18 Mayıs 2007 Sayı: 2007/19(19)

  Kızıl Bayrak'tan
   Burjuva gericiliğine ve parlamenter hayallere karşı devrimci sınıf alternatifi
  Sömürü ve talan düzeninin cellatlarını seçmek zorunda değiliz!
Düzenin seçim oyununu bozmak için
bağımsız devrimci sınıf çizgisini güçlendirelim!i
Kapitalizmin söndürdüğü hayatlar
Kapitalist sistemde ayrımcılık her yerde!
Devrimci gençlik mücadelesinde
gelecek için notlar
  Üniversitelerde şenlikler başlıyor...
  Liseli gençlikten...
  Seçimler ve devrimci müdehalenin sorunları
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Gençlik düzen içi çatışmalarda taraf olmayacaktır!
  Seçim mi, salaklığın tescili mi?
Yüksel Akkaya
  Sermaye temsilcilerinin meslek lisesi çığırtkanlığı…
  Gençlikten...
  Seçim çalışmalarından...
  Dünyadan...
  “Cumhuriyet mitingleri”…
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

“Cumhuriyet mitingleri”…

M. Can Yüce

Öncelikle bazı sorular sormamız gerekiyor: Nisan ayının ortalarında başlayan Cumhuriyet mitinglerine milyonlarca insan katıldı. Milyonları ifade eden bu kalabalık neyin mücadelesini veriyor, hedefleri ne? Bu milyonları bulan kitle, gerçek anlamda bağımsız mı? Değilse kime, neye bağımlı? Genelkurmay öncülüğünde geliştirilen darbe girişimi, 27 Nisan muhtırası ile bu kitle eylemleri arasında doğrudan veya dolaylı bir ilişki var mı? Daha da önemlisi bu kitle devlet açısından ne anlam ifade ediyor; devrim mücadelesi açısından ne anlama geliyor? Özel savaş rejimi ve güncel politikalarıyla bu kitlesel eylemlerin politik hedefleri arasındaki ortaklıklar nelerdir!

15 Nisan’da Ankara’da gerçekleşen ilk miting, emekli generallerin yöneticisi olduğu dernekler tarafından organize edildi. Diğerlerine ise daha “sivil” bir görünüm verilmeye çalışıldı. Bu mitingin açık hedefi görünürde AKP hükümeti ve onun cumhurbaşkanlığı konusundaki politikasını engellemek, “Cumhuriyetin temel değerlerini” korumak biçiminde ifade edildi. Bu, bir yönüyle doğruydu. 12 Nisan’da yapılan Genelkurmay’ın basın toplantısında açıkça desteklendi. Bu ilk miting kitlesel olarak kalabalıktı, Türk bayrakları taşıyarak resmi ideolojinin bilinen sloganlarını tekrarlıyordu. Güncel hedef AKP ve onun güncel politik girişimleriydi. Ama mitingin hedefi ve mesajları salt bununla sınırlı değildi. Irkçı şovenizm, Kürt ve devrim düşmanlığı, TC’nin resmi çizgi ve politikasının kitlesel temelde ortaya konulması bundan sonraki karşı-devrimci, Kürdistan karşıtı politikaların politik ve psikolojik dayanağı yapılmak isteniyordu.

En gerici ve karşı-devrimci politikaları şişirilmiş kitle gösterileri aracılığıyla dayatmak, aslında eski bir özel savaş, faşist taktiklerinden biridir. Hitler ve diğer izleyicileri bu yöntemleri sık sık kullanmış ve bu kitle gösterileriyle politik hedeflerine daha kolay ulaşmışlardır. Bu mitinglere katılan kitlelerin bu politik hedeflerin bilincinde olup olmamalarından bağımsız olarak bu böyledir. Kaldı ki bu gösteriler kendiliğinden, kitlesel reflekslerle gelişen eylemler değil, özel savaş elemanları veya onların etkisindeki kurum ve kişiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu mitinglere uzaktan bakan bir gözlemci, gözüne çarpan “kırmız beyaz” renklerle devletin askeri despotik, sömürgeci, ırkçı şoven niteliklerini anlamakta zorluk çekmez!

Kısacası savunulan, devletin kendisidir, bütün renkleri ve nitelikleriyle TC’den başkası değildir! Kısa vadeli hedef AKP olmakla birlikte uzun vadeli hedef krize giren TC’nin geleneksel yapısını olduğu gibi sürdürmektir. Bunun ilk adımı olarak da iktidar düzleminde hiçbir gedik vermemektir. Cumhurbaşkanlığı üzerinde koparılan gürültünün en temel anlamı da budur!

