23 Şubat 2007 Sayı: 2007/07(07)

  Kızıl Bayrak'tan
   Siyonist İsrail’le işbirliği pekiştiriliyor
  İşbirlikçiler yeni suçlara ortak
olmaya hazırlanıyor!
  Ordu ve hükümet arasında Güney Kürdistan gerilimi...
Dinci gericiliğe ve düzenin laiklik sahtekarlığına karşı
Milliyetçilik versiyonları ve düzen medyası
8 Mart faaliyetleri ve etkinliklerinden...
 8 Mart yaklaşırken emekçi kadınlara yönelik çalışmamız üzerine...
  “Ev kadınlarına sigorta hakkı!”
  İbrahim Ethem İlaç işçisi fabrikaya kapandı...
  Haluk Gerger ile Ortadoğu’daki son gelişmeler üzerine konuştuk...
  Dışişleri Bakanı Washington’dan sonra
Suudi Arabistan’da!
  Filistin yönetimine tam teslimiyet dayatılıyor
  Yükselen bir kapitalist güç: Sosyal-emperyalist Çin
  TİB-DER Genel Kurulu gerçekleşti...
  ÇAM-DER’de birinci yıl etkinliği
  100. sayımızla sesimizi daha da
yükseltiyoruz
  “GATS, AB uyum sürecinde
meslekler nereye?”
  Yaşar Büyükanıt’ın ABD gezisi ve bir
kez daha ortaya çıkan gerçekler - M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Savcı ve yargıçlarımıza açık mektup

BİA- Muhterem savcılarım ve yargıçlarım. Müsaadenizle, bugün size bir ayna tutacağım.

***

Pankart açıyorlar: “Hepimiz Samast’ız”. TCK’nin md.77/1-a bendinde ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılan “İnsanlığa karşı suç”u alenen övüyorlar. Bunun TCK md.215’e göre cezası 2 yıl. Yargı sessiz.

İki kişi Iğdır’dan kalkıp İstanbul’a geliyor. Yakalanınca itiraf ettikleri amaç: Hrant’ın cenazesini protesto amacıyla feribot kaçırmak. TCK Md.35’deki “suça teşebbüs” durumu. “Herhangi bir örgüte üye olmadıkları, organize bir eylem planlamadıkları ve eylemi gerçekleştirmemiş oldukları” için, otobüse bindirilip Iğdır’a uğurlanıyorlar. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diye bağırır vaziyette (Milliyet online, 13 Şubat 07). Yargı sessiz.

Neden feribot kaçırmak? Çünkü 27 Ocak’ta bir “Vatansever Türk Fedaisi” Çanakkale’de Sultantepe feribotunu aynı nedenle kaçırdı. İki insanı rehin aldı. “Vatan için yaptım” dedi. Serbest bırakıldı. Henüz hakkında açılan bir dava yok (Milliyet online, 28 Ocak 07).

Mersin’de bir dernek “Türk ana-babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan” gençlere Kuran ve tabancaya el bastırarak yemin ettirdi: “Bu uğurda ölmek var, öldürmek var” (Milliyet online, 10 Şubat 07). Yargı sessiz.

***

Ama, Başbakanlık İHDK Yönetmeliği Md.5 tarafından talep edilmiş resmî bir Rapor nedeniyle biz iki profesör Savcılık tarafından hemen mahkemeye verildik. Toplam 5’er yıl istemiyle. Beraat edince bu sefer Ankara Cumhuriyet Başsavcısı temyiz için Yargıtay’a başvurdu. Kararı bekliyoruz.

***

Arkasından, birtakım insanlar Rapor nedeniyle bize açıkça hakaret ettiler. Aşağıda alıntılar yaptığım bu hakaretlere karşı açtığımız davalarda bakınız ne kararlar verdiniz:

1) Aslan Tekin, Yeniçağ: “İhanet şebekelerinin ağaları”, “Bence bu adamlar dövülseydi milletin içi soğurdu. Sevr’ciler tekme tokadı hak etmişlerdi”. “Bölücü, ihanetçi, yalakalar”. “Rapor denen paçavrayı yırtma hakkı”. Karar: “Davanın reddine...”. Gerekçe: “Kendisi şiddetli eleştiri yapan bir kişi veya kurum, zora başvurulmadığı sürece aynı şiddette ve daha şiddetli eleştirilere katlanmak zorundadır”.

2) Türkiye Kamu-Sen Gn. Bşk. Bircan Akyıldız: “Toprağın bedeli kandır, gerekirse dökülür”. Karar: “Davanın reddine...”. Gerekçe: “Davacılar, hazırladıkları Rapordaki görüşlerinin kamuoyunda sert olarak eleştirilmesine katlanmak zorundadırlar”.

