18 Mayıs 2007 Sayı: 2007/19(19)

  Kızıl Bayrak'tan
   Burjuva gericiliğine ve parlamenter hayallere karşı devrimci sınıf alternatifi
  Sömürü ve talan düzeninin cellatlarını seçmek zorunda değiliz!
Düzenin seçim oyununu bozmak için
bağımsız devrimci sınıf çizgisini güçlendirelim!i
Kapitalizmin söndürdüğü hayatlar
Kapitalist sistemde ayrımcılık her yerde!
Devrimci gençlik mücadelesinde
gelecek için notlar
  Üniversitelerde şenlikler başlıyor...
  Liseli gençlikten...
  Seçimler ve devrimci müdehalenin sorunları
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Gençlik düzen içi çatışmalarda taraf olmayacaktır!
  Seçim mi, salaklığın tescili mi?
Yüksel Akkaya
  Sermaye temsilcilerinin meslek lisesi çığırtkanlığı…
  Gençlikten...
  Seçim çalışmalarından...
  Dünyadan...
  “Cumhuriyet mitingleri”…
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İsrail’in Filistin topraklarını gaspı sürüyor!

Arap Birliği, Riyad’da düzenlediği son zirvesinde, Suudi Arabistan patentli “Arap Barış Planı”nı kabul etmiş, Mısır-Ürdün ikilisi İsrail’le sözkonusu planı görüşmeyi ve siyonistleri “barış girişimi”ne ikna etmeyi üstlenmişti. Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanları, üstlendikleri bu görev çerçevesinde son olarak İsrail Dışişleri Bakanı’yla biraraya gelerek üçlü görüştüler.

Kahire’ye giden siyonist bakan Tzipi Livni, önce Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek tarafından ağırlandı. İsrailli Bakan, ardından Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Ebul Geyt ve Ürdünlü muadili Abdulilah El-Hatip’le biraraya geldi. Yapılan açıklamaya göre, iki Amerikancı rejim temsilcisi ile siyonist bakanın görüşmelerinde gündem Arap Barış Planı idi. Yani üç Amerikancı rejimin temsilcileri, Filistin halkının temsil edilmediği bir görüşmede, güya Filistin sorununa çözüm arayışı içindeydi.

Üçlü görüşmenin Kahire’de yapıldığı günlerde İsrail rejimi adına yapılan bir açıklama, siyonistlerin “Barış Planı”nı kabul etmek bir yana, resmen bu girişimle alay ettiklerini ortaya koydu. Zira İsrail kaynaklı resmi açıklamada, Yahudi yerleşimlerinin genişletileceği, bu çerçevede Doğu Kudüs’te yerleşimciler için 20 bin konut inşa edileceği belirtildi. Bilindiği gibi Yahudi yerleşimleri her zaman Filistinliler’in topraklarında inşa edilir, inşanın ardından ise hem yerleşim bölgesi, hem de bölgenin İsrail’le bağlantısını sağlayan özel yolların geçtiği topraklar gaspedilir.

Oysa Arap Birliği’nin onayladığı planın temelini, İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesi ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması oluşturuyor. Yani ırkçı siyonist rejim, 40 yıldır devam eden işgal süresince yerleştirdiği 500 bin Yahudiyi gaspettikleri Filistin topraklarından tahliye etmek bir yana, yeni yerleşimler kurmaya devam ediyor. Kuşkusuz ki, İsrail’in kararı, ırkçı-yayılmacı siyonist rejimin niteliğine tamamen uygundur. Burada asıl sorun Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün gibi Amerikancı rejimlerin İsrail peşinden koşması ve Filistin halkı nezdinde temelsiz hayaller yaratmak için çaba harcamasıdır.

