi çatışmadaki konumlanışının açık bir göstergesidir. Elbette 12 Eylül askeri faşist darbesinin en kurumsal aygıtlarından birisi olan YÖK’ün başında bulunduğu bir kurumun, ordu merkezli gericiliğin tarafında olması şaşılacak bir durum değildir. 12 Eylül askeri faşist darbesinin öz çocuğu olan YÖK üniversitelerin tepesine çöreklendiği günden bu yana, eğitimde gericileşmenin, üniversitelerdeki kışla düzeninin güvencesi olmuştur. Ancak faşist histeri dalgasını demokrasi ve laiklik savunusu gibi söylemlerle gizlemeye çalışmak, üniversitelerin ve başındaki kurum olan YÖK’ün boyunu oldukça aşmaktadır.

Zira üniversitelerin tarihi sistemin bir ideolojik aygıtı olarak onun bekası için çalışmak olagelmiştir. Bu açıdan üniversiteler sistemin değişen ihtiyaçlarına göre konumlanmak, bu çerçevede ideolojik üretim alanı olmak dışında bir misyona sahip değildir. YÖK ve ordu ile birlikte halihazırdaki dinci gericiliğin kaynağı durumundaki yüksek öğretim sisteminin laikliği savunması, gericiliğe karşı mücadele ettiğini iddia etmesi ancak bir kara mizah olarak ele alınabilir.

Gericiliğin dayanaklarına karşı mücadele edilmeden “ilerici” olunamaz!

14 Nisanla başlayan ve akabinde devam eden “cumhuriyet mitingleri” şoven faşist kesimin başını döndürürken, son yıllarda sürekli ısıtılarak toplumun önüne sürülen ulusalcılık söylemlerinin etkisi altındaki kesimlerde bir bilinç bulanıklığına yol açmıştır. Sözkonusu mitinglere bakarak, halk hareketi tanımlamalarında bulunanlar, sivil darbe ilan edenler, bütün bu mitingleri “kendiliğinden bir tepkinin dışavurumu” olarak algılayanlar, bu bilinç bulanıklığının en yoğunlaşmış örnekleridir. Ancak sözkonusu mitingler hiç de bu kesimlerin sandığı gibi bir anda ortaya çıkmamışlardır. Darbeci generalin basına yansıyan günlüklerinde, silahlı bürokrasinin “sivil toplum”un gücünü/önemini keşfettiği, özellikle de 2003’ten sonra bu alana özel bir şekilde yöneldiği ifade edilmektedir. Nitekim çeşitli adlar altında kurulan ırkçı-militarist dernek/cephe türü oluşumların tümünün başında “emekli” üst düzey ordu mensuplarının bulunması da, darbeci general günlükleriyle tam bir çakışma içindedir.

Son dönem yapılan “cumhuriyeti savunma” mitinglerinde üniversite senatoları, ADD ve ADT gibi kurumlar temel bir rol oynamışlardır. Elbette tüm bu sürecin ardında Genelkurmay bulunmaktadır. Miting organizasyonları ise sivil kılıklı askerler tarafından gerçekleştirilmiş ve planlanmıştır. Mitingde yapılan konuşmalar bu noktada hiçbir kuşku bırakmayacak açıklıktadır. Zira ordu güdümlü “prof” Nur Serter; “Genelkurmay Başkanı’na “memur” diyen bir zihniyete karşı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin önünde, şanlı ordumuzun önünde saygıyla eğiliyoruz. Türk ordusu çok yaşa. Türk ordusu, 27 Nisan’da bizim sesimizi duymuş, bizim sesimize sahip çıkmış, demokrasiye sahip çıkmıştır. 27 Nisan’da Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek iradesine sahip çıkmıştır. Atatürk ilke ve inkılâplarıyla çatışmaktan vazgeçip, cumhuriyet kurumlarıyla uğraşmaktan vazgeçin. Dini sömürmekten de vazgeçin, Çankaya’yı kuşatma planlarından vazgeçin” diyerek, ordunun önünde bir kez daha secdeye varmıştır.

Elbette Nur Serter ilerici, devrimci gençlik güçlerinin yakından tanıdığı bir isimdir. İstanbul Üniversitesi’ndeki sorgu (soruşturma) komisyonlarının, türbanlıları “ikna” odalarının, onlarca demokrat öğretim üyesinin üniversitelerden uzaklaştırılmasının, yüzlerce öğrenciye açılan soruşturmaların, İstanbul Üniversitesi’nin amfilerinin içine dek çevik kuvvet sokulmasını sonuçlayan kararların altında Nur Serter’in imzası bulunmaktadır. Mitingde buram buram militarizm kokan, ordu şakşakçılığında diğer konuşmacılara açık ara fark atan bu isim halen İstanbul Üniversitesi’nde öğretim elemanı olup, esasında YÖK’ün militer yapısının anlamlı bir özeti durumundadır.

