23 Şubat 2007 Sayı: 2007/07(07)

  Kızıl Bayrak'tan
   Siyonist İsrail’le işbirliği pekiştiriliyor
  İşbirlikçiler yeni suçlara ortak
olmaya hazırlanıyor!
  Ordu ve hükümet arasında Güney Kürdistan gerilimi...
Dinci gericiliğe ve düzenin laiklik sahtekarlığına karşı
Milliyetçilik versiyonları ve düzen medyası
8 Mart faaliyetleri ve etkinliklerinden...
 8 Mart yaklaşırken emekçi kadınlara yönelik çalışmamız üzerine...
  “Ev kadınlarına sigorta hakkı!”
  İbrahim Ethem İlaç işçisi fabrikaya kapandı...
  Haluk Gerger ile Ortadoğu’daki son gelişmeler üzerine konuştuk...
  Dışişleri Bakanı Washington’dan sonra
Suudi Arabistan’da!
  Filistin yönetimine tam teslimiyet dayatılıyor
  Yükselen bir kapitalist güç: Sosyal-emperyalist Çin
  TİB-DER Genel Kurulu gerçekleşti...
  ÇAM-DER’de birinci yıl etkinliği
  100. sayımızla sesimizi daha da
yükseltiyoruz
  “GATS, AB uyum sürecinde
meslekler nereye?”
  Yaşar Büyükanıt’ın ABD gezisi ve bir
kez daha ortaya çıkan gerçekler - M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Yaşamak için zaman da yok!

İnsanca yaşamaya yeterli ücret ve zaman istiyoruz!

Geçenlerde bir televizyon programında sağlıklı yaşamla ilgili bir tartışma izledim. Diyorlar ki, “insanlar sağlıklı yaşamak için mutlaka sosyal ve kültürel olarak çeşitli aktivitelere katılmak zorundadır. Bu aktiviteler, ruhsal ve fiziksel olarak insan yaşamını olumlu etkileyecek ve daha mutlu bir yaşam sürmesini sağlayacaktır.” Böyle bir aktivitenin içerisinde olabilmek için paranın yanısıra zamana da ihtiyacımız var.

İşten çıktıktan sonra gece yarısı oluyor. Yemek ve uyku için bile yeterli zamanı bulamadığımızı biliyoruz. Hele bir de o gün mesaiye kalmışsak öbür gün yeniden kalkıp işe gitmek tam bir işkenceye dönüşüyor. Ama ne yapabiliriz ki? Mesailere kalmak zorunlu olmasa bile, yaşamımızı sürdürebilmenin tek yolu kuru asgari ücretin dışında biraz daha fazla para kazanabilmektir.

Neyse ki hafta sonu geliyor ve o büyük günü değerlendirmek, yani dinlenmek için fırsat doğuyor. Ama yine birçoğumuz hafta sonları da çalışmak zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla kendimize ayırabileceğimiz bir günümüz ne yazık ki olmuyor.

Ne çocuklarımızla ilgilenebiliyoruz, ne eşimizi alıp bir çay bahçesine gidip şöyle bir sohbet edebiliyoruz. Zaten sinema, tiyatro gibi aktiviteler bizlere çok uzak. Birçoğumuz hayatımızda bir kez olsun sinemaya ya da tiyatroya gitmiş değiliz. En sosyal olduğumuz yer ise mahallede iki pişpirik attığımız bol dumanlı kahveler, ya da “bayanlar için” fırsatını bulurlarsa bir evde bir araya gelip iki börek açıp sohbet edip çay içmek oluyor.

Bizlere dayatılan yaşam şartları ancak bu kadar yaşamamıza, bu kadar sosyal aktiviteye izin veriyor.

Peki bizler neden sosyal faaliyetlere katılamıyoruz? Elbette hepimizin aklına iki şey geliyor: İlk olarak “para mı var bunları yapmaya?”, ikinci olaraksa “çalışmaktan zaman mı kalıyor?” diyoruz.