Siyonistlerin yeni ilhak kararını kınayan Filistinli yetkili Saib Erakat ise konuyla ilgili açıklamasında, “Bu kararıyla İsrail, Kudüs’ü sadece Kudüs’teki bazı insanlar için istediğini gözler önüne sermiştir. İsrail’in, Filistin ile İsrail halkının büyük bir kısmının istediği çözümü tercih etmesini isterdim. Bu çözüm, iki devlet ve barışı kabul etmektir” dedi.

Filistinliler’in nüfus artışı hızını kesmek için hiçbir vahşetten kaçınmayan ırkçı-siyonistlerin “saf Yahudi devlet” kurma paranoyaları giderek kabusa dönüşüyor. Zira diğer bölgelerde olduğu gibi Kudüs’te de Filistinliler’in nüfus artış hızı halen Yahudiler’in iki katıdır. Bu durumun demografik yapıyı Filistinliler lehine değiştireceğini savunan bir takım siyonist oluşumlar, ırkçılığın daha da katılaştırılmasını ve Filistinliler’in nüfus artış hızını kesecek önlemlerin alınması gerektiğini hazırladıkları raporlarla açıkça savunuyorlar. Örneğin yakında yayınlanan bu raporlardan birinde, İsrail hükümetine kentin sınırındaki Arap mahallelerinin kaldırılması ve Kudüs kenti sınırlarının batıya doğru genişletilmesi tavsiye ediliyor.

İsrail’i bölgenin “tek demokratik” devleti kabul eden emperyalist güçler, siyonist rejimin Güney Cumhuriyeti’nin devrik ırkçı Apartheid rejimini aratmayan uygulamalarına hiç ses çıkarmıyorlar. Hatta İsrail’in ırkçılığını, “demokratik rejim güvenliğini sağlaması” için gerekli de buluyorlar.

Ciddi bir basınç altında kalmadığı sürece İsrail devletinin toprak gaspı politikasından vazgeçmesi olası görünmüyor. Zira ırkçılık ve ilhakçılık siyonizmin en ayırdedici özelliğidir.


Britanya burjuvazisi Blair’i çöpe atmak zorunda kaldı!


Emperyalist işgalin ardından 1 milyona yakın Iraklı’nın katledilmesinden Bush’la birlikte birinci derecede sorumlu olan İngiliz Başbakanı Tony Blair, nam-ı diğer Bush’un “fino köpeği”, ya da Tarık Ali’nin tanımıyla “imparatorluk kulübesindeki en iyi saldırı köpeği” İşçi Partisi başkanlığından istifa etti. 27 Haziran’da başbakanlığı bırakacağına dair konuşmasını yapan Blair’in başbakanlık süresi 2010’da doluyordu.  

İngiliz The Daily Telegraph gazetesi Blair’i, “Büyük bir şovmen ama ortalama bir devlet adamı” diye tanımlarken, Tarık Ali ise “başlıca başarısı, üç genel seçimi ardarda kazanmaktı. İkinci sınıf aktör, kurnaz ve tamahkâr bir siyasetçi” diyor. Blair’in şovmenlik konusunda başarılı olduğu yaygın bir kanı. Nitekim 1 milyon insanın katledilmesinden sorumlu olduğu halde kamuoyu önüne sırıtarak çıkabilmesi ne kadar yüzsüz olduğunu gözler önüne seriyor.

Özel uzmanların hazırladığı metni 300 kişilik “seçkin” dinleyici kitlesine okuyarak istifasını ilan eden Blair, başbakanlığı döneminde “başardığı” işleri sıralayarak, Sırbistan, Afganistan ve Irak işgallerinin mimarlarından biri olarak insanlığa karşı işlediği suçların üstünü örtmeye çalıştı. Ancak bu işe yaramadı, zira İngiliz halkı nezdindeki saygınlığı yerlerde sürünüyor. Yapılan son anketlere göre halkın yüzde 71’i Blair’e hiç güvenmiyor. Güvenenlerin oranı ise sadece yüzde 21.

