2 Mart 2007 Sayı: 2007/08(08)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sağlık emekçileriyle elele, mücadeleye!
  ABD’de ikna edildiler, MGK’de karara dönüştürdüler...
  TTB’nin “Beyaz Eylem” takvimi
Tutuklanan DTP’liler serbest bırakılsın!
Saraylara savaş kulübelere barış!
Büyüyen açlık ve yoksulluk kaderimiz olamaz!
 8 Mart etkinlikleri...
  Anadolu Yakası’nda emekçi kadın çalışması
  “Eşit işe eşit ücret!” talebinin tarih sahnesine çıkışı
  İLGP’den “ÖSS’ye hayır!” kampanyası:
  İşsizlik: Kara ölüm mü? - Yüksel Akkaya
  Haluk Gerger: ‘Yurtseverlik ile
halk sevgisi iç içedir’
  Ortadoğu’da süreç kışkırtılıyor Abu -Şehmuz Demir
  İran’a saldırı hazırlıkları devam ediyor!
  Abdullah Gül Pakistan’daydı!
  Çocuklar, misket, bomba, kapitalizm!
  Büyük tekellerden geniş çaplı
tensikat saldırısı
  DİSK’in 40. yılı ve Çelebiler’in misyonu!
  Ulugay işçilerinin direnişi sona erdi
  Bültenlerden
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Büyüyen açlık ve yoksulluk kaderimiz olamaz!

İçinde bulunduğumuz 2007 yılına dair konuşulanlar daha çok yaşanacak bir takım önemli siyasal gelişmelerle ilgili. Cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçimler, Türkiye’nin emperyalizmin Ortadoğu planlarında daha aktif bir biçimde yer almaya dönük hazırlıkları. Bölgede yeni bir savaşa dair çanların giderek daha yoğun biçimde çalması gibi faktörler nedeniyle bunda şaşılacak bir şey de yok.

Fakat gene de bütün bunların üzerini örttüğü bir başka gerçek var. Önemli siyasal gelişmelere gebe 2007 yılı aynı zamanda işçi ve emekçiler açısından, onların yaşam koşullarının daha da kötüleşmesi bakımından da “zor bir yıl” olacak. Bununla ilgili ilk belirtiler zaten daha yılbaşından önce bütçe belirlenirken, asgari ücret saptanırken ya da TİS’ler imzalanırken ortaya çıkmıştı. Ancak gene de bir seçim yılına girilmesi nedeniyle hükümetin işçi ve emekçilerin oylarını çalmaya dönük kimi göstermelik ekonomi politikalarını devreye sokabileceği, bunun da onların yaşam koşullarında kısmi iyileşmeler sağlayabileceği yönünde beklentiler vardı.

Fakat hem Türkiye kapitalizminin esnemeye imkan vermeyen sorunları, hem de düzen içi siyasal rekabette AKP’nin kayda değer bir alternatifinin bulunmaması emekçilere dönük sözünü ettiğimiz türden politikaların söz konusu olmayacağını, olsa bile bunların her seçim döneminde görmeye alıştıklarımızın yanında çok güdük kalacağını gösteriyor. Son günlerde ortaya çıkan yeni veriler ve yaşanan gelişmeler, işçi ve emekçilerin yaşadığı yoksullaşmanın daha derinleştiğini ortaya koyuyor.

Açlık sınırı 628 YTL’ye dayandı

Bundan daha bir ay önce asgari ücret belirlenirken ilgili komisyon kılı kırk yarmış ve İMF’nin direktifleri doğrultusunda “hedeflenen enflasyon” rakamına dayanarak göstermelik bir artışa gitmişti. Hükümetin plan ve programlarında yer alan fakat emekçilerin yaşadığı gerçek yoksullaşmayı yansıtmaktan da bir o kadar uzak olan “hedeflenen enflasyon” oranına dayalı bir ücret artışının, işçilerin yaşam koşullarında herhangi bir düzelme sağlamayacağı o günden ortadaydı. Türk-İş’in Ocak ayına ilişkin olarak yayınladığı açlık ve yoksulluk sınırı rakamları da bunu kanıtlıyor.

Türk-İş’in araştırmasına göre Ocak ayı sonunda ülkede açlık sınırı 628 YTL’ye, yoksulluk sınırı ise 2 bin 49 YTL’ye ulaşmış görünüyor. Bunun anlamı, dört kişilik bir ailenin sadece mutfak masrafının 628 YTL, insanca yaşayabilmek için ihtiyaç duyduğu asgari gelirin ise 2 bin YTL’nin üzerinde olmasıdır. Bir önceki ayın rakamlarıyla karşılaştırıldığında, emekçilerin mutfak giderlerinin Aralık 2006’ya göre yüzde 1.76 oranında arttığı görülmektedir. Bu önemli bir artıştır ve “hedeflenen enflasyon” rakamının emekçilerin mutfağındaki gerçek enflasyon açısından 3 ay gibi bir sürede aşılacağını göstermektedir.