Burjuva cumhuriyetinin laik ve demokratik karakterini savunduğunu iddia edenler, hele ki bunun ordunun temel görevi olduğunu iddia edenler, açıkça yalan söylemekte ve demagoji yapmaktadır. Zira burjuva cumhuriyet tarihinin hiçbir dönemi için laiklikten söz edebilmek mümkün değildir. Onun için din ve dinsel ideoloji hep kullanılan bir araç işlevi görmüştür. Burjuva gelişmenin ihtiyaçlarına uydurulmuş biçimiyle din ve dinsel ideoloji, cumhuriyetin başından itibaren ve günümüze kadar burjuvazi tarafından bilinçli ve etkin bir biçimde kullanımıştır. Yüzbini aşkın mensubu bulunan ve devlet bütçesinden en büyük paylardan birini alan Diyenet kurumu bunun en tartışmasız örneği olarak orta yerde durmaktadır. Fakat devletin dini etkin bir ideolojik araç olarak kullanması bunun da ötesindedir. ‘60’lı yıllardan itibaren o devletin elinde devrime karşı bir “dalga kıran”dır. ‘70’li yıllarda toplumsal muhalefet sivil faşist terörün yanı sıra güçlü bir dinsel propaganda ile püskürtülmeye çalışılmıştır. 12 Eylü faşist darbesini izleyen ‘80’li yıllarda generaller tarafından Türk-İslam sentezi resmi devlet ideolojisi haline getirilmiş, din dersleri zorunlu hale getirilmiş, imam hatipler ile resmi kuran kursları ülke çapında patlama yapmıştır.

Yine yıllardır devlet tüm kurumları ile Kürdistan’da Kürt ulusal mücadelesine karşı dinsel gericiliği etkili bir biçimde kullanmaktadır.

Ellerinde Türk bayrakları meydanlara çıkarak “laik Türkiye” sloganları atanlar, orduyu “laikliğin biricik savunucusu” olarak görenler bu yolla faşizmin toplumsal tabanını oluşturduklarının farkında bile değiller. Yazık ki bugün alanlara çıkan onbinlerce insanın arasında sosyal yıkım saldırıları ile köleleştirilen emekçiler, ticarileşen eğitimle, mesleki alanlardaki yeniden yapılandırmalarla geleceksizleştirilen gençler, kendilerini köleliğe, geleceksizliğe mahkum edenlerle kol kola yürüdüklerinden bihaberler.

Gençliğin safı işçi sınıfının ve devrimin safıdır!

Bugün sermayenin farklı klikleri arasında oldukça ciddi düzeylere varan bir çatışma yaşandığı açıktır. Ancak bu çatışmanın taraflarını iyi okumak gerekir. AKP bugün dinsel gericiliğin temsilcisidir. Ordu ise kendi tarihine bakıldığında ikiyüzlülüğü rahatlıkla kavranacak bir laiklik savunusu perdelemesiyle şoven/milliyetçi gericiliğin temsilciliğini yapmaktadır. İşte bu, sözkonusu çatışmanın kritik noktasıdır. Zira bu coğrafyanın işçileri, emekçileri, ezilen halkları, gençlik kesimleri işte böyle bir çatışmanın tarafı yapılmak istenmektedir. Bu haliyle sözkonusu kesimler ya gericilikten gericilik beğenerek (!) bir tarafa eklemlenecektir ya da devrimci bir cephe açarak her türden gericiliğe karşı duracaklardır.

Bugün karşımıza derinleşen boyutuyla çıkmış olan bu düzen içi çatışmanın taraflarının esasında aralarında ciddi bir çıkar birliği, ortaklık hukuku olduğu açıktır. Bu haliyle bugün çatışan bu güçler, sözkonusu olan işçi ve emekçileri sömüren, geniş gençlik kesimlerini geleceksizleştiren sermaye düzeninin bekası olduğunda birbirleriyle gül gibi geçinmektedirler.

İşçi sınıfı ve emekçiler, gençlik; gerici güçler arasında cereyan eden bu çatışmada hiçbir koşulda taraf olmamalıdır. Zira karşılarındaki her iki taraf da özelleştirmelerin, kölelik yasalarının, mesleksizleştirme, geleceksizleştirme saldırılarının aynı ölçüde sorumlusudur. Her iki taraf da sözkonusu olan kardeş halkların katli için emperyalizmle işbirliği olunca ‘bu işbirliğini nasıl güçlendirir de pastadan daha büyük pay alırım’ın derdiyle omuz omuza çaba harcamaktadır. Her iki taraf da bugün ellerinde binlerce devrimcinin, Kürt halkının, bu coğrafyada emekten yana saf tutmuşların kanını taşımaktadır. Bugün üniversite kapılarını işçi-emekçilere kapatan, bugün istihdam sorununun bu ölçüde derinleşmesine yol açan, bugün kardeş halkları birbirine kırdırmaya çalışan AKP’siyle ve ordusuyla bir bütün olarak sermaye düzeninin kendisidir.

Hâlihazırdaki düzenin gençliğe ne gelecek, ne de özgürlük verme şansı bulunmuyor. Yapay krizlerin arkasına bakıldığında her yeri çürüyen ve çeteleşen bir düzenle karşılaşmaktayız. İşte tam da bu nedenle, düzenle cepheden çatışmaya girilmeden gelecek ve özgürlük adına tek bir kazanım elde edebilme şansımız bulunmamaktadır.

Geleceğimizin gaspedildiğini anlamadan, geleceğimiz için mücadele etmeden özgür olma şansımız yoktur. Üniversiteleri şirketleştiren, bizleri müşterileştiren, eğitimin kendisini metalaştıran bir sisteme karşı mücadele etmeden özgürlük kazanılamayacaktır. Özgürlük bugün hiç olmadığı kadar mücadele etme zorunluluğunun ifadesidir.

Ekim Gençliği