2 Mart 2007 Sayı: 2007/08(08)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sağlık emekçileriyle elele, mücadeleye!
  ABD’de ikna edildiler, MGK’de karara dönüştürdüler...
  TTB’nin “Beyaz Eylem” takvimi
Tutuklanan DTP’liler serbest bırakılsın!
Saraylara savaş kulübelere barış!
Büyüyen açlık ve yoksulluk kaderimiz olamaz!
 8 Mart etkinlikleri...
  Anadolu Yakası’nda emekçi kadın çalışması
  “Eşit işe eşit ücret!” talebinin tarih sahnesine çıkışı
  İLGP’den “ÖSS’ye hayır!” kampanyası:
  İşsizlik: Kara ölüm mü? - Yüksel Akkaya
  Haluk Gerger: ‘Yurtseverlik ile
halk sevgisi iç içedir’
  Ortadoğu’da süreç kışkırtılıyor Abu -Şehmuz Demir
  İran’a saldırı hazırlıkları devam ediyor!
  Abdullah Gül Pakistan’daydı!
  Çocuklar, misket, bomba, kapitalizm!
  Büyük tekellerden geniş çaplı
tensikat saldırısı
  DİSK’in 40. yılı ve Çelebiler’in misyonu!
  Ulugay işçilerinin direnişi sona erdi
  Bültenlerden
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Doğu Sanayi Sitesi:

Patronlar için ucuz emek cenneti, bizler için cehennem!

Çeşitli işkollarından küçük ve orta ölçekli işletmelerin bulunduğu organize sanayi siteleri ülke ekonomisinde belirleyici bir yer tutmazlar, ancak önemli oranda bir istihdam sağlarlar. Büyük kapitalistlere parça üretimi yapan sanayi siteleri, son yıllarda daha da büyümekte ve yaygınlaşmaktadır. Bunun temel nedeni ise, sermayenin taşeronlaştırmayı ulusal ve uluslararası ölçekte yaygınlaştırmasıdır.

Büyük fabrikalarda üretimin kolektif yapısı ve kitleselliği, sömürüyü sınırlandırma konusunda işçilere önemli avantajlar sağlamaktadır. Tersinden bu patronlar için dezavantaj demektir. Bu yüzden kapitalistler uzun bir süredir üretim süreçlerini parçalamakta, işçilerin örgütlü gücünü zayıflatma yoluna gitmektedirler. Büyük tekeller, bir ürünü kendilerine ait bir işyerinde yapmak yerine, onu parçalara ayırarak farklı taşeronlara yaptırma yoluyla bir taraftan işçilik maliyetini düşürmekte, böylece bir ürünü daha ucuza mal etmekte, diğer taraftan ise işçi sınıfının birliğini ve gücünü zayıflatmaktadır.

Bunun sonucu olarak sanayi sitelerindeki işçilerin ezici bir çoğunluğu sendikasız, sigortasız, işgüvencesiz ve her türlü sosyal haktan mahrum olarak çalıştırılmaktadır. İşçinin sadece emeği değil, eti, kemiği, canı, tüm yaşamı üç kuruşa alınır, satılır sanayi sitelerinde.

Biz Doğu Sanayi Sitesi işçileri her gün bu koşulları iliklerimizde hissederek çalışıyoruz. 254 işyerinin bulunduğu sitede metal, plastik, ayakkabı, matbaa, dokuma, mobilya, ilaç gibi iş kollarında üretim yapılmaktadır. Site yönetimi 60-70 kişinin başını çektiği bir kooperatif tarafından yönetilmektedir. Kooperatif üyelerinin tamamı patronlardan oluşmaktadır. Genellikle burada bulunan firmalar işçilerin canı, kanı ve hayatı üzerinden kazandıkları kârlarla büyümekte, epeyce semirdikten sonra ise Gebze, Çorlu, Hadımköy gibi bölgelere taşınmaktadırlar. Son dönemde Çağatay Kablo ve Sem Plastik buna örnek verebileceğimiz işletmelerdir.

