2 Mart 2007 Sayı: 2007/08(08)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sağlık emekçileriyle elele, mücadeleye!
  ABD’de ikna edildiler, MGK’de karara dönüştürdüler...
  TTB’nin “Beyaz Eylem” takvimi
Tutuklanan DTP’liler serbest bırakılsın!
Saraylara savaş kulübelere barış!
Büyüyen açlık ve yoksulluk kaderimiz olamaz!
 8 Mart etkinlikleri...
  Anadolu Yakası’nda emekçi kadın çalışması
  “Eşit işe eşit ücret!” talebinin tarih sahnesine çıkışı
  İLGP’den “ÖSS’ye hayır!” kampanyası:
  İşsizlik: Kara ölüm mü? - Yüksel Akkaya
  Haluk Gerger: ‘Yurtseverlik ile
halk sevgisi iç içedir’
  Ortadoğu’da süreç kışkırtılıyor Abu -Şehmuz Demir
  İran’a saldırı hazırlıkları devam ediyor!
  Abdullah Gül Pakistan’daydı!
  Çocuklar, misket, bomba, kapitalizm!
  Büyük tekellerden geniş çaplı
tensikat saldırısı
  DİSK’in 40. yılı ve Çelebiler’in misyonu!
  Ulugay işçilerinin direnişi sona erdi
  Bültenlerden
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sağlıkta yıkım saldırılarına karşı

Sağlık emekçileriyle elele, mücadeleye!

Sermaye devletinin sağlıkta yıkım politika ve uygulamalarına karşı sağlık emekçileri bu kez de “beyaz eylemler” sürecini başlatmış bulunuyor. Ankara Tabip Odası’ndan yapılan açıklamaya göre sağlıkçılar, 1 Mart’ta, Aile Hekimliği’ni protesto etmek için bir sağlık ocağı önünde yapacakları eylemle süreci başlatacaklar. 4 Mart’ta eğitim hastanelerindeki kadrolaşmaya yönelik bir panel düzenlenecek. 5-9 Mart’ta referandum, 11 Mart’ta da Ankara’da bir miting yapılacak. Tabip Odaları’nın aldığı kararla, hekimler, 14 Mart’ta ise iş bırakacak. Bir günlük bu iş bırakma eylemine ilişkin, Ankara Tabip Odası Başkanı Önder Okay, acil, çocuk ve hamilelere verilecek hizmetler dışında sağlık hizmetlerini durduracaklarını açıklamış bulunuyor. Tabip Odası’nın açıklamasında, sağlık sektöründeki diğer örgütlerin yanısıra, mücadeleye tüm işçi ve emekçilerden destek vermeleri çağrısı yer alıyor.

Gündemdeki politika ve uygulamaların özeti, sermaye devletinin, sırtında bir yük olarak gördüğü sağlık hizmetlerinden tümden kurtulmak, bunu da, sağlık hakkını özel sektörün bir kâr alanı haline getirmek suretiyle yapmaktır. Özelleştirilen tüm alanlarda olduğu gibi, sağlık alanında da yağmaya açılan, bir yandan işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin 150 yıllık kazanımları, diğer yandan zaten açlık sınırının da altına çekilmiş durumdaki günlük nafakalarıdır. Sağlık sektöründe çalışan işçi ve emekçiler, saldırının ilk etapta ve doğrudan muhatabı olmakla birlikte, saldırı tüm işçi ve emekçilere yöneliktir. Dolayısıyla, bu saldırıyı durdurma görevi de tüm işçi sınıfı ve emekçi kitlelere düşmektedir.

Diğer tüm haklar gibi sağlık sigortası hakkı da, dünya işçi sınıfının uzun yılları kapsayan ve bedelini kanları/canlarıyla ödedikleri bir mücadelenin kazanımdır. Bu zorlu mücadeleler yanında, kapitalist sistemden bu hakları koparmada sosyalizmin önemli bir etken olduğu biliniyor. Sosyalist Sovyetler Birliği, ilk elden kurdukları parasız ve kaliteli sağlık sistemi ve işçi-emekçilerin yaşam kalitesini yükseltmeye yönelik diğer pek çok kurumsallaşma nedeniyle, kapitalist-emperyalist ülkelerin işçi ve emekçileri için güçlü bir çekim merkezi haline geliyordu. Kapitalistemperyalist haydutların hiçbir anti-propagandası, Sovyetler Birliği’ndeki bu gelişmeler karşısında etkili olamıyor, sosyalizmin prestiji hızla artıyordu. Nitekim, ikinci emperyalist paylaşım savaşı, Doğu Avrupa’da bir dizi ülkenin sosyalizme yönelmesiyle, yani emperyalist-kapitalist sistemin dışına çıkışla sonuçlandı. Emperyalist sistemden bu kopuşa Çin’in de eklenmesiyle, sömürü sistemi dünya nüfusunun yarıya yakınını kaybetmiş oldu. Tümüyle soygun ve sömürü üzerine korulu sistem bu kayıpları kabullenemezdi, kabullenmedi. Başka kayba uğramamak ve kayıplarını geri alabilmek için her yolu denedi. Bu yollardan biri de, “sosyal devlet” propagandası eşliğinde, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadele taleplerinin bir kısmına karşılık vermekti. Böylece, sağlık ve sigorta hakkı “sosyal devlet” tanımında öncelikli yeri almıştır.