Irak işgaline zemin hazırlamak için uydurulan yalanları, istihbarat örgütlerinin sahte raporlarını kamuoyu önünde savunduğu için tüm dünya İngiliz başbakanının “yalancı Blair” olduğunu öğrenmişti. Sırıtarak dünya kamuoyuna yalan söyleme fütursuzluğunu gösteren fino köpeğinin bu tavrı, layık olduğu siyasi çöplüğü erken boylamasındaki temel etkenlerden biri olmuştur.

Blair’i eski Şili diktatörü Augusto Pinochet’e ve Nazi artığı eli kanlı faşistlere benzeten İngiliz muhalifler, savaş suçlusu olarak sorgulayıp mahkûm etmek gerektiğini savunuyorlar, “Blair’in o kanlı eli hiç sıkılmamalı ve o sırıtması suratından tamamen silinmelidir” diyorlar.

Gerçekten da Blair insanlığa karşı son derece ağır suçlar işlemiştir. Başbakanlık yaptığı 10 yıllık süreçte savaş aygıtı NATO’nun 1999’da Kosova ve Sırbistan’ın bombalanmasına, ardından Kosova’nın işgaline, 2001’de Afganistan’ın vahşi bombardımanlar eşliğinde işgal edilmesine, 2003’te başını ABD’nin çektiği emperyalist orduların Irak’ı işgaline hararetli destek veren, İngiliz savaş makinesine mensup onbinlerce askeri bu işgallere katan hükümetin başı olarak Tony Blair, İngiliz emperyalizminin insanlığa karşı işlediği tüm bu suçların baş sorumlusudur.

Britanya emperyalizminin eli kanlı sadık uşağı Blair’in sonunu getiren de, Bush liderliğindeki neo-faşist çetenin izinden gitmesi ve İngiliz sermayesine arsızca hizmet etmesidir. İngiltere’yi polis devletine iyice yaklaştıran Blair başkanlığındaki hükümetler, metroda gençlerin infaz edilmesini “yasal güvence” altına almayı başardı. Ancak İngiliz Başbakanı’nı asıl yıpratan süreç, direniş sayesinde emperyalist orduların bataklığına dönüşen Irak’taki vahim tablodur.

Tony Blair ve emperyalist-kapitalist düzenin diğer zebanileri için koltuğundan feragat etmek çok anlamlı bir bedel değildir. Zira İngiliz burjuvazisi yeni bir cellat bulmakta güçlük çekmeyecektir. Nitekim Maliye Bakanı Gordon Brown adaylığını açıkladı bile. Sermaye vitrinindeki kuklaların yıpranınca yenileriyle değiştirilmesi teamüldendir.

Blair gitse de İngiliz emperyalizmi yerli yerinde duruyor. Bu, insanlığa karşı yeni suçlar işlemeye devam edeceği anlamına geliyor. Elbet Blair ve onun gibi cellatlardan hesap sorulmalıdır. Bununla birlikte asıl hesaplaşma doğrudan emperyalist-kapitalist sistemle, yani Bushlar’ı, Blairler’i yetiştiren çarkın kendisiyle olmak zorundadır.


Almanya’da G-8 protestoları...

Alman devletinin terörü kitlesel gösterilerle karşılandı!

Alman devleti 6-8 Haziran tarihlerinde Heiligendamm kentinde yapılacak olan G-8 Zirvesi’nde efendilerini korumak için kendi cephesinden hazırlanırken, komünistler, solcular, küreselleşme karşıtı tüm grup ve çevreler de G-8’leri protesto etmek, onlara “hoş gelmediniz!” demek için yoğun bir biçimde hazırlıklarını sürdürüyorlar.

9 Mayıs sabahı küreselleşme karşıtları Alman devletinin hedef tahtası oldu. “Terör eylemleri yapacaklar” bahanesiyle bine yakın polis başta Berlin ve Hamburg olmak üzere 6 eyalette 40’ın üzerinde ev, büro, kitapevi, kültür merkezini bastı, bilgisayarlara ve dosyalara el koydu. 20 kadar kişi, “terör hücresi” oluşturmakla suçlanıp, haklarında soruşturma başlatıldı.