Ankara mitinginin mesajı ile daha önce basın toplantısında açıklanan Genelkurmay açıklamalarının özü aynıdır. Bu öz, 27 Nisan muhtırası ile çok daha net, açık ve dolaysız anlatılmıştır.

“Bu devlet sahipsiz değildir, gerektiğinde devletin, Cumhuriyetin sahipleri harekete geçmekten çekinmeyecektir!”

Çekinmediklerini de çok açıkça ortaya koymuşlardır. 27 Nisan muhtırasından sonra AKP’nin planları işlemez hale gelmiştir. Ama bu, sadece bir adım olarak değerlendirilmiş ve devamının kararlılıkla getirileceği mesajı verilmiştir. Seçim kararı, seçimde AKP’yi geriletme hesapları ve bunun bir adımı olarak “sağ ve solda birlik” dayatmaları ve bunun alelacele kotarılmaya çalışılması daha sonraki adımlar olarak gündeme gelmiştir. Bu adımların ayrıntılarına ve bunların değerlendirmesine girmek konumuz değildir. Konumuz kitlesel mitingler ve bu eylemlerde TC’nin, resmi çizginin kendisini eylemli olarak ifade etmesi ve bunun Kürdistan ve Türkiye devrimleri açısından taşıdığı büyük ve ciddi tehlikelere işaret etmektir!

TC’nin, resmi çizginin kendisini meydanlarda milyonlarla dışavurması, aynı zamanda bu düzenle uzlaşma, bu düzen içinde kendisine bir yer arama çabalarına, hayallerine de ölümcül bir darbe olarak algılanmalıdır. TC ve özel savaş aygıtı, 27 Nisan muhtırasında ifade ettikleri gibi kendisini “Ne mutlu Türküm” sözüyle tanımlamayan ve başka kimlik arayışının peşinde koşanlara bu düzende yaşam hakkı tanımamakta kararlıdır! Resmi çizgi dışında ve ona karşı olan herkes “düşmandır”, algıları, yaklaşımları ve politik tutumları budur!

Anti-demokratizmin, askeri despotik yapının ve çizginin temel nedeni, özü ve sürdürme gerekçesi budur! Bu, kuşkusuz bölünmüş, zayıf, tartışmalı bir iktidar sitemini değil, yekpare, merkezi ve yoğunlaşmış bir iktidar sistemini koşullamaktadır! Egemenler cephesindeki güncel hesaplaşmanın derinlerindeki temel neden yine budur. Elbette paylaşılan, paylaşılmak istenen veya istenmeyen başka alanlar var, kavganın bir ucu buralara dayanıyor; ama bu işin sadece bir boyutudur.

Bu egemenler cephesindeki iç dalaşta esas zararlı çıkan, stratejik olarak gerileyen; TC, özel savaş aygıtının bilinen yapısından en çok zarar gören Kürt halkı, emekçi sınıflar ve devrimciler olmuştur! Resmi çizginin bu kadar kitlelere yedirilmiş olmasının, bunun en gerici tarzda kendisini konuşturmasının, devrimci güçler ve Kürtler açısından başka bir anlamı yoktur.

Resmi çizginin, özel savaş aygıtının güncel ve uzun vadeli çizgisini milyonların eylemiyle dışa vurması, bir bakıma, Hrant Dink’in cenaze töreninde yüz binlerin dile getirdiği “Hepimiz Ermeni’yiz” sözünün açığa vurduğu kırılmaya bir yanıt, bir tür kitlesel karşı duruş hareketi olmuştur.

Seçimler olur, şu veya bu parti seçimi kazanır, Cumhurbaşkanlığı seçimi olur, şu veya bu kişi bu koltuğa oturur! Bunların nasıl gerçekleşeceği bir yana, resmi çizginin bu kadar kriz, çözülme ve bozulmadan sonra kendisini toparlaması ve bunu kitlesel tabana eylemli olarak oturtması, bir bakıma bunun kitlesel düzlemde bir restorasyon niteliğinde olması, bir kez daha vurgulamak durumundayız ki, devrimci güçler açısından stratejik gerileme, stratejik handikap anlamına gelmektedir. Bu kitlesel temelin bu haliyle bırakılmayarak daha süreklileşmiş örgütlenmelere kavuşturulması tehlikeyi daha bir sürekli kılmaktadır.