Site patronları, işçileri ağır olan sömürü koşullarında tutabilmek için her türden örgütlü çalışmaya karşı düşmanca bir tutum almaktadır. Site güvenliğini başında emekli bir polisin bulunduğu özel bir şirket sağlamaktadır. Bu düzen bekçileri kimi zaman faaliyet yürüten devrimcilere ve kimi reformist sol partilere müdahale ediyor, işçilerin bilinçlenmesine engel oluyorlar. Hemen hemen her işyerinde işçiler kameralarla denetleniyor. Sitenin hemen yanı başında bulunan camide bizzat site kooperatifinin yönlendirmesi ile imamlar “ekmek yediğiniz yere ihanet etmeyin, peygamber efendimiz sürekli sabırlı olmamızı söyler” türünden gerici propaganda yürütüyorlar. Yani onlar da patronların hizmetindedir. İşçilerin yemek molaları birçok yerde 30 ile 45 dakikaya indirildi. İşçilerin site içerisinde birlikte olmalarını, sohbet etmelerini engellemek için yemek molaları dahi farklı zamanlara denk getiriliyor.

Genelde sanayi içerisinde diğer işçi arkadaşlarımızla aynı sorunları yaşıyoruz. 15 ile 80 işçi arasında değişen sayıda işçilerin olduğu atölyelerde çalışma saatleri, 10 ile 14 saat arasında değişiyor. İşçiler genelde asgari ücrete yakın bir ücret alıyorlar. Birçok işyerinde servis yok. Sanayiinin yakın çevresinden işe gelen işçiler her gün 30-40 dakika yürümek zorunda kalıyor. İşyerlerinin yeterli havalandırma ve ısıtma sistemi olmadığı için, yazın sıcağı kışın soğuğu çekilmez oluyor. İş kazalarını azaltmak ve önüne geçmek için patronlar tarafından gerekli önlemler ve gözlük, eldiven gibi koruyucular alınmıyor. Buna uzun ve yorucu çalışma koşulları da eklenince iş kazaları eksik olmuyor.

Sendikalı tek bir işyerinin bile olmadığı sitede, sigortasız çalıştırma oldukça yaygın. Çocuk işçilerin emeği burada yoğun bir şekilde sömürülmektedir. Bir diğer uygulama ise ayrımcılık yaparak sömürüyü artırma biçimindedir. “Göçmenler” diye adlandırılan işçilere daha düşük ücret ödenmekte ve sigorta primleri yatırılmamaktadır.

Site işçileri bu ağır sömürü koşullarına karşı henüz bir tepki koyamıyorlar. Ancak çalışma koşullarının ağırlığından dolayı içten içe bir tepki de duyuyorlar. Geçmişte azgın sömürü koşullarına karşı işçiler ücretlerin artırılması, çalışma koşullarının düzeltilmesi talepleriyle iş durdurup eylem yaptılar, sendikada örgütlenme girişiminde bulundular. Bu da site işçilerinin mücadeleye yabancı olmadığını göstermektedir. Her ne kadar bu mücadelelerin verildiği işyerleri siteden taşınsalar da, geriye bir mücadele deneyimi bıraktılar. Burada asıl sorun, geçmişte verilen mücadelenin kendiliğinden, şekilsiz ve örgütsüz olmasıydı.

Site işçilerinin biraraya gelmesinin yakıcı bir ihtiyaç haline geldiği bir süreçten geçiyoruz. Doğu Sanayi Sitesi işçilerinin her şeyden önce, acilen biraraya gelip sorunlarını tartışacağı, dayanışmasını sağlayıp sırtını dayayacağı bir kuruma, bir mekâna, bir araca ihtiyacı var. Kafalarda ve gönüllerde birlikte bir şeyler yapma isteği var. Ancak geçmişte yaşanan başarısız deneyimler ile genç işçilerin deneyimsizliği, işçilerin kendisine olan güvenlerini kırıyor. Bu eksikliklerimizi giderecek süreci bir an önce başlatmalıyız. Peki, nasıl?