Aynı şey 2 bin YTL’nin üzerine çıkan yoksulluk sınırı açısından da geçerlidir. Dört kişilik bir ailenin insanca koşullarda yaşaması için gerekli olan asgari gelirin 2 bin YTL’yi aştığı bir ülkede asgari ücretin sadece ve sadece 400 YTL dolaylarında olması, yaşanan açlık ve sefaletin boyutlarını fazlasıyla anlatmaktadır.

Zamlar emekçilerin yaşamını daha da çekilmez hale getiriyor

Belli bir gerçekliği yansıtsa da Türk-İş’in açıkladığı rakamlar ekonomi cephesindeki bazı sıcak gelişmelerin emekçilerin yaşamında yarattığı, yaratacağı tahribatı göstermekten uzaktır. Örneğin tarımsal üretimdeki azalma ve ihracat gibi nedenlerle özellikle sebze ve meyve fiyatları son iki üç hafta içerisinde olağanüstü ölçülerde artmıştır. Bütçeyi denk tutmaya hevesli hükümetin bunu bazı mal ve hizmetlerdeki vergi oranlarıyla oynayarak yapması sonucunda ise benzin, sigara gibi kimi mallarda fiyatlar önemli oranlarda yükselmiştir. Bunlardan asıl önemlisi petrol ürünlerinde olan fiyat artışlarıdır. Çünkü hemen bütün sektörlerde bir biçimde üretim girdisi durumunda olan petrol ürünlerinin zamlanması, zincirleme bir zam dalgasını da tetikleyecektir. Çeşitli kentlerde ulaşım ücretlerinin artması, gene TCDD’nin tren yolculuğu ücretlerini artırma yoluna gitmesi bununla ilgilidir ve önümüzdeki haftalarda bunun arkası gelecektir.

Borsadaki depremlerin faturası da işçi ve emekçilere!

Türkiye’deki kapitalist ekonominin son derece kırılgan dengeler üzerinde durduğu, az çok ciddi burjuva iktisatçılarının da kabul ettiği bir gerçektir. “Sıcak para girişi” ve düşük kur politikasına dayalı denge özellikle uluslararası finans piyasalarındaki spekülatif hareketlere fazlasıyla duyarlıdır. Bunun böyle olduğu geçtiğimiz günlerde bir kez daha görülmüştür. Tam da sermaye sözcülerinin “sıcak para girişinde rekor kırıldı” dediği günlerde Çin ve ABD borsalarındaki hareketlenme anında İstanbul’daki borsayı etkilemiş, ani para çıkışı nedeniyle İMKB bir günde ciddi oranda değer yitirmiş, öte yandan dolar fiyatı da ciddi miktarda yükselmiştir. Bunun anlamı önemli oranda bir paranın vurguncular tarafından Türkiye’den çekilmesi, ve başka karlı yatırım alanlarına transfer edilmesidir.

Borsalardaki hareketlenme henüz durulmamıştır ve sürecin nasıl seyredeceği şimdilik belirsizdir. Fakat şimdiden belli olan tek şey, sıcak para kaçışının ciddi oranlara yükselmesi durumunda ortaya çıkacak mali faturanın yeni bir takım “istikrar politikaları” vasıtasıyla işçi ve emekçilere ödettirileceğidir. Mart ayında gözden geçirme görüşmeleri için Türkiye’ye bir heyet gönderecek olan İMF’nin hükümetin burnuna önümüzdeki haftalarda yeni bir “ek önlemler paketi” dayaması sürpriz olmayacaktır.

Her şey ortadayken Başbakan ve diğer hükümet yetkilileri işçi ve emekçilerin sorunlarını çözmeye dönük tek laf edemiyorlar. Başbakan ve Maliye Bakanı’nın tek yaptığı ikiyüzlü bir biçimde İMF borçlarının nasıl da azaltıldığı üzerine demogojik açıklamalar yapmaktan, ekonomideki sözde başarıları övüp durmaktan ibaret. Tabi bir de Erdoğan’ın AKP’li belediyelere yoksullara kömür ve gıda yardımı yapılması konusundaki talimatları var. Bunun da sorunları çözmeye değil göz boyamaya, emekçilerin oylarını almaya dönük bir manevra olduğu açık.

İşçi sınıfı ve emekçilere düşen sermayenin yalanlarına kanmamak, İMF-TÜSİAD politikalarına karşı, yoksulluk ve sefalete kararlı bir mücadele içerisine girmektir. 2007 sonunda kimin güleceğini bu konuda yapılacaklar belirleyecektir.