Evet bunları yapmak için yeterli ücrete ve dahası zamana ihtiyacımız var. Maalesef bunlar da bizde bulunmuyor. Zira çalışma saatlerimiz uzun, ücretlerimiz ise çok düşük. Bu koşullarda çalışma hayatı tüm hayatımızı kaplıyor. Sadece çalışıyoruz ve çalışmak için yaşıyoruz. Çünkü patronlar her dakikamızdan yararlanmak, kârlarına kâr katmak istiyorlar. Biz de onların bu hırslarına engel olacak örgütlü güce sahip olmadığımızdan hayatımızı patronların ellerine bırakıyoruz.

Sağlıklı yaşamayan, sosyal ve kültürel aktivitelere katılmayan bir toplum kendi sorunlarına karşı da olabildiğince duyarsızlaşır ve giderek çalıştığı makinanın bir parçası gibi hisseder. Düzen bizleri sadece fabrikalarımızda köleleştirmekle yetinemez. Bütün yirmi dört saatimizi işgal etmek zorundadır. Böyle yapmadığı takdirde, örneğin belirlenen asgari ücrete (403YTL’ye) karşı çıkacağımızı ve hakkımız olan ücreti almak için mücadele edeceğimizi bilir. Bu da hiç işine gelmez tabii ki. Ya da fabrikalarımızda sendikalaşmak için bir araya geleceğimizi, düşünen ve yargılayan bir sınıf olacağımızı bilir. Bunun için de bedenimizi köleleştirdiği gibi beynimizi de köleleştirmek zorundadır. Bize düşünecek zaman vermemek ve her dakika beynimizi değişik araçlarla “futbol, dizi, magazin vb.” uyuşturmak zorundadır.

Şapkamızı önümüze koyup düşünmenin ve bir araya gelip bu saldırılara karşı çıkmanın zamanı gelmedi mi? Ya iyi bir yaşam için mücadele edeceğiz ya da köle gibi çalışarak yaşayacağız.

(Topkapı İşçi Bülteni’nin Şubat 2007 tarihli sayısından alınmıştır...)


Matbaa işçileri konuşuyor…

“Bir dernek çatısı altında birleşmek zorundayız!”

- Şu anda bütün işyerlerinde olduğu gibi matbaalarda da en önemli gündem Ocak zamları. Çalıştığınız matbaada zamların ne kadar olduğu açıklandı mı?

Serdar: %10 zam vereceklerini söylediler. Bu da yaklaşık 70 milyon falan ediyor.

- Açıklanan bu zam beklentilerinizi karşılıyor mu?

Serdar: Aslında yapılacak zammın en az 200 milyon olması lazım. Neden dersen, ev kirası 450 milyon, bu seneki zamla olacak 550 milyon. Minibüse zam, şuna zam, buna zam. Ama gel gelelim konu bizim ücretlere geldiğinde diğer şeylere yapılan zamlar gibi cömert davranmıyorlar.

Sinan: Minibüslere de zam gelmiş. Şimdi bizim oraya gidebilmek için 1.80 YTL veriyorum dolmuşa. Bir hesap yapsan aylık ne kadar olur diye her halde maaşın yarısı yola gider.

- Peki patron %10 zam yapacağını açıkladığında sizin tavrınız ne oldu?

Serdar: Ya kabul etmeyip daha iyi koşullar için direneceksin ya da çıkıp gideceksin. Eğer tek başınaysan yapacak bir şey yok. Ağzını açıp bir şey demeye kalkarsan da bir bakmışsın başına gelmedik kalmamış. Kimsede birlik yok. Ben 9 yıldır burada çalışıyorum, patron daha önce her 6 ayda bir 50 milyon zam yapıyordu. Şimdi ise yıllık yapıyor, başından savıyor bizi.

Sinan: Son iki yıldır yapılan zamlar yıllık olarak yapılıyor.

Yusuf: Patronlar borçlarım var, iş sıkıntılarım var diyor.

Serdar: İş sıkıntısı yaşadığı yok. Makineler çalışıyor, durduğu yok.