Sitedeki üretim yapısı ve yasal kısıtlamalar nedeniyle işyerlerinin tek tek sendikalarda örgütlenmesi bugün için çok güç. Bugün için tüm sitede, işçilerin birlik ve beraberliğini sağlayacak daha kapsayıcı bir örgütlenmeye ihtiyaç var. Buna en uygun araç ise dernek gibi görünüyor. Patronlar işçilerin karşısına kooperatif örgütlenmesiyle çıkıyorlar. Öyleyse biz de ilk etapta onların karşısında birliğimizi sağlayacak dernek türünden araçlarla çıkabilmeliyiz. Bu konuda işçilerde güçlü bir eğilim de var.

Bu suskunluk artık yeter. Gelinen yerde bu eğilimi daha da güçlendirme zamanıdır. Artık, site içerisinde yaşadığımız sorunlara ve bir sınıf olarak karşı karşıya bulunduğumuz saldırılara karşı, örgütlenme yolunda bir adım atmalıyız. Biz, Doğu Sanayi Site’sinde çalışan öncü işçiler olarak, bu dağınıklığa ve suskunluğa son vermeye kararlıyız. Tüm site işçisi kardeşlerimizi, ortaya koyacağımız çabalara destek olmaya, ortak sınıf çıkarlarımız etrafında sımsıkı kenetlenmeye çağırıyoruz.

Doğu Sanayi Sitesi’nden İşçiler

(Emekçinin Gündemi’nin Mart ‘07 tarihli

2. sayısından alınmıştır…)


Petrol-İş Sendikası KADIN dergisi Genel Yayın Yönetmeni Necla Akgökçe ile konuştuk...

Sendikalarda da kadının adı yok!

- Sendikal yönetim kademelerinde kadın sayısı neden az, bunu neye bağlıyorsunuz?

Aslında bu kadınların sendikalarda da az olmasının doğal bir sonucu. Sendikalarda örgütlü kadın az olduğu için temsiliyet düzeyinde de kadınları göremiyoruz. Ancak bu yalnızca sendikalar için geçerli değil. Örneğin Türkiye’de çalışma yaşamının genelinde kadın sayısı çok çok az. Sendikalar da bundan muaf değil.

Sendikalar cinsiyetine bakmaksızın emekçileri örgütlemek için faaliyet gösteriyorlar. Bu yapılarıyla her türlü ezilme ilişkisini bir biçimde gündeme getirmeleri gerekiyor. Bundan dolayı sendikalarda ve sendikal yönetim kademelerinde kadınların bulunmayışı, sendikalar açısından ciddi bir eksiklik. Çok söylenir, özellikle sendikaların toplumun geneline oranla daha az erkek egemen olmaları gerekir. Eğer siz sınıf ezilmişliğine karşıysanız, sınıf içerisinde kadın olmaları nedeniyle de ezilen işçi kadınları daha çok kucaklamanız, bu soruna özel olarak eğilmeniz gerekir. Sendikalar bu noktada son derece yetersiz. Bundan dolayıdır ki, daha baştan çok önemli bir potansiyeli dışarıda bırakmış oluyorlar.

-Bugün işçi kadınlar sınıf mücadelesinin biraz daha gerisinde duruyorlar. Sendikalara da bir o kadar uzaklar. Sizce neden?

Bugün kadınların sendikalara mesafeli durmasının en önemli nedeni, kadının sırtındaki ikili yük. Ev işleri, çocuk bakımı ve ataerkil toplumun-erkek egemen geleneksel yaklaşımın kadınlara yüklediği rol ve daha pek çok ev içi işler, kadının siyasal yaşama ve örgütlenme çalışmasına katılmasının önündeki en büyük engellerden birisidir. Mesela sendikal hareket içerisine katılmak isteyen kadınlar bu gibi sorumluluklarının kendilerini engellediğini söylüyorlar. Ben bunu çok somut gözlemledim. “Toplantı yapılsa katılır mısınız” veya “sendikal bir etkinlik olduğunda gelir misiniz” dediğimizde, çok istediklerini söylüyorlar. Çocuklara bakacak kimse olmadığını, akıllarının evde kaldığını vb. söylüyorlar. “Sendikal toplantılar genellikle akşamları yapılıyor. Biz bu yüzden katılamıyoruz” diyorlar. Eşler de bu noktada anlayış göstermiyorlar. Hatta engel bile olabiliyorlar. “Otur oturduğun yerde, çocuğuna bak, kadının yeri evidir” diyebiliyorlar. Gelenek, görenekler de bu konuda çok belirleyici.