3) Kemal Yavuz, Akşam gazetesi: “Bir avuç zibidi”. “Ekmek yediğin kapıya ihanet etme, sonra nimet çarpar”. Karar: “Davanın reddine....”. Gerekçe: “Zibidi kelimesi TDK sözlüğünde yersiz ve zamansız davranışları olan kimse olarak açıklanmıştır. Bu Rapor’a imza atılması yersiz ve zamansız olarak nitelenmektedir. Rapor hakkında kamu davası da açılmıştır”.

4) N. K. Zeybek: “Hainler korkak olur derler; peki bunlar niye bu kadar atak?”. “Siz o uydurma azınlıklarınızı alın da gidin Avrupanıza sokun”. Karar: “Davanın reddine...”. Gerekçe: “Daha önce belli bir kesim tarafından dile getirilen bu görüşler(in) bu defa Raporlarda yer alması nedeniyle sert eleştirilere tabi tutulması da doğaldır”.

5) Özcan Yeniçeri, Yeniçağ: “Tamamen dışarıdan beslenen ve yabancıların Türkiye üzerindeki emellerinin aracı olarak hareket eden bu örgütlü azınlık unsurlar, bu güruh”. “Örgütlü entelektüel çete, şer ittifakı”. Karar: “Davanın reddine...”. Gerekçe: “Yazı, eleştiri özgürlüğü çerçevesindedir”.

6) Milletvekili Süleyman Sarıbaş: “Bu kepazelik raporunu hazırlayan entel devşirme takımı zehirli salyalarını akıtmayı başardılar”. “Millet bunları tükürüğüyle boğar”. “Azınlık arayanlar, analarına, babalarının kim olduğunu bir kez daha sorsunlar”. Yargıtay kararı: Mahkemenin verdiği tazminat kararı yersizdir. Gerekçe hâlâ yazılmadı. Merakla bekliyoruz.

7) Sırrı Yüksel Cebeci: “Bunlara Türkiyeli demek, Türkiyeli yılanlara, kurbağalara ve çakallara haksızlık oluyor”. Karar: “Davanın reddine...”. Gerekçe: “Raporun hazırlanmasında görev alan kişiler, yazılacak eleştirilere de katlanmak zorundadır”.

8) Selcan Taşçı: “Şu toprağa küfrederek basan var. Hain desen, işbirlikçi desen var. Köpek gibi, bir kemikle susan var”. Karar: “Davanın reddine...”. Gerekçe: “Kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla sert sayılacak nitelikte yazıda kamu yararı bulunmaktadır”. (Yargıtay da onayladı).

***

Muhterem Savcılarım ve Yargıçlarım. Tablo şudur: Yargımız, bu terör eylemlerini ve hakaretleri yapanlara karşı son derece demokrat, bilimsel rapor yazanlara karşı son derece katı bir tavır içindedir.

Bu tavır, ikili bir “ulusal sorumluluk”a denk düşüyor: 1) Kaba kuvvet sahiplerini gittikçe cesaretlendiriyor; 2) Fikir sahiplerinin içteki adalete güveni sarsıldığı için Strasbourg’daki uluslararası mahkemeyi Egemen TC’nin Temyiz Mercii haline getiriyor.

Bu aynayı tutmak benim ulusal görevim idi; yaptım. Karar yüce mahkemenindir.

Baskın Oran

(Agos, 20 Şubat 2007)


Soğuk savaş değil ama

Putin’in Münih konuşmasını yorumlama çabaları devam ediyor. Gündemde bir “Soğuk Savaş” yok, ama çok daha karmaşık, tehlikeli bir süreç başladı. Putin’in konuşması işte bu, şimdilik daha iyi bir betimleme bulana kadar, “çok kutuplu dengesizlik” diyebileceğimiz sürecin dışavurumu.

Çok kutuplu dengesizlik

“Soğuk Savaş”ın ardından, ABD’nin “Yeni Dünya Düzeni”, “tarihin sonu”, “Küreselleşme”, en son aşamasında da “Büyük Ortadoğu Projesi” adı altında gerçekleştirmeye çalıştığı tek “kutuplu dünya” projesi, hemen her düzeyde karşılaştığı engellere takıldı. Bush döneminde bu projeyi askeri üstünlüğe dayanarak ilerletme çabaları, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, ABD hegemonyasındaki gerilemeyi daha da hızlandırdı.

Bu sırada, Irak savaşıyla birlikte ABD-Avrupa çatlağının genişlemeye başlaması, Çin ve Hindistan’ın ekonomik, giderek siyasi birer güç olarak yükselmesi, Rusya’nın KGB/Putin yönetimi altında, enerji piyasalarının da yardımıyla toparlanması; Brezilya, Güney Afrika, hatta İran gibi güçlerin dünya ekonomik ve siyasi dinamikleri üzerinde etkili olmaya başlamaları hep “çok kutuplu bir düzenin” doğmakta olduğunu gösteriyordu. Ancak ekonomik, özellikle askeri etkenler bize bunun çok dengesiz bir düzen olacağını düşündürüyor.