Amaçları tüm toplumda terör paranoyası yaratarak, G8 Zirvesi’ne katılacak insanları “siz de terörist olarak nitelendirilirsiniz” diyerek sindirmek, grupları birbirinden yalıtarak ortak mücadele birliğini parçalamaktır.

Baskınların ardından savcılığın yaptığı basın açıklamasında, aramalarda terör eylemleri planlayan “Militan Grup”un yapısı üzerine bilgi edindiklerini, aralarında terör eylemleri gerçekleştirme olasılıkları bulunan 21 kişiyi tespit ettiklerini belirtti ve bunların 129-a maddesine göre “terörist örgüt kurma” savıyla suçlandıklarını açıkladı. Bu kişiler G8’e karşı militan bir kampanya sürdürmekle suçlanıyorlar ve 2005-2007 yılları arasında Berlin ve Hamburg’da yaptıkları eylemler sıralanıyor.

Yani Alman devletinin senaryosu hazır: Radikal solcular terörist bir grup kurarak Heiligendam’daki G8’i engellemek istiyorlar.


“Direniş asıl şimdi!”

Ama Alman devletinin hesapları bu kez tutmadı. Onların terör tehdidi gerekçesiyle yaptığı baskınlar, sol çevreler ve küreselleşme karşıtları tarafından sert tepkilerle yanıtlandı. Baskınlar duyulduğu andan itibaren baştan başa tüm Almanya’da kendiliğinden dayanışma eylemleri gerçekleşti. “Teröristler savaşları çıkaranlar, sömürenler, G8 lerdir!”, “Terörist devlet!” yazılı pankart ve dövizlerin taşındığı gösterilere militan bir ruh hakim oldu. Protesto eylemlerinde çok sayıda kişi tutuklandı.

En kitlesel eylemler Berlin (5 bin) ve Hamburg’ta (3 bin) gerçekleşti. Berlin’de eylemciler “Biz hepimiz teröristiz!” sloganlarını sıkça haykırdılar.

Polisin Hamburg’da da küreselleşme karşıtlarının ve antifaşistlerin uğrak yeri olarak bilinen Rote Flora Kültür Merkezi’ne saldırdığı duyulur duyulmaz, önce yüzlerce kişi olay yerine geldi. Daha sonra 3 bin kişilik bir kitle saldırıları protesto etmek için yürüyüşe geçti. Bu kendiliğinden gelişen protesto eylemine polis vahşice saldırdı. 30’a yakın kişinin tutuklandığı bildirildi.

Göttingen kentinde de protestocular daha ilk pankartı açmıştı ki, polisin azgınca saldırısına maruz kaldı. Polis ile şehirde yarım saat süren bir ardebe yaşandı. 5 kişi tutuklandı.

Kendiliğinden gerçekleşen bu protesto eylemleri Hamburg, Mannheim, Köln, Leipzig, Gießen, Bremen, Hannover, Rostock, Kiel, Göttingen, Duisburg, Bochum, Siegen, Marburg kentlerinde akşamın geç saatlerine kadar sürdü. Viyana, Salzburg, Amsterdam, Londra, Edinburg da Alman konsolosluklarının önünde Alman devletinin G8 karşıtlarına karşı sürdürdüğü operasyonlar eylemli protestolarla kınandı.

Kısacası; Alman devletinin G8’e karşı süren protesto hazırlıklarını engelleme çabası daha şimdiden boşa çıktı. Kitleler daha şimdiden G8’e karşı politize oldular, atıl durumdan çıkarak eylemlilik içine girdiler.