Belki kadınlar zor örgütleniyorlar, mücadeleye kazanılmalarının önünde birçok engel var. Ancak kadınlar örgütlenince çok daha kararlı davranıyorlar. Mesela bizim Antalya Serbest Bölge’sinde Novamed grevimiz var. 83 kadın işçi var bu direnişte. Sendikalaşma mücadelesi veriyorlar burada. Ve bu mücadele 5 aydır sürüyor. Buradaki kadınlar son derece sağlamlar. Hiç geri adım atan yok içlerinde. Durumu kavrayınca, ezilme hallerinin farkına varınca, kadınlar önlerinde hiçbir engel tanımıyorlar. Yeter ki, bir kez zincir kırılsın. En fazla ezildikleri, çifte sömürüye maruz kaldıkları için daha kararlı mücadele ediyorlar.

-Peki zinciri kırmak için neler yapılabilir? Emekçi kadınları nasıl öne çıkartabiliriz.

Bir kere bu sorun konusunda sendikaların ve emek örgütlenmelerinin kendilerini yeniden tanımlamaları gerekir. Buradaki erkeklerin de kendilerini gözden geçirmeleri gerekiyor. Tabii burada en büyük rol kadınlara düşüyor. Kadınlar kendilerini örgütlemeli. Güçlenmeliler. Kadınların kendileri güçlendikçe bu yapıları zorlayabiliyorlar. Ben çeşitli siyasi partilerden de biliyorum, sendikalardan da biliyorum.

Yurtdışında çeşitli sendikalar kampanyalar düzenliyorlar. Hedef kadın üye sayısını artırmak. Anketler, toplantılar, broşürler... Birçok araç kullanıyorlar. Kampanya neticesinde Güney Asya’da kadın üye sayısında %40 oranında bir artış olmuş. Afrika ülkelerinde de %30’luk bir artış söz konusu.. Bu demek oluyor ki, biraz yönelim, ilgi ve çabayla kadınlar da örgütlenebiliyorlar.

Kadın örgütlenmesi farklı yapıda bir örgütlenme. Şöyle olmalı ve işlemeli bence: Her şeyden önce sendikalarda kadın örgütçüler olmalı bence. Mevcut sendikal yapılanmalarda kadın örgütçüler yok.. Eğer sendikalar kadınları örgütlemekte samimi iseler, profesyonel kadın işçileri istihdam etmek durumundalar. Kadınların örgütlenmesine ayrıca bütçe ayırmak durumundalar. Kadın-erkek eşitliğini sağlayabilmek, cinsel ayrımcılığı ortadan kaldırabilmek için de hem kadın işçiler hem de erkek işçiler bilinçlendirilmeli, eğitilmeliler.

Bizim sendikamız bunu biraz yapıyor. Bize belli bir bütçe ayırıyorlar. Bu, büyüklüğü ne olursa olsun kadın işçilere ilginin ve kadın sorununa yönelik bir kavrayışın ifadesi. Bu, sendikanın politikasını gösteriyor, kadın meselelerine daha duyarlı olduğunu gösteriyor bence. Bir de size şunu söyleyeyim. Bizim toplam üye sayımız 25 bin, kadın üye sayımız 1564. Ancak önemli olan burada toplumsal bakabilmek. Ayrımcılığa karşı bir tavrınız varsa, bu konuda da yapacaklarınız mutlaka vardır. Sonuçta bizim kalan 23 bin üyemizin de eşleri var.

(Emekçinin Gündemi’nin Mart ‘07 tarihli

2. sayısından alınmıştır…)