Yusuf: Bunları duymaya alıştık artık, her zam döneminde aynı nakarat.

- Genelde zam ayı geldiğinde patronlar böyle söylenmeye başlarlar. Senaryo hazırdır, hep aynı rolü oynarlar.

Serdar: Senaryo hazır ama bu arada 4 trilyonluk han aldılar. O handa da 15 milyarlık kira alıyor aylık. 7 tane dükkan var. Kiradan bile büyük para kazanıyorlar. Büyük şirketleri var adamların. 4 tane 4 renkli makineleri var, ama sıra bize gelince para yok diyorlar. Oysa ki çok rahat öderler isteseler.

Metin: Patronlar kendi aralarında anlaşmalı. Kimse fazlasını yapmıyor.

Sinan: Matbaalarda, özellikle de sitelerde patronlar hep aynı tavrı takınıyorlar. Bunların kurul toplantıları oluyor 3 ayda bir, hepsi yukarıya çıkıyor, birlikte karar veriyorlar.

- Diğer atölyelerde durum aynı değil mi?

Serdar: Valla patron diyor ki “karşı matbaaya soruyorum iş yok, çoğu yerde de zam bile yapmamışlar” diyor. Benim yaptığım zammı kimse vermez diyor. Ama her patron aynısını söylüyormuş. Sanki ağız birliği yapmışlar da öyle konuşuyorlar.

Sinan: Birbirleriyle diyalog halindeler, aralarında toplantı yapıp ortak tavır belirliyorlar.

Serdar: Patron bize diyor ki, 600 milyon maaş alıyorsunuz memnun değil misiniz? Rahat çalışıyorsunuz daha ne istiyorsunuz. Ben de dedim ki, insan ev kirasını ödeyemedikten sonra nasıl rahat olabilir ki. İş yerinde rahat olsak ne olacak ki. Evde huzur, cepte para olmadıktan sonra.

Hele bizim patron. Bir gün arkadaşın birisi elli milyon borç istemeye gitti, ama para yok demiş arkadaşa. Tam o sırada kızına sekiz yüz milyon harçlık verdiğini gördüm. Kızı arkadaşlarıyla eğlenmeye gidecekmiş.

- Patronlar düşük ücretlerle de yetinmiyorlar, ikramiye gibi sosyal hakları da gasp ediyorlar.

Sinan: Evet bizim işyerinde de ikramiyeleri kaldırmaya çalışıyorlar.

Yusuf: Geçenlerde bir arkadaşımızın çalıştığı atölyede benzer bir durum yaşandı. İşçilerin ikramiyelerini kaldırmak istemiş patron. Sonra altı işçi, bunlar da hep makinaların ustaları, bizim ikramiyelerimizi alırsanız elimizden, biz işi bırakırız diyorlar ve patrona karşı tutum alıyorlar.

Serdar: Öyle bir durum ki adam çıkıyor bir gün ikramiyeleri kaldırıyorum diyor. Şimdi ikramiyeleri kaldırdığı zaman zam yapmamış gibi oluyor. Yani herhalükarda adamın kârı oluyor.

- Nereye kadar böyle gidecek arkadaşlar? Artık bir şeyler yapmak gerekmiyor mu?

Metin: Birlikte davranacağız da ben güvenmiyorum pek insanlara.

- Bu durum böyle sürüp gidecek mi peki? Her geçen gün ücretlerimiz küçülüyor, haklarımız elimizden alınıyo,r bir şeyler yapmak gerekmiyor mu?

Serdar: Tabii ki bir şeyler yapmalı. Ama birkaç kişiyle bir şey yapamayız. Öyle bir şey olmalı ki patronlar çaresiz kalmalı, ne diyorsak kabul etmeliler.

Sinan: Geçen gün de konuşmuştuk. Hani şimdi burada bir derneğimiz olsa, bütün işçileri temsil edebilse, birlik sağlansa haklarımızı alabiliriz.