Kabul etmek gerekir ki, bu kendiliğinden oluşan bir durum değildir. AKP bu hareketin oluşumunda sadece bir bahane olmuş, bir bakıma “olgunlaşmış bir zemin” sunmuştur. Bu zemin özel savaş aygıtı tarafından değerlendirilmektedir. Yoksa AKP ve diğer partilerin demokrasiyle, en sıradan hak, hukuk, adalet ilkeleriyle bir ilişkisi yoktur. AKP, dinsel eğilimleri olan, bu anlamda laikliği sulandırmak isteyen, ama TC’nin temellerini benimseyen gerici, ırkçı bir partidir. Son yapılan anayasa değişikliği ile diğer partilerle işbirliği içinde bağımsız adayların seçimini zorlaştıran bir değişikliği gerçekleştirmeleri, nasıl anti demokratik ve Kürt düşmanı bir çizgiye sahip olduğunu çok açık bir biçimde göstermiştir.

Kısacası, askeri cumhuriyet ve unsurları ile demokrasicilik oyununun figüranları arasındaki ilişki ve çelişkilerde bilerek veya bilmeyerek taraf olmak, bunu demokrasi adına yapmak, en yumuşak deyimle aymazlıktır. Bu darbe sürecinin önemli bir özelliği, askeri cumhuriyetin bir yönüyle kendisini kitle eylemleriyle konuşturması ve bunu önemli bir politik ve psikolojik dayanak yapmasıdır! “Cumhuriyet mitingleri” adı tam da bu amaca oturmaktadır! Bu politik ve psikolojik dayanak halkımız, devrimci güçler, emekçi sınıflar açısından stratejik bir handikap anlamına gelmektedir. Aynı zamanda bir kez daha reform hayallerinin de sonuna işaret etmektedir.

Bir kez daha kanıtlandı ve doğrulandı ki, demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi en temel istemlerin gerçekleşme yolu devrimden geçmektedir. Ama bu yol uzun ve zahmetli bir yoldur, uzun soluklu bir duruşu ve yürüyüşü koşullamaktadır. Devrimcilerin işi daha bir zorlaşmıştır. Milyonların eylemli desteğini alan resmi çizgiye, ırkçı şoven hezeyanlara karşı devrimci bir kitle çizgisini geliştirmek her zamankinden daha acil ve kaçınılmaz bir görev olmaktadır.

15 Mayıs 2007


Siyonist İsrail zehir saçıyor

İsrail savaş makinesinin Lübnan direnişi karşısında uğradığı hezimetin siyonist rejimde yarattığı sarsıntıların etkisi devam ediyor. Lübnan direnişinden beklenmedik bir şamar yiyen kinci siyonistler, Lübnan halkı üzerine zehir saçarak ilkel intikam duygularını tatmin etmeye çalışıyorlar.

Tam bir kirli savaş aygıtı olarak tasarlanıp kurulan İsrail ordusunun iğrenç taktiklerinden biri, zaman zaman Arap halkları üzerine zehirli balonlar atmasıdır. Bu yöntem salkım bombası atmak için bahane bulunamadığı zaman gündeme geliyor. Bu saldırı biçimine son olarak İsrail sınırına yakın Lübnan köyleri maruz kaldı.

Görgü tanıkları, İsrail hava kuvvetlerine ait M-K ve F-16 savaş uçaklarının16 adet siyah-beyaz renkteki zehirli balonu tarlalara bıraktığını belirtti. Tanıklar, patlatılan üç balonun kokusuz zehirli gaz içerdiğinin anlaşılması üzerine köylerin paniğe kapıldığı ifade edildi.

Lübnan ordu kaynakları, bu zehirli balonlardan daha önce de Sur, Sayda ve Nebatiye kentlerinde görüldüğünü, UNIFIL’e bağlı İtalyan birliklerinin balonlarda kullanılan zehirli maddenin tespiti için örnekler aldıklarını, ancak üç ay geçmesine rağmen test sonucuyla ilgili herhangi bir açıklama yapılmadığını belirttiler.

Lübnanlı köylüler ise İsrail uçaklarından bırakılan bu zehirli balonlardaki zehrin türünün belirlenmesi için balonlardan örnekler alındığını, bu zehrin büyük baş hayvanların ölümüne sebep olduğunu dile getirdiler.

İsrail’in hamisi ABD emperyalizmi, geçen yüzyılın ikinci yarısında Vietnam, Küba, Nikaragua halklarının direnişini ezmek için savaşa biyolojik boyutlar eklemişti. Şimdi de İsrail ordusu, ABD ordusundan ilham alarak Arap halkları üzerine iğrenç zehirlerini saçıyor.