18 Mayıs 2007 Sayı: 2007/19(19)

  Kızıl Bayrak'tan
   Burjuva gericiliğine ve parlamenter hayallere karşı devrimci sınıf alternatifi
  Sömürü ve talan düzeninin cellatlarını seçmek zorunda değiliz!
Düzenin seçim oyununu bozmak için
bağımsız devrimci sınıf çizgisini güçlendirelim!i
Kapitalizmin söndürdüğü hayatlar
Kapitalist sistemde ayrımcılık her yerde!
Devrimci gençlik mücadelesinde
gelecek için notlar
  Üniversitelerde şenlikler başlıyor...
  Liseli gençlikten...
  Seçimler ve devrimci müdehalenin sorunları
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Gençlik düzen içi çatışmalarda taraf olmayacaktır!
  Seçim mi, salaklığın tescili mi?
Yüksel Akkaya
  Sermaye temsilcilerinin meslek lisesi çığırtkanlığı…
  Gençlikten...
  Seçim çalışmalarından...
  Dünyadan...
  “Cumhuriyet mitingleri”…
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Seçim mi, salaklığın tescili mi?

Yüksel Akkaya

İstesek de istemesek de bir “seçim” var. Peki bu seçim neyin seçimi? İstanbul’da “anası” ağlatılmış tersane işçisinin seçimi mi? Bu seçim, Çorlu’da kölelik düzeni içinde çalıştırılan emekçinin seçimi mi? Bu seçim, Manisa’da sigortasız çalıştırılan emekçilerin seçimi mi? Ne yazık ki sorunun yanıtı hem evet, hem hayır!..

Peki bu seçimi fırsat bilerek ya da bilmeyerek AKP’yi bir daha iktidara taşıyan işçilere ne diyeceğiz? Bunlara “emekçi” demek etimolojik açıdan sorunlu olsa da sınıf dışı demek doğru olmasa gerek… O zaman, eski ve yeni dönemi bir arada değerlendirmekte yarar var. Sorun sınıfsal mı, arkaik düşünceler ötesinde daha köklü sınıfsal bir mesele mi?

Aslında, klasik filmlerimiz üzerinden bir çözümleme yapmaya kalksak, “doğrusal” ilişki bizi daha başka bir dünyada resmetmeliydi. Tıpkı 1930’lar, 1940’lar, 1950’ler gibi. Ama 1960’lar, 1970’ler gibi değil!.. Zira 1970’ler ve sonrası dünya olandan çok olması gerekeni bize devrimci, sosyalist düzen olarak değil, Ecevit “mavisi” bir yanılsama ile anlatmaya çalışır. Düş kırıklığı biraz da buradan kaynaklanır. Öyle olduğu için olsa gerek uzun yıllar seyirci en radikal “filme” bile itibar etmez. Belki ilk kırılma “Uçurtmayı Vurmasınlar” ile başlar, ama bu da zor bir iştir. Zira bu filmin oyuncuları sıkıntılı dönem yaşanırken de “iş bulamazlar” sonra da …

Bu zalim dönemi aşmaya çalışan “sinema” kendi içinde dönüşürken bir kez daha Türkiye’yi anlatmaya soyunur, bir avuç insanı ile. Nitekim, o bir avuç insan “Sine Sen” pankartı altında en zalim şiddete maruz kalır. İyi bir dizide iyi para kazanan Nur Sürer Sine Sen’in en militan işçisi olur. Ne kadar kızsak da kızmasak da Nur Sürer bizim bir bayrağımız olmanın ötesinde Türkiye’nin gizli bir kahramanı olur.

Peki seçimlerde Nur Sürer gibi kahramanlarımız ne der? Önemli mi bu soru? Yanıt bence, hem evet, hem hayır! 1 Mayıs’ın en zalim “müdahalesine” maruz kalmış Nur Sürer İstanbul’da işçi sınıfının, temsilcilerinin bir bayrağı olduğu için “bağımlı” ya da “bağımsız” aday olarak oy verilecek bir insandır.