Sovyetler Birliği’nin yenilgisiyle sonuçlanan soğuk savaş sürecinde, emperyalist-kapitalist devletlerin, “sosyal devlet” demagojisi eşliğinde işçi örgütlerini de ehlileştirmeyi başardığı, savaş sonrasında sınıfa yöneltilen kapsamlı saldırılar sürecinde açığa çıkmış bulunuyor. Dünyanın pek çok ülkesinde işçi sınıfı ve emekçiler, ne yazık ki, kimi ihanet kimi teslimiyet içinde çürümüş örgütlerinin durumu yüzünden, kazanımlarını koruma gücü bulamıyor. Ödedikleri ağır bedellerin ve sosyalizmin kazanımı sosyal hakları birer birer kaybediyorlar.

Bu hak gaspları sürecine Türkiye’den baktığımızda, başka pek çok ülkeye göre baş döndürücü bir hızla geriye gidiş görülecektir. Özellikle sağlık alanında, ‘paran kadar sağlık’ tepkisiyle karşı durulmaya çalışılan kayıplar süreci başı çekiyor. Bir yandan, hiçbir denetime tabi tutulmayan özel sağlık kuruluşları mantar gibi çoğalırken, diğer yandan devlet kuruluşlarında hizmet önce paralı, giderek pahalı hale getiriliyor. Birbiri ardına çıkarılan kanun ya da kararnameler ile işçi ve emekçilerin bu alandaki kazanılmış hakları parça parça gaspediliyor.

Bu çerçeveden bakıldığında, Tabip Odaları’nın eylemlerine destek çağrısı, aslında, olması gerekenin çok gerisinde kalmaktadır. Çünkü işçi sınıfı ve emekçi kitleler, destek vererek değil, mücadelenin bileşenleri olarak süreçte yer almalıdır. Tüm işçi ve emekçi örgütleri, saldırının her türüne olduğu gibi, sağlıkta yıkım saldırısına karşı da birleşik bir mücadele içinde olmak zorundalar.

Ancak bugün böyle olmadığı, tabiplerin ve sağlık emekçilerinin yalnız bırakıldığı görülüyor. İşçi ve emekçiler elbette “beyaz eylemleri” gönülden destekleyebilir ve desteklemelidir. Ancak ihtiyaç gönül desteği değil, eylem desteği, daha doğrusu eylem birlikteliğidir ki, bunun için örgüt kararları gerekmektedir. İşçi ve emekçi kitleler, koşar adım uygulamaya konulan sağlıkta yıkım politikalarını yaşayarak öğrendikleri için, sendikaların üyelerini bilinçlendirmek için ayrıca bir zamana da ihtiyacı bulunmuyor. Sadece karar almaları ve üyelerine duyurmaları bile mücadelenin birleştirilmesi ve yükseltilmesi için yeterli olacakken, bundan bile uzak durulabiliyorlar.

Zaten, işçi sınıfının 150 yıllık kazanımlarının böylesine kolayından geri alınabilmesi, emek gücünün böylesine barbar bir yağmaya konu edilebilmesi de bu yüzden değil mi? Kazanılmış hakları korumanın ve yeni haklar kazanmanın, bilinen/ispatlanan tek yolu örgütlü mücadeledir. Sermaye sınıfı ve devleti, tam da bu nedenle, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri örgütsüzleştirmeyi, varolan örgütlerini etkisizleştirmeyi, yıkım ve yağma programlarının başına almıştır. Saldırılar sadece haklara ve özgürlüklere değil, bunlara yönelebilmek için öncelikle örgütlere yöneltilmiştir. Yani, saldırı programlarının mantığı ve uygulaması gözönüne alındığında, sendikalar, sınıfa ve emekçilere yöneltilen her saldırıyı kendilerine, kendi örgütlülüklerine yönelmiş saymalı, buna uygun bir tutum içinde olmalıdır.

İşçi ve emekçiler saldırılara karşı birleşik ve güçlü bir mücadele sergileyebilmek için örgütlerini bu yönde zorlamalıdır. Zorlamanın bir aracı da, örgüt kararı olsun olmasın sağlık sektöründe 1 Mart’ta başlatılacak olan eylemlilik sürecinde yer almak, kendi sağlık haklarını koruyabilmek için, sağlık emekçilerinin mücadelesine eylemli destek vermektir. Parasız, kaliteli, yaygın sağlık hizmeti için, mücadelede sağlık emekçilerinin yanında yerimizi alalım.