ABD hala dünyanın toplam çıktısının yaklaşık yüzde 30’unu üretiyor, son yıllarda ekonomik büyümesini finanse ederken devasa cari açık ve bütçe açığı, astronomik iç ve dış borç yarattı. Öyle ki, ABD ekonomisinin riskleri dünya ekonomisinin riskleri haline geldi. Bu nedenle ABD hegemonyasının en önemli ayağı, doların uluslararası konumu tartışılıyor. ABD savunma bütçesi, dünyanın geri kalan tüm ülkelerinin savunma bütçelerinin toplamından daha büyük. ABD’den başka hiçbir ülkenin dünya üzerine yayılmış bir üsler zinciri yok. ABD hegemonyası hızla geriliyor, ama ortada bir “hegemonya transferine” konu olacak ya da bir kalıcı denge kurabilecek yeni bir güç yok!

Bu dengesizlik enerjisini, bir taraftan, diğer güçlerin ABD karşısında karmaşık, sürekli değişen ittifaklar, bloklar oluşturma çabasıyla, ABD’nin bu bloklaşmaları engelleme, ittifakları bozma girişimleri arasındaki çelişkilerden alacak. Aslında iki düzey çelişki söz konusu: Biri blok oluşturmaya çalışanların küresel ve yerel, ulusal çıkarları arasındaki çelişkiler. İkincisi de ABD’nin bu ülkelere ve ittifak süreçlerine müdahale ederken harekete geçireceği çelişkiler. Bu, iki kutuplu, nükleer denge ve karşılıklı “anlayış” üzerinde yaşayan “Soğuk Savaş” düzeninden çok daha karmaşık, tehlikeli bir şekillenme.

Kilit ülke olarak Rusya

Putin’in konuşmasını, bu resmin içine, Rusya’nın ekonomik (enerji dahil), askeri kapasitelerini de düşünerek, yerleştirmeye başlayınca ortaya ilginç bir görüntü çkıyor. Rusya, askeri gücüne, enerji kaynaklarına rağmen, ekonomisi, bir hegemonya adayını taşıyacak büyüklükte “ekonomik-artık” yaratma kapasitesinden, demografik dinamikten yoksun. Buna karşılık Avrupa’nın ve Çin, Hindistan gibi hızla yükselmekte olan güçlerin bu aşamada ABD’yle bırakın dengeleme yarışına, polemiğe girmeye bile niyetleri olmadıkları görülüyor.

Halbuki, Avrupa’yla (özellikle Almanya yoluyla) ekonomik ve enerji bağları güçlü, Çin ile ekonomik, teknolojik bağların yanısıra enerji bağlantıları ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) kapsamında stratejik ilişkileri geliştirmekte olan Rusya özel bir konuma sahip. Üstelik, özellikle yüksek teknoloji alanında uzmanlaşmaya başlayan Hindistan da ŞİÖ’nün çekim alanına giriyor. Münih toplantısının ardından, Hindistan, Rusya ve Çin dışişleri bakanlarının Delhi’de biraraya gelerek “daha demokratik” (ABD modelinden farklı, yerel sınıflar matrisinin denklemlerine daha uygun demek istiyorlar) ve “çok kutuplu” bir dünya kurmak için çalışacaklarını açıklamaları da özellikle anlamlıydı.

Putin’in hemen Münih’ten sonra gerçekleştirdiği Ortadoğu gezisinin gösterdiği gibi, Rusya, Müslüman dünya ile ilişkilerini hızla, üstelik Şii-Sünni çatlağına da düşmeden (emekli diplomak, M. K. Bhadrakumar’ın Asya Times’daki 16 Şubat tarihli yazısını özellikle öneririm) geliştiriyor. ABD’nin Arap ülkelerinin gözünde tümüyle iflas eden, Ortadoğu politikasının aksine, Putin hem körfez ülkelerini, genelde Arap dünyasını, hem de İran’ı hoşnut edebilecek bir çizgi izlemeyi başarıyor. Alman Dışişleri’nin Putin konuşmasına verdikleri desteğe bakılırsa, AB liderliği de bu politikadan hoşnut.

Özetle, önümüzdeki dönemde Rusya, Avrupa, Uzakdoğu ve Ortadoğu kavşağının, gelecekteki hegemonya adayını doğuracak gruplaşmalarının merkezinde olacak. Umarım, AKP hükümetinin ABD aşkı, bu gelişmelerin yakından izlenerek değerlendirilmesinin önünde bir engel oluşturmaz.

Ergin Yıldızoğlu

(Cumhuriyet, 21 Şubat ‘07)