1980 öncesinde daha radikal bir yapılanmada yer alan, ölümü ile bütün solu birleştiren sevgili Hrant Dink’in eşi gibi bir eşsiz insan “bir bebekten bir katil yaratmamak gerekir” diyorsa biz bu sevgili Rakel’e nasıl hayır diyebiliriz ki?

Diyelim ki Metin Göktepe’nin annesi “vekil” olacağım dedi, biz nasıl hayır diyebiliriz ki!..

Ne çok zor sorumuz var değil mi? Peki o meşhur soru ile ne yapmalı?

Belki de bu güzel soruyu tersine çevirmeli: Ne yapmamalı?

Biliyorum ki CHP-DSP ittifakına oy versem yaşamım boyunca sevgili merhum, devrim şehidi Hrant Dink’in karşısında utanç duyacağım. Hatta, kazaran bir yerde o güzel konuşmayı yapan sevgili Rakel ile karşılaşsam intihar etmeyi tercih ederim!..

Peki, tüm ilkel, sınıf dışı tutumu ile sevgili Hrant’ın eşi o muhteşem konuşmanın akil güzel kadınını “çıkarcı” bir konumda aday gösterirse “Kürtler” destekler miyim? İtrtaf edeyim ki, Kürtler de, AKP’liler de aday gösterse bir tek oyum sevgili Rakel’e olurdu, nereden olursa olsun! Neden mi, basite indirgenmiş bir sağ/sol kavgasını ötesinde bir halkın acısını bir kez daha yüreğimde duymak istediğim için bunu yapardım. Elbette ki sevgili Rakel ne yapardı yapmazdı karışmazdım. Peki siz ne yapardınız?

Ne zor soru değil mi?

Peki bu “tuzak” sorulardan kurtularak başka sorular da sormamız mümkün mü? Bastırılmış ve tüketilmiş bir cemaat üzerinden siyaset yapmak ne kadar ahlakidir; ne kadar fırsatçıdır? Ömrünün en güzel döneminde “Kürtlere” sahip çıkmaya çalışan ve bu nedenle zindanlarda en güzel “misafirperverlikle” karşılanan sevgili İsmail Beşikçi’nin günahı nedir ki sevgili H. Dink’in eşi kadar “muteber” olamıyor! Başta Beşikçi olmak üzere en düzgün aydınlarını yok sayan bir “adalet” bize neyi anlatacak ki biz de ona destek vereceğiz?

Bizim “güzel” solumuz bile seçimlerde ne yapacağımıza karar verememişken en radikal sağ parti olan CHP ve DSP niye bizi ilgilendirsin ki?

CHP ve DSP mi canları cehenneme!... Beşikçisiz bir seçim mi? Kürtler için daha ne yapmalı?

Peki bu arada Van’da Bolu’da oruç tutmadığı için öldürülen “laik” çocukları hatırlayan var mı? Ya da meşhur 2 Temmuz’u?

Peki Babat diye birinin olduğunu bilen var mı?

Laik “güzel” kardeşlerimiz acaba Tandoğan ve devamı alanları doldururken bir çocuğun da F tipi cezaevinde yattığını biliyor mu?

Bilmiyor musunuz? O zaman canınız AKP’nin güzel kollarına emanet! İşte 22 Temmuz budur. Ya her yer F tipi ceza ve eza evi ya da her yer yeni bir kavganın görkemli savaş alanı? Kendisine sosyal demokrat diyen ve tarihleri boyunca devrimcilere, sosyalistlere düşman olan CHP ve DSP gibi partiler bir kez daha tarihin bu haksız çarkının dönüşünü tescil eden emekçilerin sınıf tarihine kanla ve şiddetle yazılacak bir tarihin sadece şahitleri değil aynı zamanda uygulayıcıları olarak geçecektir.

Bizim emekçiler adına yazacağımız tek bir tarih vardır: O da ya ihanet, ya devrimdir!..