23 Şubat 2007 Sayı: 2007/07(07)

  Kızıl Bayrak'tan
   Siyonist İsrail’le işbirliği pekiştiriliyor
  İşbirlikçiler yeni suçlara ortak
olmaya hazırlanıyor!
  Ordu ve hükümet arasında Güney Kürdistan gerilimi...
Dinci gericiliğe ve düzenin laiklik sahtekarlığına karşı
Milliyetçilik versiyonları ve düzen medyası
8 Mart faaliyetleri ve etkinliklerinden...
 8 Mart yaklaşırken emekçi kadınlara yönelik çalışmamız üzerine...
  “Ev kadınlarına sigorta hakkı!”
  İbrahim Ethem İlaç işçisi fabrikaya kapandı...
  Haluk Gerger ile Ortadoğu’daki son gelişmeler üzerine konuştuk...
  Dışişleri Bakanı Washington’dan sonra
Suudi Arabistan’da!
  Filistin yönetimine tam teslimiyet dayatılıyor
  Yükselen bir kapitalist güç: Sosyal-emperyalist Çin
  TİB-DER Genel Kurulu gerçekleşti...
  ÇAM-DER’de birinci yıl etkinliği
  100. sayımızla sesimizi daha da
yükseltiyoruz
  “GATS, AB uyum sürecinde
meslekler nereye?”
  Yaşar Büyükanıt’ın ABD gezisi ve bir
kez daha ortaya çıkan gerçekler - M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Katil müteahhitlerin davaları zamanaşımıyla aklandı!..

Katil devlet için zamanaşımı geçerli olmayacak!

‘99 depremlerinde, tümüyle sistemin ve devletin ihmali ve umursamazlığı yüzünden onbinlerce insan ölmüştü. Sermayenin devleti, sadece ölüme sebep olmakla değil, deprem sonrası tutumuyla da nasıl bir işçi ve emekçi düşmanı olduğunu kanıtladı. Onbinlerce ölümün yaşandığı bölgeye yardım için günlerce kılını kıpırdatmadı. Ama, bu acılı durumdan istifade, mezarda emeklilik yasasını çıkarmak üzere alelacele meclisi toplamayı ihmal etmedi.

Devletin bu tutumu, elbette, öncelikle depremzedeler olmak üzere, en geniş işçi ve emekçi kitleler tarafından sorgulandı ama yargılanamadı.

Yargıya taşınanlar, hırsız ve katil müteahhitlerden bir kısmıydı sadece. Davalar yıllardır sürüyor/süründürülüyor. Bu kadar süründürmenin sebebi de nihayet ortaya çıktı. Düzen, başka pek çok konuda yaptığı gibi, deprem konusunda da tetikçi katillerini aklamanın bir yolu olarak, zamanaşımını kullanacaktır. Zaten bir kısmı daha baştan davaları düşürülmek suretiyle, bir kısmı da bölgede yapılacak deprem konutları ihale edilerek aklanmıştı. Önceki yaptığı konutları yıkılıp binlerce cana mezar olan bu hırsız ve katil müteahhitlere yaptırılan deprem konutları da, daha içine bile girilmeden dökülmeye başlamıştı. Deprem sırasında, ‘unutmayacağız, unutturmayacağız!’ şiarıyla reyting peşinde koşan düzen medyası, bu konutlar şimdilerde ne durumdadır, duyurmamayı tercih ediyor. Ancak, o günkü halleri göz önüne alındığında bugünkü durumlarını tahmin etmek hiç zor olmasa gerek.

Ondan önce de pek çok büyük deprem yaşanan ve büyük felaketlerle sonuçlanan ülkemizde, en son büyük yıkıma yol açan Marmara depremleri nedeniyle, devletin pek çok cepheden ve ağır biçimde suçlanması, bir takım göstermelik tedbirler almasını gerektirdi. Bir deprem konseyi kuruldu örneğin. Bu konseyle, bir yandan kitlelere ‘bakın, duyarsız değiliz, bir şeyler yapmaya çalışıyoruz’ mesajı verilmeye çalışıldı. Ama öte yandan, asıl, depremin ardından tepkilerini açıkça ifade etmeye başlamış olan bilim adamlarını susturmanın bir aracı olarak kullanılmak istendi. Konseydeki kimi isimler, depremle ilgili bilgilerin uluorta ve kamuoyu önünde konuşulmaması/tartışılmaması gereğini savundular. Fakat yeterli olmadı. Konuşmaların ve devlete yönelik suçlamaların önünü almayı başaramadılar. Hatta, konsey içinde bile bir ağız birliği, bir bütünlük sağlayamadılar. Zaten zaman kitlelerin öfkesini de yatıştırmıştı. Yaralar sarılmasa da kabuk bağlamış; iş, güç, yaşam telaşı derken, insanlar deprem suçlarından daha az söz eder hale gelmişti. Sonuçta zaten işlevsiz kalan Konsey dağıtıldı.

Deprem bilimcilerin sürekli uyarısını yaptıkları büyük İstanbul depremi hala bekleniyor. Ancak bu arada, büyük depremi asla unutturmamaya çalışırcasına, ülkenin dört bir yanından sık sık deprem haberleri gelmeye devam ediyor. Aslında yıkım ve felaket haberi için deprem olması da gerekmiyor. Çürük yapılar ve her hangi bir nedenle yıkılmaları adeta bir devlet politikasıymış gibi, binalar durduk yerde çökmeye, insanlar ‘durduk yerde’ ölmeye devam ediyor. En son en küçük sarsıntıda yerle bir olacağı bilinen İstanbul Zeytinburnu’nda bir bina çöktü. Son anda fark edilip boşaltılmasa onlarca cana mezar olacak binadan buna rağmen 2 ölü çıkarıldı.