Metin: Onun için bütün matbaa işçilerini biraraya getirmek lazım. Dediğin gibi bir dernek olsa, hem oturup sohbet eder hem de sorunlarımızı konuşabiliriz. Böylelikle ortak bir tutum alabiliriz.

(Topkapı İşçi Bülteni’nin Şubat 2007 tarihli sayısından alınmıştır...)


Bir dizi, iki anket...

Haber-Sen 16 Şubat günü yaptığı açıklama ile şiddet kültürünü besleyen, mafyalaşmayı ve çeteleşmeyi özendiren “Kurtlar Vadisi” dizisinin yayından kaldırılmasını yerinde bir karar olarak değerlendirdi.

Basın açıklamasında şovenizmi körükleyen Hürriyet gazetesini de eleştiren Haber-Sen, hassas bir dönemden geçerken dizinin eski ve yeni bölümlerinin şiddet kültürünü ve mafyalaşmayı özendirdiğini, bireyleri çeteleşmeye teşvik ettiğini, etnik çatışma ortamını besleyen bir propaganda yürütüldüğünü dile getirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak topraklarına sınır ötesi müdahalesinin propagandasını da üstlenen basın-yayın organlarının Kurtlar Vadisi-Terör dizisinin de yayında kalmasını desteklediklerini vurguladı.

Hürriyet gazetesinin “anket” adı altında açıkça okurları sınır ötesi operasyon konusunda yönlendirdiğini vurgulayan Haber-Sen “Önce okuyun, sonra oy kullanın” diyerek okurların önüne koyduğu metinde, baştan sona tartışmalı bir konuda sınır ötesi operasyonun kaçınılmaz olduğu uzun uzun anlattığını ifade etti.

Yapılan açıklamada şunlar söylendi: “Kurtlar Vadisi-Terör dizisiyle ilgili ankette ise Hürriyet, okurları açıkça yönlendirmeyi hedeflemektedir: ‘Kurtlar Vadisi Engellendi’ başlığına ve ‘Ankete katıl, tepkini göster… Sansür mü, değil mi’ ifadelerine bakılırsa, Hürriyet, anket yapmaktan çok, bir protesto gösterisi örgütlemeye çalışmaktadır.

Hürriyet gazetesinin yöneticilerine, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Hak ve Sorumluluk Bildirgesini yeniden okumalarını salık veririz... İçeriği bir yana, hangi konuda yapılırsa yapılsın, okuru bu derece etki altında bırakan bir sorgulamaya ‘anket’ denemez.”

Hürriyet gazetesi, Show Tv ve Pana film yöneticilerine seslenen Haber-Sen; “Basın, yayın ve iletişim emekçilerinin örgütlü olduğu Haber-Sen olarak; çocuklarımızın birbirine tehdit oluşturmadığı, kardeşçe, barış içinde yaşadığı bir dünyayı birlikte kurabilmek için, sizleri sorumlu ve duyarlı davranmaya davet ediyoruz.” dedi.


Brötanya’da Dostluk Spor’un dayanışma etkinliği...

“Kapitalist sistemin spor anlayışına karşı!..”

Brötanya St-Brieuc kentinde 1998 tarihinde Dostluk Spor futbol takımı kuruldu. A ve B takımları var. Bu futbol kulübünü işçiler kurdu. Takımda işçilerin çocukları oynuyor. Kuruluşundan bu yana sportif faliyetini yürütüyor.

Dostluk Spor 18 Şubat günü bir dayanışma etkinliği düzenledi. Program yönetim adına yapılan açılış konuşması ile başladı. Daha sonra Kızıl Bayrak temsilcisi sporun dünyadaki konumu ile ilgili bir konuşma yaptı. Kapitalizmin dünyada ekonomik felaketlerin yanısıra kültürel, sosyal ve siyasal yıkım da yarattığını ifade eden konuşmacı sözlerini şöyle bitirdi:

“Bedensel bir faaliyeti olan spor kapitalist toplumda bambaşka amaçlara hizmet etmektedir. Spor yapmak elbette insanın fiziksel ve zihinsel bakımdan sağlıklı olmasını sağlar. Bu konuda sporu kirli politik amaçları uğruna kullanan sisteme karşı ve sporu, bir kâr makinası gibi tamamen bir endüstri haline getirmiş kapitalist sistemin spor anlayışına karşı çıkmaktan başka bir çözüm yoktur.

“Bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Irkçı, saldırgan ve yozlaşmış tribünlere en güzel cevap italyan takımı Livorno’dan ve bu takımın taraftarlarından geldi. Bu takım anti-faşist ve devrimci tavırlarıyla gerçek bir örnek oluşturuyor. 2004 yılında 1. lige çıkarak dikkatleri üzerine çekti ve kirlenmiş ve mafyalaşmış futbola karşı direnişin sembolu oldu. Çünkü her maçı tribünlerde resmen devrimci eylemlere vesile oluyor. Maçlar esnasında Stalin’in doğum gününü kutlamak için pankartlar açılıyor, tribünlerde orak-çekiç bayrakları sallanıyor, Irak’da ölen İtalyan askerleri için bütün ülkede saygı duruşu yapılırken, onlar Irak direnişine selam yolluyorlar.

“Bizler kapitalizmin bize sunduğu yozlaşmış, mafyalaşmış ırkçılık ve şiddet alanları olan bir spora karşı bayrak açmamız artık acil bir durum olmuştur. Spor’da da yeni bir kültür yaratmamız artık devrimci bir görev olarak durmaktadır. Çünkü gençliğin zihninin bulandırılmasının önünde durmak için alternatiflerimizi yaratmamız artık bir gerekliliktir. Gençliği pasifize eden, milliyetçilik hastalığından uzaklaştıran, zihinimizi ve bedenimizi zinde tutan bir spor için el ele!”

Etkinlik Grup Çağlar’ın müzikleriyle devam etti. Daha sonra sanatçı Ali Gül, Lütfü ve Emre Gültekinler sahneye çıktı. Sahneye Grup Çağlar ile konuk sanatçı Yüksel Yıldız çıktı.

Etkinliğe 370 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/Brötanya


İHD’den Kuvayi Milliye Derneği’ne suç duyurusu

15 Şubat günü İHD İstanbul Şubesi, Kuvayi Milliye Derneği yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulundu. Beyoğlu Adliyesi’nde önce açıklama yapan İHD Şube Başkanı Hürriyet Şener, “İnsan hakları savunucuları açısından bir derneğin kapatılmasını istemek çok doğru gelmemekle birlikte söz konusu derneğin dernek adı altında silahlı örgütlenmeye gittiğini, dernekler kanununun çiğnenerek örgütlenme hakkının kötü amaçla kullanıldığını, bu nedenle derneğin kapatılması gerektiğini düşünüyoruz” dedi.

Basın açıklamasından sonra suç duyurusu yapıldı. Kuvayi Milliye Derneği yöneticileri hakkında Dernekler Kanunu’na muhalefet, halkın bir kısmını diğer kısmına karşı silahlandırarak öldürmeye tahrik etmek, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu şiddeti özendirmek, meskûn mahalde silah bulundurmak ve göstermek, 6136 sayılı yasaya muhalefet ve bir grup insanı fişleyerek hedef haline getirmek suretiyle tehdit etmek, halk arasında infiale neden olmak fiillerinden dolayı soruşturma başlatılması talep edildi.


“Katil ocakları kapatılsın!”

Adana SGD 17 Şubat günü İnönü Parkı’nda bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada, Hrant Dink’in katledilmesi ve artan faşist saldırganlık protesto edildi.

“Katil ocakları kapatılsın/SGD” pankartının açıldığı eylemde okunan basın metninde şunlar söyledi: “Şovenizm zehiri ile halkları birbirine düşürmek isteyenler, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlere, aydınlara baskıyı, terörü, yasağı getirenler linç sürülerinin, kontrgerillanın birebir örgütlenmesinden sorumludur. Şemdinli olaylarında halk tarafından yakalananların ilk aradığı kişi neden Mehmet Ağar? Bu kişilere kim ‘iyi çocuklar’ dedi? ‘Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir’ diyen Tansu Çiller değil miydi?...”

“Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Katil ocakları kapatılsın!”, “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganlarının atıldığı eyleme 15 kişi katıldı. Ekim Gençliği’nin de katılarak destek verdiği eylem basın metninin okunmasının ardından sona erdi.

Kızıl Bayrak/Adana


Sigortasız tek bir işçi kalmayacak!

Sosyal güvenlik sistemi bundan 100 yıl kadar önce sanayinin geliştiği ve işçi hareketinin yaygınlaştığı, güçlendiği Avrupa ülkelerinde ortaya çıkmıştır. Başlangıçta sınırlı alanı kapsayan sigorta kavramının işçi hareketindeki gelişmeye bağlı olarak içeriği gelişmiştir.1929-33 bunalımı ve sosyalizmin dünya ölçüsünde güçlenmesi kapitalistleri işçilere daha geniş haklar tanımaya zorlamış ve sosyal güvenlik 20. yüzyılın ortalarında bugünkü anlamını kazanmıştır. Özellikle ikinci paylaşım savaşı sonrasında sosyalizmin yarattığı basınç ve büyüyen kitle hareketinin yarattığı kazanımlarla sosyal politikalar burjuvazi tarafından kabul edilmek zorunda kalmıştır. Sosyalizmin yenilgi (geçici olduğu kesin olan) yaşadığı 1990'lardan bu yana kapitalistler işçi sınıfının yüzyıllık kazanımlarını budamaya başlamışlar, bir çok hakkımızı gaspetmişlerdir. Bugün gaspedilmek istenen (tersaneler gibi birçok sanayi bölgesinde fiilen gaspedilmiş olan) haklarımızdan bir tanesi de sosyal güvenlik hakkıdır. Sosyal güvenlik sisteminin amacı iş kazaları, meslek hastalıkları, hastalık, ölüm, sakatlık ve başka tehlikeler karşısında kişinin ve ailesinin korunmasıdır.

Bugün tersaneler havzasında iş güvenliği olmadığı işçi sağlığının esamesinin okunmadığı koşullarda çalışıyoruz. Yanısıra bir de sigorta hakkından mahrum bırakılıyoruz. Peki, tersanelerde durum ne? Resmi rakamlara göre Tuzla tersaneler havzasında çalışan işçinin % 65'i sigorta hakkından mahrum durumda yani sigorta hakkımızdan yararlanamıyoruz. Sigorta hakkından yararlanan işçi kardeşlerimizin sigorta primleri ise gerçek ücret üzerinden değil asgari ücret üzerinden yatırılıyor. Tek sosyal güvencemiz olan sigorta hakkından mahrum bırakılan biz tersane işçileri yaşadığımız iş kazalarında ve cinayetlerinde sağlık imkânlarından yararlanamıyoruz. Gözünü kâr hırsı bürümüş asalak tersane patronları Tuzla tersane havzasını kendileri için bir cennete biz tersane işçileri için bir cehenneme çeviriyorlar. Sosyal sigortalar kanununa göre bir işçi girdiği andan itibaren sigortalı sayılır diyor ama Peki bu asalak patronlar bu kadar pervasız olma cesaretini nereden alıyorlar? Kuşkusuz biz işçilerin dağınıklığından, örgütsüzlüğünden. Hepimiz biliyoruz ki sigorta primlerimiz eksik yatırılıyor, ya da girdi-çıktı yapılıyor. Birçoğumuzun da bildiği gibi 10-15-20 gün gibi gün primleri yatırılıyor ve bunun üzerinden bizlerle pazarlık yapılıyor. Sigorta primleri ana firma (tersane) tarafından ödenir, sigorta hakkından yararlanmamız bir yana örgütsüzlüğümüzün bir nedeni de hepimizin bildiği taşeronlaştırmadır. Asıl işveren olan tersaneler işlerini daha ucuza yaptırmak ve biz işçilerin örgütlü gücünü bölmek için taşeronlaştırmayı oldukça yaygın kullanmaktadırlar. Yaşanan birçok sorunda topu taşerona atarak işin altından kalkmaktadırlar. Oysa yasa önünde de asıl sorumluluk tersane patronuna aittir. Herşeyi keyfince uygulayan tersane patronları bu sorunun da üstünden atlamaktadır.

Bizler Tuzla tersaneler havzasında mücadele eden sınıf bilinçli işçiler olarak uğruna bedeller ödenmiş ve tek sosyal güvencemiz olan sigorta hakkımıza sahip çıkmak için TİB-DER'in başlatmış olduğu “Sigortasız tek bir işçi kalmayacak!”, “Sigorta primleri ana firma tarafından ödensin!” kampanyasını destekliyoruz.

(Tersane İşçileri Bülteni’nin Şubat sayısından...)


Sigorta hakkı için mücadeleye!

Bizler işçiyiz, iğneden ipliğe herşeyi üreten biziz. Bizim de bir takım yasal haklarımız var. Ama bu haklarımızı merak edip öğrenmediğimiz için patronların her dediğini kabul ediyoruz. Örneğin kıdem veya ihbar tazminatı hakkımızdan vazgeçiyoruz. Haftalık ücretli izin hakkımızdan ya da yıllık izinlerimizden vazgeçiyoruz. Özellikle tersane sektöründe vazgeçtiğimiz bir hakkımız var ki bu birey olarak bizi değil, tüm ailemizi ilgilendiren bir haktır. Sigorta hakkımızdır. Mesala biz tersane işçileri arasında yaygın kullanılan bir söz var “sigortan sağlam mı?” Yani bir bakıma sigortanın önemini biliyoruz. Ancak ne hikmetse sigortamız konusunda takipçi olamıyoruz, umursamıyoruz. Ve bu hakkımızı pazarlık konusu yapıyoruz. Taşeronlar ne diyor “sigorta var ama, geldiğin gün kadar, oysa mevzuat öyle değil en azından Pazar günleri işe gelmeyip dinlensen dahi işveren bunu gün olarak ödemek zorunda. Bir diğer hatamız ise sigortalarımızın gerçek ücret üzerinden değil de asgari ücret üzerinden gösterilmesini kabul etmemizdir. Bunun ne gibi farkı var denilebilir. Ya da yevmiye üç-beş YTL fazla olsun da sigortayı boşver denilebilir. Ama şöyle bir düşünmek lazım. Sigortan yatmamış kaza yaptın ne olacak? Hadi patron hastane masrafını karşıladı. Sakat kaldığın anda ne olacak? Ya da eşin, çocuğun hasta oldu. Anan-baban hasta oldu ne olacak? Üç beş YTL fazla yevmiye ne işe yarayacak? O zaman işçi arkadaş iyi düşün elindeki tek sosyal güvencendir sigorta.

Bu vahşi sömürü koşullarında ailelerimize bir lokma ekmek götürmek için çalışmıyor muyuz? onlar için değil mi bunca çabamız? Onların iyiliği ve geleceği için bu hakkımıza sahip çıkmalıyız. Açgözlü patronlara karşı sigorta hakkımız için mücadele edelim.

Madem ki bu yasal olarak hakkımızdır bunun peşini bırakmayalım. O halde örgütlenelim mücadele edelim. 6 ay önce kurulan Tersane İşçileri Birliği Derneği'nin en önemli amaçlarından biri sigortasız çalışmaya son vermektir. Bunun için bir aydır yürütülen “Sigortasız tek bir işçi kalmayacak!” kampanyası çok önemlidir. İşçiler olarak bu kampanyayı destekleyelim calışmalarına katılalım. Yalnız bu sorun için değil bütün sorunlarımız icin gücümüzü dernekte birleştirelim.

Tuzla Gemi'den işçiler

(Tersane İşçileri Bülteni’nin Şubat sayısından...)