2001 yılı Cenova’sı halen belleklerimizde. Cenova’da da zirve karşıtları teröristlikle suçlanmış ve terörist muamelesi görmüş, tüm sınırlara yığınak yapılmıştı, tüm Avrupa savaş haline dönüştürülmüştü. Ama bu önlemler 350 bin kişinin G8’e karşı Cenova sokaklarında protestolarını yükseltmesini engelleyememiş, G8’ler Cenova’nın rüzgarıyla Katar çöllerine savrulmuşlardı.


Almanya: Eski yasalar yine uygulamaya konuldu!

G8 Zirvesi yaklaşırken tüm toplumda terörizm histerisi hakim kılınmaya çalışılıyor.

Alman devleti gerçekleştirdikleri baskınlar ve gözaltılarla devrimci-demokrat çevreler üzerinde terör estirmeyi hedeflliyor, gözaltı tehditleri savurmaya devam ediyor.

Federal İçişleri Bakanı Schaeuble, eyaletlerin, tehlikeli görülmeleri halinde eylem hazırlığı yapan solcu grupların mensuplarını 2 haftaya kadar gözaltında tutabileceğine dikkat çekti. Schaeuble bununla da yetinmeyerek, Alman ordusunu devreye sokmayı gündeme getirdi.

Bu arada dıştan gelecek “terörist”lere karşı da önlemler almak için kolları sıvayan Alman devleti, Schengen Anlaşması’nı yine devreye sokacaklarını, sınırlarda kontrolleri başlatacaklarını duyurdular. Böylece G8 süresince Almanya’da hava ve deniz yolları ile sınır kapıları kontrol altında tutulacak.


Dünyadan...

Almanya Telekom’da grev!

Telekom bünyesinde yapılması planlanan değişiklere ilişkin görüşmelerin tıkanmasının ardında Ver.di Sendikası geçen 4 Mayıs günü grev oylamasına gidileceğini açıklamıştı. 7 Mayıs günü başlayan ve üç gün süren bir oylama gerçekleştirildi. Oylama sonucunda çalışanların %96.5’inin grevden yana olduğu ortaya çıktı. Toplam geçerli oy sayısı 21.951 olarak açıklandı. Grevden yana oy kullananların sayısı ise 21.175.

Ayrıca Ver.di Sendikası kendi üyesi olmayan telekom çalışanları arasında da araştırma yaptığını ve onların da büyük çoğunluğunun desteğini aldıklarını açıkladı. Buna karşın Telekom şefi Rene Obermann yaptığı basın toplantısında planladıkları değişiklikleri uygulamakta kararlı olduklarını, bunun başka bir alternatifinin olmadığının ifade etti.

Grevin birinci gününde 11 bin emekçi grevdeydi. Ağırlıklı olarak Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde süren greve 50 şehirde 3 bin kişi katıldı. Japonya İşçiler Birliği NTT (Workers Union of Japan ) Başkanı Shoji Morishima “grevci kardeşlerin mücadelesi önünde eğiliyoruz” diyerek dayanışma içinde olduklarını bildirdi.


G8 karşıtları için toplu cezaevi

Federal İçişleri Bakanı Schauble ile Mecklenburg Vorpommern eyaleti İçişleri Bakanı G8 karşıtlarını tutabilecekleri bir cezaevi planladıklarını açıkladılar. Cumhuriyetçi Avukatlar Derneği ve Ceza Savunma Oluşumu da buna karşı, gözaltına alınacaklara veya tutuklanacaklara parasız hizmet vermek için acil hizmet servisi oluşturacaklar. 


Mısır’da grev dalgası

Mısır’da İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük grev dalgası yaşanıyor. Mısır’da 2006 yılında ülke genelinde 222  grev, açlık grevi ve yürüyüş gerçekleştiği bildiriliyor. Bu yıl da işçilerin grev yapmadığı gün yaşanmadı. Tekstil endüstrisinde başlayan grev, inşaat sektörüne, Kahire’deki metrolara, çöpçülere, fırıncılara ve gıda endüstrisine sıçrayarak yayılıyor.