Beklenen İstanbul depremi için, devletin, önlem kapsamında en küçük bir hazırlığının bulunmadığı biliniyor. Bırakın insan canı için yatırım yapmayı, göstermelik dahi olsa yasal tedbirlere bile gidilmiyor. Çünkü sorun tek başına devletle başlayıp biten bir sorun değil, bir sistem sorunudur. Yasal önlemler alınacak olursa eğer, bundan kimi şirketler zarar görebilecektir. Öncelikle de inşaat firmaları. Zamanaşımına götürülen davalar da göstermektedir ki, yargı kurumu dahil, kapitalist devlet ve düzen baştan ayağa insanlık düşmanı kesilmiştir. Kapitalist kar insan yaşamından önce gelmektedir. Onun korunması uğruna her türden cinayet işlenebilmekte, insanlar, onbinlerle hesaplanacak tarzda toplu ölümlere mahkum edilebilmektedir. Soykırım eğer, belirli bir kesimin toplu olarak ve planlı hesaplı biçimde katliyse, soykırım iddiaları karşısında pek hassas davranan sermayenin devleti bu suçu işlemeye devam etmektedir ve edecektir.

Marmara depremleri, yapılaşma tarzının da etkisiyle onbinlerce cana maloldu. İstanbul depremi ise, yine yapılaşmanın da etkisiyle yüzbinlere malolacak. Bunu görebilmek için gerçi uzman olmaya gerek yok ama, konunun uzmanları böyle söylüyor. Önlem, önlem diye bağırıyorlar, ama önlem alma imkanına sahip tek güç, yani devlet, önlem adına belki bir miktar ceset torbası teminine gidiyor. Esas olarak da, deprem sonrası beklenen tepkileri bastırmaya yönelik ‘polisiye önlem’ler görüşülüp kararlaştırılıyor.

İstanbul’un en kötü semtlerinde, en berbat binalarında yerleşik işçi ve emekçi kitleler de, beklenen depreme yönelik kendi önlemlerini almak zorundalar. Çocuklarını binbir zorlukla doyurmaya çalışan bu insanların binalar konusunda yapabileceği bir şey bulunmadığına göre, onların önlemi de devletinkiyle paralel olmalıdır.

Bunun dışında, deprem felaketleri yaşamamak için alınacak en kalıcı önlem, felaketlerin tek sorumlusu konumundaki sermaye devletinden kurtulmak olacaktır. Depremlerde kitleler halinde ölmemek, sağlam ve sağlıklı konutlarda yaşayabilmek için, bunu programlaştıran tek sınıfın, proletaryanın devrimci sınıf iktidarı kurulmalıdır


Gençlikten faşist saldırganlığa karşı eylem...

“Faşist katillerden hesap soracağız!”

Geçtiğimiz hafta Hatay Dörtyol’da Metin Kurt isimli öğrenci Kürt olduğu için, Atatürkçü Düşünce Derneği üyesi üç faşist tarafından katledilmişti.

Faşist saldırıyı protesto etmek amacıyla 17 Şubat günü Taksim Tramvay durağında bir araya gelen ilerici devrimci gençlik güçleri (Ekim Gençliği, SGD, YDG, EHP Gençliği, GD, ÖGD, DPG, AKİ, Emek Gençliği, ÖDP, TÜM-İGD ve Öğrenci Kolektifi) “Türk-Kürt-Ermeni, Yaşasın halkların kardeşliği! Kahrolsun faşizm!” şiarlı pankart açtılar. Eylemde katliam lanetlendi, faşizme karşı halkların kardeşliği dile getirildi.

“Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorguluyoruz!” dövizlerinin açıldığı eyleme 100’ü aşkın kişi katıldı.

Yapılan basın açıklamasında şunlar söylendi:“Üniversitelerde satır çekenler önce Hrant’ı sonra Metin’i katletti. Bu sefer kurşunlar, bıçak darbelerine dönüşmüştü! Bu sefer cinayet, İstanbul’un orta yerinde değil de Hatay’ın en işlek caddesinde işlenmişti! Bir ay önce katledilen bir aydındı, dört gün önce katledilen ise bir üniversite öğrencisiydi. Bir ay önce katledilen bir Ermeni’ydi, dört gün önce Kürt’tü”.

“Metin, üniversite öğrencisi bir Kürt genciydi. Zihinleri şovenizmle zehirlenmiş, yürekleri milliyetçilikle karartılmış gençler tarafından katledildi. Biz gençliğe düşen görev halkların kardeşliği şiarını yükseltmek ve halkların düşmanlığından beslenenlere karşı bir set olmaktır. Gücümüzü tarihsel haklılığımızdan alıyoruz ve hiçbir tehdit, hiçbir katliam bizleri yıldıramaz. Buradan tekrar tüm gençleri faşizme karşı halkların kardeşliği için mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz. Hrant katledildiği zaman hepimiz Ermeni’ydik, bugün Metin’i katlettiler hepimiz Kürt’üz. Hangi halk katlediliyorsa, sömürülüyorsa biz o halkız”.

Yapılan açıklamadan sonra Avusturya İşçi Marşı ve Beyazıt Marşı hep bir ağızdan söylendi. Eylem boyunca sık sık “Faşist katillerden hesap sorduk, soracağız!”, “Kahrolsun MGK, MİT, CİA, kontrgerilla!”, “ Katil devlet hesap verecek!”, “Faşistlerin ipleri sermayenin elinde!”, “Hepimiz Metiniz, hepimiz Kürt”üz!”, “Kahrolsun faşizm, yaşasın mücadelemiz” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul